Siyonizm, Doğu ve Orta Avrupa’da giderek yaygınlaşan,
Yahudi karşıtı hissiyat ve faaliyetlere bir tepki olarak, on dokuzuncu yüzyılın
sonunda ortaya çıkmış bir Yahudi milliyetçi hareketidir.
Siyonizm, yola seküler bir hareket olarak çıkmıştır.
Asli amacı, Yahudi diasporasının yüzleştiği güçlükleri çözmenin bir yolu
olarak, egemen bir Yahudi devleti kurmaktır. Filistin’de Yahudi yerleşimlerinin
giderek arttığı dönemin sonrasında İsrail devleti, Mayıs 1948’de kurulmuştur.
Bu devlet, Arap ülkeleriyle yapılan bir dizi savaşın ve Ortadoğu’nun
sömürgecilikten kurtulmaya başladığı dönemde bir devlet olarak teşkil
edilmesinin yol açtığı çatışmaların ardından kurulmuştur. Ama savaş sonrası
dönem boyunca bölgenin tarihinde bu devlet, merkezî varlığını muhafaza etmiş,
ortaya çıkan çelişki, hiçbir zaman çözülememiştir.
Genel manada sosyal demokrat sol, Siyonizme ve
İsrail’e Marksist ve komünist sola kıyasla daha az husumetle yaklaşmış,
Yahudilerin milli kimliği fikrini onlara nazaran daha fazla sempatiyle ele
almıştır. Bilhassa Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde reformist sosyalistler,
Yahudilerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımışlardır. Esasında bu
solcular, Siyonizmin demokrasi ve ilerleme ile uyumlu olduğunu düşünmüşlerdir.
George Lansbury ve Ramsay MacDonald gibi İngiliz solcuları ve Leon Blum gibi
Fransız sosyalistleri Siyonistlerin güttükleri amaçlara tam da bu sebeple
sempatiyle yaklaşmışlardır.
Kurulmasından itibaren İsrail devleti, İşçi Partisi ve
Fransız Sosyalist Partisi gibi partilerin desteğini görmüştür. Britanya’da
Harold Wilson ve Fransa’da Guy Mollet, Yahudi devletine bağlılıklarını açıktan
ifade etmişlerdir.
Sosyal demokrat solun İsrail ile kendisini
tanımlamasının üç sebebi mevcuttur:
1. On dokuzuncu yüzyıl liberalizminin sosyal demokrat
düşünce üzerindeki etkisi. Liberalizm, Yahudilerin Batı toplumuna katılımlarına
yönelik hukukî planda konulan kısıtlamaları kaldırmak için çalışmış,
Yahudilerin dinî manada maruz kaldıkları baskılara karşı çıkmıştır.
2. Sosyal demokratların Marksist öğretiye ait yönleri
reddetmesine neden olan reformizm geleneği. Reformizm, ayrıca sosyal
demokratların İsrail’i tarihsel açıdan meşru görmelerine neden olmuştur.
3. Sosyal demokratların Batılı Yahudilerle sosyal
demokratlar arasında tarihsel açıdan sıkı bir birlik olduğunu düşünmeleri.
İsrail İşçi Partisi’nin 1948-1977 arası dönemde hâkim olması da bu birlik
anlayışına katkı sunmuştur. 1930 yılında Mapai ismi ile ortaya çıkan İşçi
Partisi, üç solcu grubun birleşmesi ile 1965 yılında kurulur. Mapai, bu
gruplardan biridir. İngiliz İşçi Partisi gibi İsrail’deki İşçi Partisi de
Sosyalist Enternasyonal üyesidir.
Sosyal demokratlara kıyasla enternasyonal komünizm
açısından resim çok farklıdır. Komünist hareket, geleneksel manada Siyonizme
husumetle yaklaşmıştır. Muhtelif ülkelerdeki komünist partiler, Sovyetler
Birliği Komünist Partisi’nin tavrına benzer bir tavır takınmışlardır. İngiliz
Yahudileri ile komünizmin otuzlarda ve kırklarda faşizmin yükselişi ile
anti-faşist faaliyetlerde komünistlerin oynadığı rol sonucu özdeşleşmesine
rağmen, Büyük Britanya Komünist Partisi, Siyonizm karşıtı bir tavır
takınmıştır. Parti, Siyonizmi “burjuvazinin bir silâhı, Yahudi işçi sınıfını
bölen gerici bir hareket” olarak değerlendirmiştir. Soğuk Savaş bağlamında
Britanya komünistleri, Siyonizmin “Amerikan emperyalizminin bir ajanı” olduğunu
söylemişlerdir. Britanya’daki parti gibi Fransız Komünist Partisi de Siyonizmi
“işçi sınıfını bölen, milliyetçiliğin burjuva bir biçimi” olarak
değerlendirmiştir. Partinin eski Yahudi üyeleri de partinin Siyonizmle
uzlaşmayan çizgisine tanıklık etmişlerdir. Eleştirilerle yüzleşen parti, Maxime
Rodinson ve Annie Besse (sonrasında Kriegel) gibi Yahudi üyelerini partinin
Siyonizmle ilgili görüşünü savunmaları konusunda ikna etmiştir.
Kırklarda sosyalistler, Yahudilerin ve Arapların kendi
kaderlerini tayin hakkını öne çıkartan iki ayrı hareketle yüzleşmişlerdir.
Filistin sorunu solu bölmüş, sömürgeciler ve sömürgecilik karşıtları olarak
sol, ikiye ayrılmıştır. İsrail-Arap çatışması, bilhassa 1967 sonrasında iyice
yoğunlaşınca solun yüzleştiği muammalar da keskinleşmiştir.
Sartre, bu açmazı net bir ifade ile dile getiren bir
isimdir. Savaş deneyiminin bir sonucu olarak Sartre, kendisini Yahudilerle
birlikte tanımlamıştır. Anti-semitizmle ilgili korkularını konuyla ilgili
kaleme aldığı kısa kitapta dile getirmiştir. Ancak Cezayir’deki milli kurtuluş
hareketi, Sartre’ı Arapların davasına hassas hâle getirmiştir. 1967 Savaşı
patlak verdiğinde, sadakat konusunda ciddi bir çatışma içerisine girmiş ve
yaşanan çatışmanın solu felç ettiğini söylemiştir. Les Temps Modernes’in
tüm bir sayısını bu düşmanlıklara vakfetmesine karşın Sartre, gene de iki
meselenin asla uzlaştırılamayacağını ifade etmiştir.
Filistin milliyetçiliğinin yükselişi sonucu İsrail’in
sağa kayması ve Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğunu söyleyen 1976 tarihli
Genel Kurul kararı türünden gelişmelerle birlikte İsrail-Arap çatışması,
tartışmalara yol açmaya devam etmiştir. Kendisini Üçüncü Dünya’daki milli
kurtuluş hareketleri ile tanımlayan yeni sol ise Filistin’in milli davasını
benimsemeye başlamıştır.
Bu hareketin kimi kısımları Siyonizm karşıtı bir duruş
sergilemiş, Siyonizmi bir tür ırkçılık ve sömürgecilik olarak takdim etmiş,
İsrail devletinin saf manada Yahudi devleti kurulması fikrini temel alan,
doğası gereği ırkçı bir yapı olduğunu söylemiştir. İşgal altındaki topraklarda
yaşayan Filistinlilerin haklarından mahrum edilmesi ve 1982’de Lübnan’ın
işgaline sebep olan Likudcu sağın yükselişi sol nezdinde mevcut açmazı
derinleştirmiştir.
Solun İsrail’e daha fazla eleştiri yöneltmesi ve
Siyonizm karşıtı bir konum alması solcu anti-siyonizmin yeni bir anti-semitizm
biçimi olup olmadığı tartışmasına yol açmıştır.
Britanya’da Jim Allen’ın Perdition [“Cehennem
Azabı” -1987] isimli oyunu etrafında açığa çıkan tartışma, bu meseleyi tekrar
gündeme getirmiştir. Londra’da Kraliyet Tiyatrosu merdivenlerinde sergilenen bu
oyun, Siyonistlerin Nazilerle işbirliğine gittiğini iddia ettiği gerekçesiyle
yaşanan protestoların ardından, son anda iptal edilmiştir. Göstericiler, oyunun
anti-semitik olduğunu söylemişlerdir. Sonrasında sol içerisinde İsrail
üzerinden yaşanan ayrışma, bir süre sonra tartışmanın sakinleşmesini
sağlamıştır. Noam Chomsky ve Maxime Rodinson, Allen’ın safında yer alırken,
oyun yazarı Steven Berkoff gibi isimler Allen’a karşı çıkmışlardır.
İsrail-Filistin tartışmasına dair kendi kanaatlerini
aktaran Barbara Castle şunları söylemektedir:
“Ben
Siyonist değilim, ama hep içgüdüsel manada İsrail’den yana oldum. Aklımda hep
holokostun yol açtığı dehşet vardı. Yahudilerin statü ve güvenlik konusunda
duydukları isteği hep destekledim. Ama aynı zamanda yeni devlet kurulsun diye
kendi topraklarından kovulan Filistinlilere de sempatim vardı. Bu, hiçbir zaman
çözüme kavuşturulamayan Kuzey İrlanda türünden bir sorundu.”
June Edmunds
[Kaynak: The Left and Israel: Party-Policy
Change and Internal Democracy, Palgrave Macmillan Press, 2000, s. 8-10.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder