Sol komünist basında Reichstag’ın yakılmasına dair
değerlendirme, bizi bir kez daha başka sorular sormaya itiyor. Yıkım, işçiler
için bir mücadele aracı olabilir mi?
Her şeyden önce şu söylenmeli: kimse, Reichstag
(meclis binası) yerle yeksan olsa, gözyaşı dökmez. Bu bina, 1871’de
İmparatorluğun şaşaalı bir imajı olarak, modern Almanya’daki en çirkin
binalarından birisiydi. Ama daha güzel binalar, içi sanatsal hazinelerle dolu
müzeler de var. O hâlde, ümitsizliğe kapılmış bir proleterin kapitalist
hâkimiyetten intikam almak adına kıymetli bir şeyi imha etmesini nasıl
değerlendirmeliyiz?
Devrimci bir bakış açısından bakıldığında, böylesi bir
davranış değersizmiş gibi görünür, başka bir açıdan da bunun olumsuz bir tavır
olduğu söylenebilir. Böylesi bir saldırıdan burjuvazi zerre zarar görmez, zira
o kârına olduğunda birçok şeyi zaten sürekli yıkmakta, parasal değeri başka her
şeyin üzerine yerleştirmektedir. Kıymetli bir şeyi imha etme girişimi,
sanatçıların nispeten sınırlı toplumsal katmanının, güzel şeylerin amatörü
olanların, bir kısmı işçilerin safında dövüşen, çoğunlukla anti-kapitalist
duygulara sahip (William Morris ve Herman Gorter gibi) kişilerin yüreğini
burkar. Her hâlükârda şunu sormak gerekir: Burjuvaziden intikam almak için bir
sebep var mıdır? Kapitalizm yerine sosyalizmi getirmek burjuvazinin görevi
midir?
O, aslolarak kapitalizme ait tüm güçleri muhafaza
etmeye dönük bir rol oynar. Her şeyi yıkmak, proleterlerin bir görevidir. Bunun
ardından, şunu söylemek lazım: eğer kapitalizmin sürekli kılınmasında birileri
sorumlu tutulacaksa o da mücadeleyi ihmal eden işçi sınıfı olmalıdır. Son soru
da şudur: Yıkım yoluyla o yıkılan şey kimden alınmaktadır? Bir gün her şeye
hâkim olacak olan muzaffer proleterlerden.
Elbette tüm devrimci sınıf mücadelesi iç savaş formu
kazandığında daima yıkımı kışkırtacaktır. Her türden savaşta düşmanın destek
noktalarının imha edilmesi gerekir. Kazanan, çok fazla yıkıma sebebiyet
vermekten kaçınsa da kaybeden, saf kinle işe yaramayacak bir yıkıma yol açmak
isteyecektir.
Çöküşe geçen burjuvazinin savaşın sonuna doğru tüm
gücüyle elinden geldiğince her şeyi yıkıma uğratması muhtemeldir. Diğer yandan,
yavaş yavaş egemen olan işçi sınıfı için yıkım artık bir mücadele aracı
olmaktan çıkacaktır. Aksine bu sınıf geleceğin insanlarına, tüm o sonradan
gelecek olanlara bu dünyayı zengin ve olumsuzluklardan etkilenmemiş bir şekilde
aktarmaya çalışacaktır. Bu, sadece onun geliştirip mükemmelleştireceği teknik
araçlar değil, bilhassa yeniden inşa edilmesi mümkün olmayan geçmiş kuşakların
anıtları ve hatıraları için geçerlidir.
Eşitsiz özgürlüğün ve kardeşliğin taşıyıcısı olan yeni
insanlığın geçmiş yüzyıllara ait şeylerden daha güzellerini ve daha
muhteşemlerini yaratmasının muhtemel olduğu tespitine kimse itiraz
etmeyecektir. Dahası, yeni özgürleşmiş insanlık, eski kölelik durumunu temsil
eden, geçmişe ait bakiyelerin ortadan kaybolmasını sağlamak isteyecektir. Bu,
aynı zamanda devrimci burjuvazinin yaptığı ya da yapmak istediğidir de. Onlar
için geçmiş tarihin tamamı cehalet ve kölelikten ibaret bir karanlıktan başka
bir şey değildir, oysa devrim, akla, bilgiye, erdeme ve özgürlüğe ithaf
edilmiştir. Tersten proletarya ise ataların tarihini oldukça farklı ele alır.
Toplumun gelişimini ardı ardına gelen üretim biçimleri olarak gören Marksizm
temelinde proletarya, emeğin, araçların ve emek araçlarının giderek artan
verimliliğe yol açacak şekilde gelişmesi temelinde insanlığın uzun ve zorlu
ilhakı üzerinde durur. İlkin ilkel toplum aşamasından, ardından sınıflar
mücadelesinin yaşandığı sınıflı toplumlardan geçilerek insanın kendi kaderinin
efendisi hâline geldiği komünizme geçilir. Her bir gelişme aşamasında
proletarya, kendi doğasıyla ilişkili özelliklerini bulur.
Barbarlığın hâkim olduğu öntarihte proletarya, ilkel
komünizmin dayanışma ahlakını ve kardeşlik hislerini bulur. Küçük burjuva, el
işçiliğinde aletlerin ve binaların güzelliğinde kendisini ifade eden çalışma
aşkını keşfeder. Sonrasında gelenler, bu dönemi kıyaslanması mümkün olmayan
şaheserlerle yüklü olarak değerlendirirler. Ardından egemen olan burjuvazide
dünya yazınının en büyük eserlerinde ifade edilen ve insanın haklarını dile
döken özgür olmanın gururunu keşfeder. Kapitalizmde ise teknoloji yoluyla
insanın doğaya ve kaderine hâkim olmasını sağlayan doğa biliminin paha biçilmez
gelişimini, doğanın bilgisini edinir.
Tüm bu dönemlerin ortaya koyduğu eser dâhilinde bu
muhteşem karakter özelliklerine zorbalık, batıl inanç ve bencillik eşlik eder.
Bizim mücadele ettiğimiz tam da bu günahlardır. Bunlar bizim önümüzde engel
olarak duran, nefret ettiğimiz unsurlardır. Bizim tarih anlayışımız bize eksik
yönleri büyümenin doğal aşamaları, insanların, anlaşılamayan bir toplumda, her
yönüyle güçlü bir doğada henüz tam manasıyla insan olmayan varlığın hayat
mücadelesinin bir ifadesi olarak görülmesi gerektiğini öğretmektedir.
Özgürleşmiş insanlık için o muhteşem ve etkileyici
şeyler zayıflığın bir sembolü olarak kalacak, ama aynı zamanda güçlü olmanın
hatırlatıcısı ve dikkatle korunmaya değer unsurlar olacaklardır. Bugün her şeye
burjuvazi sahiptir ama bizim için tüm o şeyler her türlü zarar ziyandan korunup
gelecek kuşaklara devredilmesi amacıyla özgürleştirilmesi gereken, bütünüyle
kolektife ait birer maldır.
Anton Pannekoek
1933
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder