Resmin üzerinde şunlar yazılı: “Küba Devrimi
kahramanı Guevara’yla beraber. Genel Vali Korgeneral Ahmed Salim’in ikametgâhı.
Gazze, 1959.”
Che’nin bu merak uyandırıcı ziyaretinden yaklaşık
üç yıl önce haberdar oldum. Arşiv çalışması yaparken karşılaştığım bir kişi
bana, Che’nin Şati mülteci kampını ziyaret ettiğini ve oradaki Filistinlilerce
muhabbetle karşılandığını bir yerlerde okuduğundan söz etti, ama nerede okuduğunu hatırlamıyordu. Bu malumat yeterli değildi. İnternette araştırma yaparken, yukarıda yer alan, Che’yi ve
diğer ileri gelenleri Mısır’ın kudretli Gazze Valisi Ahmed Salim’le beraber
gösteren resmi buldum. Che’nin biyografisini kaleme alan ve güvenilir bir isim kabul edilen Jon Lee Anderson
da kitabında birkaç ayrıntı ve bir tarih veriyordu, hepsi o kadar. Ben de böyle
mütevazı bir başlangıcın ardından arşivlere dalarak, bu ziyaretin ve fotoğrafın
arkasındaki hikâyeyi öğrenme işine girişmeye karar verdim.
İsrail devlet
arşivlerinden başladım işe. 1948 savaşının sonundan 1956’ya ve yine 1957’den
(Altı Gün Savaşı sonunda İsrail’ce işgal edildiği yıl olan) 1967’ye kadar Gazze, Mısır’ın idaresindeydi ve Mısır ordusu, Filistinlilerin yaşamının İsrail’e
karşı direniş ve sızma eylemleri dâhil her yönünü denetim altında
bulunduruyordu. İsraillilerin gerilla savaşının baş teorisyenlerinden ve
uygulayıcılarından olan birinin gerçekleştirdiği böylesine dikkat çekici bir
ziyareti atlamış olamayacaklarını düşünmüştüm, ama yanlış düşündüğüm ortaya
çıktı; atlamışlardı. İsrail arşivlerinde bu ziyaretin izine rastlamak mümkün
olmadı. Mısır arşivlerinde de bir kanıta ulaşamayınca Arap basınına bakmaya
karar verdim. Bulgularım beni şaşırttı, zira Mısırlıların bu ziyareti ihmal
ettikleri anlaşılıyordu.
Che’nin Mısır (aslında Birleşik Arap Cumhuriyeti)
ziyareti, görünen o ki kısa ve gösterişsiz bir ziyaretti ve Küba’nınki gibi
rakip devrimci projelere ilgileri zayıf olan Mısırlı yetkililerin sıkı denetimi
altında gerçekleşmişti. Che’nin Gazze’ye gidişinde ise denetim daha da artırılmıştı.
Basının katılımı olabilecek en düşük düzeyde tutulmuş, simgeleşecek hiçbir
fotoğraf yayınlanmamıştı. Anlaşılan o ki geriye tek bir resim kalmıştı. Che ve
Kübalılar, birkaç mülteci kampını ziyaret etmişlerse de günün sonunda
kendilerini Filistinli devrimci Fedailerin liderleri yerine BM Acil Durum
Gücü’ne bağlı Brezilyalı bir askerî birliğin üyeleri ile yemekte bulmuşlardı.
Gerçekten de ne Fedailerin tek bir üyesi mevcuttu ve ne de devrimci teori, yeni
sömürgecilik, Siyonist emperyalizmi ve 1960’ların küresel direnişine ilişkin
diğer konular konuşulmuştu. Che, Gazze’ye vardıktan 24 saat sonra Kahire’ye döndü.
Gazeteler, ertesi gün hikâyeyi suskunlukla geçiştirdiler.
Kahire’de de olan biten farklı değildi. Kübalılar
gündemde değildi, Mısırlılarsa daha ziyade Etiyopya kralı Haile Selassie’nin
ziyareti ile ilgili görünüyorlardı. Selassie’den çok, Kübalılardan az söz
ediliyordu basında. Gerçi Kübalılar görmezden geliniyor değildi. Her ne kadar
Che’yi resmî olarak havaalanında karşılayamayacak kadar meşgul olsa da ertesi
gün Nasır, Che’ye BAC’nin en yüksek nişanını takdim etti. Ziyaretin bir yerinde Mısırlılar, toplumsal eşitlik için bir tarım devrimini nasıl başlattıklarını anlattılar, sonrasında ise Kübalılara
sanayileşmeye nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda muhtelif teori ve öneriler
sundular. Bilahare Kübalılar Şam’a geçtiler ve orada Selahaddin Eyyübi’nin
mezarını ziyaret ettiler.
Küba bu geziyle, dünyadaki devrimci rolüne ilişkin
bir araştırmaya da başlamış oluyordu. Üç yıl sonra Che, üçüncü dünyanın yeni
insanının sembolü hâline gelecek ve Mısır gazetelerinde ön sayfalarda boy
göstermeye başlayacaktı. Nitekim Nasır’la daha sonraki buluşmalarında, artık
Nasır kendisini Che’nin mütevazı bir takipçisi olarak takdim edecekti. Bu noktada
elbette 1960’ların küresel direniş kültürü, Arap siyasetinin de ayrılmaz bir
parçası durumundaydı.
Esved İsrailli askerlerle 1973
yılında girdiği bir çatışmada ölene dek Che’nin mirasını onurla taşıdı.
Bugün hâlâ Gazze’de
idealist ana babalarınca konmuş olan Guevara adını taşıyan insanlar var. İşte
Che’nin Gazze’ye ilişkin hikâyesi böyle seyrediyor; mütevazı bir ziyaretle
başlayıp bir adamın Filistinliler nazarında sadece kendi ülkesini değil,
dünyayı da özgürleştirmek isteyen bir direniş sembolüne dönüşmesi ile devam
eden bir seyir bu.
Yoav Di-Capua
18 Mart 2015
18 Mart 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder