Çok iyi bilindiği üzere, Türk liderlerinin bölgede
uyguladığı ve “komşularla sıfır sorun” olarak bilinen fiilî dış politikası
tümüyle başarısız oldu, esasında “komşularla sıfır ilişki” konumuna geldi. Türk
füzelerinin Rus askerî uçağını düşürmesinden sonra Rus-Türk ilişkilerinin
bozulması, Türkiye’nin sınırları dâhilinde politik manada tecrit olma sürecini
nihayete erdirdi. Bugün ülkeye sınırı bulunan neredeyse tüm devletler, Türkiye’nin
ya düşmanı ya da rakibi (Suriye, Irak, İran, Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan).
Tek istisna, Irak Federasyonu’na ait bir yapı olarak Irak Kürdistan’ı ile
Türkiye arasındaki iyi komşuluk ve karşılıklı fayda üzerine kurulu ilişkiler.
Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkiler de önemli ölçüde bozuldu, hatta
merkezdeki yetkililerin izni olmaksızın Ninova kentine ağır silâhlar ve zırhlı
araçlara sahip askerî birlikleri getirmek suretiyle Türk yetkililerin ülkenin
egemenliğini ihlal etmesi sonrası ilişkiler daha da kötüleşti. Ankara,
Bağdat’taki İran yanlısı Şii hükümetinden memnuniyetsiz olduğunu açıkça ortaya
koydu. Bu hükümetin Suriye’deki Esad rejimine verdiği destek, meseleleri daha
da içinden çıkılmaz bir hâle soktu.
Genel manada Ankara’nın Suriye ve Irak’ın içişlerine
gizlice gerçekleştirdiği müdahale, Türkiye toprağı üzerinden bu ülkelere
yabancı cihadcıların geçişi, Türk devletinin ve iş dünyasının IŞİD, Nusret
Cephesi ve bölgedeki diğer İslamcı isyan grupları ile petrol, silâh, antik
eserler ile ilgili olarak kurduğu işbirliği ve Türkiye ile Suriye’deki Kürdlere
yönelik yeni başlayan askerî saldırılar hep birlikte hem dünya toplumunun
ekseriyeti hem de geleneksel müttefikleri ABD ve NATO devletlerince eleştiriliyor.
Avrupa Birliği Türk devletinin mültecilerin ve yasadışı göçmenlerin Ortadoğu
ülkelerinden Avrupa’ya geçişini durdurmama konusunda gösterdiği isteksizliğine
veya beceriksizliğine dair hoşnutsuzluğunu dile getirdi. Türkiye’nin bölgede ve
uluslararası arenada giderek yalnızlaşmasına bir de ekonomideki kötüleşme eşlik
ediyor.
Tüm bu hususlar, Ankara’yı bölgede ve dünyada yeni ve
geçici müttefikler ve ortaklar aramaya itiyor. Bunlardan biri de İsrail.
Türkiye, İsrail devletini tanıyan İlk Müslüman devlet. Bu ülkeyle diplomatik
ilişkilerini Kasım 1949’da kurdu. Bugüne dek Türkiye, Yahudilerin diğer etnik
gruplarla eşit temelde politik, insanî, ekonomik ve kültürel haklara sahip
olduğu tek Müslüman devlet. Ayrıca Türkiye Yahudileri, esas olarak ülkenin
müreffeh orta sınıf kesiminin birer parçası. Birbirleri arasındaki ilişkideki
pragmatizm, iki ülkenin uzun süredir çift taraflı bir işbirliğinin sürmesini
sağladı. Bu ilişki, bilhassa ekonomi, turizm, ordu ve teknik konular bağlamında
kuruldu. Emniyet teşkilatları arasında istihbarat paylaşımına bile tanık
olundu. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi yıllık 3,5 milyar dolara
ulaştı. İsrail, Türk piyasasına ihracat yapan ülkeler sıralamasında on yedinci
sırada. Türkiye ise İsrail’in altıncı en büyük ticaret ortağı.
Ancak Türkiye’de iktidara gelen İslamîleşme sürecinin
destekçileri, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi, İslam dünyasında daha fazla
itibar temin etmeye çalıştı ve İsrail ile ilgili düşmanca ifadeler kullanmaya
başladı, zaman içerisinde Siyonist devletle mesafe alındı. Erdoğan, Hamas
lideri Halid Meşal’i Ankara’ya kabul etti. İran’la yakınlaşma ihtimalinden
bahsetti ve İsrail’in 2008-2009’da Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği “Dökme
Kurşun” operasyonunu kınadı. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin
kopmasının sebebi, Mavi Marmara gemisiydi. Gemi, 30-31 Mayıs 2010 gecesi Gazze
ablukasını kırmayı amaçlayan “Özgürlük Filosu”nun bir parçasıydı. Altı gemiden
oluşan filo, tarafsız sularda İsrail komandolarınca durduruldu. İsrail
askerlerine direnen dokuz Türkiye vatandaşı çatışmalarda öldürüldü. 30’u
yaralandı. Meclisteki bir oturumda iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden
gözden geçirilmesine, Türk büyükelçisinin çağrılmasına ve hava sahasının
İsrail’e ait ticari olmayan uçaklara kapatılmasına karar verildi. Bir dizi
ortak askerî proje donduruldu, tatil yerleri İsrailli turistlere kapatıldı.
Sonradan anlaşıldığı kadarıyla, Gazze ablukasının
kırılması fikri tümüyle Türk istihbaratına aitti. Burada amaç, Filistinlilere
insanî yardım götürmek değil, Erdoğan’a İslam dünyasında daha fazla itibar
kazandırmaktı. O dönemde yeni Osmanlıcılık ideolojisi, dış politikanın temelini
teşkil ediyordu. Ankara, askerî olmayan yöntemlere başvurarak, eski Osmanlı
sınırlarında otorite tesis etmeye çalışıyordu. Erdoğan, ülke içinde milliyetçi
ve İslamî gruplar arasında ve Müslüman Sünni (Selefi) dünyada lider olmak için
İsrail karşıtlığı kartını büyük bir hünerle oynamayı bildi. Bu strateji,
Ortadoğu’da geleneksel rejimleri silip süpüren Arap Baharı ile birleşti.
Ancak Esad’ın Alevî rejiminin 2015 sonunda
yıkılacağına, Türkiye’nin İhvan’ı ülkede iktidara taşıyacağına, Suriye’de
İran’ın konumunu alacağına, Irak ve Lübnan’daki konumunu güçlendireceğine dair
beklentiler somutluk kazanamadı. İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak
Batı ile yaptığı anlaşma ve sonuçta Tahran’a karşı uygulanan yaptırımların
kaldırılması beklentisi, bu ülkenin askerî ve ekonomik potansiyelini, ayrıca
bölgedeki nüfuzunu önemli oranda artırdı. Rus Hava Kuvvetleri’nin hükümet
güçleri yanında Suriye’de askerî faaliyete katılması, Erdoğan’ın tüm planlarını
suya düşürdü.
2016 arifesinde Erdoğan, Suudi Arabistan liderleriyle
kurduğu ortaklığı güçlendirmek için Riyad’ı ziyaret etti. İki ülke arasında
kurulan temasın ana başlıkları, Esad’a dönük ortak nefret, bölgede Şii toplumu
ile İran’ın nüfuzunu her tür araçla sınırlama arzusu ve Washington ile kurulan
ittifaktı. Aynı sebepler, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yenilenmesi
sürecini de izah etmektedir. Suudi Arabistan ziyareti esnasında Erdoğan’ın şu
sözleri sarf etmesi asla tesadüf değil: “İsrail, Türkiye gibi bir müttefike
ihtiyaç duyuyor. Kabul etmeliyiz ki bizim de İsrail’e ihtiyacımız var.”
Türkiye-İsrail arası işbirliğinin mevcut koşullar
altında ABD himayesinde yeniden başlaması ve diplomatik ilişkilerin tekrar
kurulması, birçok kesimi memnun ediyor. Aralık 2015’te Türk devleti, ikili
ilişkileri normalleştirmek için İsviçre’de yürütülen müzakerelerde ön anlaşmaya
varıldığını teyit etti. Anlaşmaya göre İsrail, İsrailli komandoların öldürdüğü
insanlar için 20 milyon dolarlık tazminat ödeyecek, Türkiye de bu meselede
İsrail aleyhine açtığı tüm davalarından vazgeçecek. Buna ek olarak, İsrail,
Gazze ablukasını kaldıracak. Bu son madde, Erdoğan’ın destekçileri karşısında
zevahiri kurtarmasını sağlayacak bir başlık. Esasında Gazze’nin deniz sınırında
değişen bir şey olmayacak. Bu noktada İsrail’in diğer müttefiki Mısır’ın
ablukanın kaldırılmasına kesin olarak karşı olduğunu hatırda tutmak gerek. Türk
temsilcilerin iddiasına göre, İsrail’e Gazze’deki ablukanın kaldırılması için
İsrail topraklarında Hamas faaliyetlerine mani olunacağı sözü verildi.
İran’ın Suriye ve bölgedeki konumunun güçlendiği,
Lübnan’daki politik askerî örgüt Hizbullah’ın yeniden canlandığı koşullarda
İsrail, Arap ve Müslüman dünyada yeni müttefikler ve ortaklar bulmayı çok
istiyor. Kısa süre önce Kudüs, Suudi Arabistan’la bağlar ve temaslar kurdu.
Perde arkasında yürütülen gizli diplomasi üzerinden yeni Mısır rejimiyle
kurulmuş olan ilişkiler güçlendirildi. Türkiye, İsrail’in bölgesel güvenlik
sisteminde diğer bir önemli bağ hâline gelebilir. Bugün Türkiye ve İsrail,
ortak çıkar ve temas noktaları konusunda çatışma için gerekli olan zeminden çok
daha fazla zemine sahip. Ayrıca, iki ülkenin işbirliği üzerinden elde ettiği
karşılıklı ticarî ve ekonomik fayda, herkesin malumu. Türkiye, İsrail’in askerî
sanayisine ait geliştirme programlarının ve İsrail gazının Türkiye’ye
getirileceği sualtı boru hattının inşaatı ile Leviathan gaz deposunun
gelişimiyle ilgili uzun vadeli projenin en önemli yatırımcısı. Türkiye
medyasına göre Ankara’nın amacı, ileri teknolojiye dayalı gözlem ve gözetleme
sistemlerini ve modern insansız cihazlarını satın almak, ayrıca, İsrail ile
askerî işbirliği içine girmek.
Stanislav Ivanov
25 Ocak 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder