“Bu kavga en sonuncu kavgadır artık
Enternasyonalle kurtulur insanlık.”
1871’de Eugene Pottier tarafından kaleme alınan “The
Internationale”, sosyalistlerin, komünistlerin, anarşistlerin ve sosyal
demokratların marşıdır. Anti-faşist cumhuriyetçiler, bu marşı İspanya İç Savaşı
(1936-39) esnasında söylemişlerdir.
Bugün Ukrayna’da Enternasyonal Marşı okursanız on yıla
kadar hapis cezasına çarptırılabilirsiniz. Kiev Meclisi, Sovyet rejiminin
“kriminal yapısı”nı reddetmek amacıyla, Aralık ayında bu marşı okumayı suç
hâline getiren bir kanun çıkarttı. Sovyet dönemine ait kartpostalları satmaktan
komünist partiye üye olmaya, oradan Sovyet milli marşını söylemeye dek her
şeyi, SSCB ile bağlantılı tüm sembol ve faaliyetleri cezalandıran bir kanun bu.
Volodymyr Chemerys, son makalesinde dikkatleri bu
kanunun insan haklarını ihlal ettiği gerçeğine çekiyor:
“Komünizmden
arındırma amaçlı bir kanun meclisten geçti. Bu kanun, Avrupa İnsan Hakları ve
Temel Hürriyetleri Koruma Anlaşması’nca güvence altına alınmış bir dizi temel
hak ve hürriyetle çelişiyor. Bu hürriyetler arasında toplanma ve örgütlenme
hürriyeti (11. Madde), ifade hürriyeti (10. Madde) ve konuşma hürriyeti bulunuyor.”
Bu kanun, Nazi ve Sovyet sembollerini birlikte
yasaklasa da ve hafızadan silmeyi öngörse de ikinci bir kanun çıkartılıyor ve
bu, Ukrayna Milliyetçileri Örgütü veya Ukrayna İsyan Ordusu’nun meşruiyetine
halel getiren her tür ifadeyi yasaklıyor. Bu ordu, Ukrayna’nın bağımsızlık
savaşçıları kabul ediliyor. Oysa bunlar, İkinci Dünya Savaşı esnasında
Yahudilerin, Polonyalıların ve diğer halkların katledilmesi ve etnik temizlik
konusunda Nazilerle işbirliği içerisinde olmuş, Sovyet karşıtı devrimciler.
Kanunu kaleme alanlardan biri de Ukrayna İsyan Ordusu lideri Roman Şukeviç’in
oğlu.
Komünizmden arındırma, Sovyet geçmişinin tüm izlerini
silme meselesi için çok para gerek. Sovyetler’in veya komünist kahramanların
hatırasını taşıyan şehir, sokak, park ve diğer yerlerin isimleri değiştirilmek
zorunda. Orak-çekiç ve Sovyet armaları Kiev’deki Anavatan Anıtı’ndan söküldü.
Anıt, Nazi Almanya’sına karşı kazanılan zafere dönük bir saygı ifadesi olarak
dikilmişti. Değiştirilmesi düşünülen bir isim de Dnepropetrovsk şehrinin ismi.
Şehre bu isim, devrimci Grigori Petrovski’yi onurlandırmak adına verilmiş. Diğer
isimse suikasta kurban gitmiş Leningrad merkez komitesi birinci sekreteri
Sergey Kirov’un ismini taşıyan Kirovgrad. Maalesef diğer değişiklikler de
şunlar: “Büyük Vatansever Savaş” hissiz bir ifade olarak “İkinci Dünya Savaşı”
şeklinde değiştirilecek. Batıya uyumlu biçimde bu konuyla ilgili geliştirilen
söylem, Sovyet dönemine ait söylemin yerini alacak.
Bu türden anti-komünist adımların Amerikan kamuoyunu
şoke etmeyeceğinin farkındayım. Zira onlar, Ukrayna’da yeniden yazılana benzer
bir hikâyeyi yetmiş yıldır dinliyorlar. Bu, aslında oldukça basit bir hikâye:
komünistleri akla getirmeye bile değmez. Liberal sol mahfillerde bile tarafsız
bir üslupla komünizmden dem vursanız, hava birden soğuyor. Hafızalarında hâlâ
büyük terör, tasfiyeler, gulag ve totalitarizm gibi kelimeler var ve bunlar,
hâlâ onların zihinlerini kemiriyor. Bunların tümü, Nazilerin işledikleri
suçlardan daha büyük. Stalin’in uyguladığı terör, yüz milyon kişiyi öldürmemiş
miydi zaten?
Bu klişeler ve reklâm cıngılları, muhalefetin yaktığı
ateşi söndürmek için elden ele içi su dolu kova gibi taşınıyor. Farklı bir
gelecek tahayyül etmenin önü alınmaya çalışılıyor. Deneyimin yol açtığı
travmadan bir şeyler öğrenilmesi istenmiyor. Resmi söylemin dile getirdiği
“gerçekler”in sorgulanmasına karşı çıkılıyor. Bu akıl, herkesi ele geçiriyor.
Orduya veya polise bile gerek yok. Dünyayı maniheist bir yoruma tabi tutmak,
onu iyi-kötü şeklinde ikiye bölmek, faşizmin ilk sömürgesi. Bu anlayış,
gerçekliği masallaştırıyor. Kahramanlara ve canavarlara ihtiyaç duyuyor.
İmgelemi hassas ve canlı olan çocuklara iyi geliyor. “Renkli bir şeytan”dan
korkulması isteniyor. Duygusal bütünlüğümüz deneyim yoluyla parçalanmadığı
sürece, zihnimizde soyutluk dâhilinde yaşayıp gidiyoruz. Ne kadar garip olursa
olsun, bugüne kötü niyetli ve oportünist bir biçimde uyum sağlıyoruz.
Ben şanslıyım bu konuda. Dünyadaki birçok insan gibi
tarihle somut bir ilişkim söz konusu. İnsanın canını acıtan, nesillerin
bedeninde yaralar açan bir tarih bu. Faşistler büyük babamı öldürdü (1932).
Anti-faşist olduğu için mallarına el koydular ve ailesini açlığa, sefalete
mahkûm ettiler. Ölümü resmî kayıtlara intihar diye geçti. Boğazı kesilmişti.
Partizanlar ise faşistlere casusluk yaptığı için dedemi öldürdüler (1943),
ellerini dikenli telle arkadan bağladılar. Öylece bir mağaraya attılar. Halkın
adaleti işte.
Tarih hafızadır, çoğunlukla acıklı, bazen de komiktir.
Köyüm İtalya-Yugoslavya sınırındaydı. Tito’ya bağlı partizanlarca kurtarıldı.
Kurtaranları duvarlara yazdığımız “Smrt fasizmu; sloboda narodu”
[Faşizme Ölüm Halka Hürriyet] sloganı ile selamladık. Bu kelimelerin altında
Tito’nun bir resmi asılıydı, etrafında arkadaki çiftlik evinin bahçesinde
bulunan dut ağacından kopartılmış yapraklar. Partizanlar köye yaklaşırlarken
annem ve teyzem ağladı, erkeklere seslenip Tito’nun resmini indirmesini
söylediler, zira yaprakları inek yemişti. Partizanlar cesur insanlardı ama
Balkanlar’dan gelen yabancı Slavlardı. Bu durum köylüleri kızdırabilirdi.
Sonrasında İtalya’da, kırklarda ve ellilerin başında kasabaların sokaklarından
cenaze alayının “Bandiera Rossa” [“Kızıl Bayrak”] çalan bando eşliğinde
mezarlığa gitmesi bir gelenek hâlini aldı. Tabutun üzeri kızıl orak-çekiç
bayrakla örtülüyordu. Alayın önünde bir rahip ve onun yardımcılığını yapan
çocuklar, ellerinde tütsülerle yürüyorlardı.
Demek ki tarih, toplumu bir arada tutan, gözyaşı ve
kahkahalardan, karanlık ve ışıktan, anımsama ve unutmadan oluşan, karmaşık ve
tutkulu çelişkilerin en yoğun yaşandığı anların ördüğü bir bağ. Tarih hakkında
yalan söylemek, bu bağı koparmak, toplumları bölmek demek. Tarih, çoğunlukla ve
özellikle insanların aldatıldığı, baskılara maruz kaldığı dönemlerde, kendisini
roman dâhilinde ifade ediyor, zira tarih, karakterlerin hayatlarında mevcut
zaten. Bu karakterler, olayların gelgiti içerisinde debelenen insanları temsil
ediyorlar. Onların sahip oldukları anlam, sadece yaşadıklarında aşikâr hâle
geliyor. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Elsa Morantes’in Tarih’i,
Chinua Achebe’nin Dağılan Şeyler böylesi romanlar.
Özellikle savaşta abartılı, zorlama şeyler
yaşanabiliyor. Hikâyeler güvenilir hâle sokmak zorunda bu gerçekleri. Poetika’sında
Aristo, abartılı olan konusunda uyarıda bulunuyor. Ne pahasına olursa olsun bu
tip durumlardan uzak durulmasını telkin ediyor. Aristo, Sofokles’in “Hükümdar
Ödipus”unu ihtimalin en kusursuz örneği olarak öne çıkartıyor. Onda her bir
unsur arasında belirli bir denge buluyor. Karakterler, konu, kurgu, manzara vb.
arasında denge söz konusu. Oysa bu hikâye, ihtimal dışına ve düşünülemez olana
dair. Baba katline ve enseste yol açan tesadüflerle ilgili. Sanat, hikâyeler
Delphi Kâhini’ni (kader, tarih) açık, güçlü ve hakikatli konuşmaya zorlamak
zorunda, yoksa dünyada kaos ve kakafoni hâkim olur.
Ukrayna ve Batı’da geçmişe veya bugüne ait hikâyelerin
hiçbirisine güvenilemez. Örneğin ABD’de terörizm adına hükümetimize
özgürlüklerimizi elimizden alma ve dünyanın ırzına geçme yetkisi veriyoruz.
Oysa terör, zorlama bir hikâye. Görünüşü ayrıcalıklı kılıyor. Konusu tutarsız.
Karakterleri anonim, birbirinden ayrıştırılamaz, insanlık dışı. Ortada binlerce
kar maskesi, sayısız sarık var. ABD’de bir insanın terörizmin kurbanı ihtimali
yüzde 0,00003, buna rağmen komşum evinin arka bahçesinde IŞİD tarafından
öldürülmekten korkuyor.
2002’de Eric Hobsbawm, “tarih, alabildiğine icat
edilen bir şey. Bugün tarihçilere, bilhassa şüpheci tarihçilere sahip olmak her
zamankinden daha önemli” diyor. Görev bilinciyle, mesleklerinin gereğini yerine
getirerek, Ukrayna konusunda uzman, yetmiş uluslararası tarihçi Petro
Poroşenko’ya hitaben bir açık mektup kaleme aldı. Mektupta bu tarihçiler, Nisan
2015’te önerilen kanun tasarılarının imzalanmamasını istediler:
“Her
iki kanun da epey rahatsız edici olabilecek sonuçlara yol açma ihtimaline
sahip. Bu kanunlar, Ukrayna tarihinde en korkunç etnik temizlik eylemlerinden
biri dâhilinde on binlerce Polonyalıyı katleden bir örgütü (Ukrayna İsyan
Ordusu’nun –UPA) meşruiyetini sorgulamayı suç hâline getirmekle kalmayacak,
ayrıca 1941’de Sovyet işgali sonrası Nazi Almanya’sı ile işbirliği yapan ve iki
savaş arasında Batı Ukrayna’daki en aşırı politik gruplardan biri olan Ukrayna
Milliyetçiler Örgütü’nü her türden eleştiriden muaf hâle getirecek. Ayrıca bu
örgüt, Ukrayna’daki Yahudi karşıtı pogromlarda yer almış, Melnik hizbi
üzerinden savaş boyunca işgal rejimi ile ittifakını sürdürmüştür. […] Tarihin
kanun veya idare yoluyla saptırılması, akademik soruşturmanın en temel amacına,
hakikat arayışına yönelik bir saldırıdır. Tarihsel hafızaya yönelik her türden
resmî saldırı, insafsızlıktır. Güç ve ihtilaflı meseleler tartışma konuları
olarak kalmalıdırlar. Kızıl Ordu içinde yer alıp Nazilerle savaşırken ölen bir
buçuk milyon Ukraynalı saygıyı hak etmektedir. […] Oldukça önemli bir tarihsel
olay olarak Nazi Almanya’sına karşı zafer elde etmiş olanlar ne suçlanmalı ne
de bu milletten dışlanmalıdır.”
Esasında tarihsel hakikat, bugün her zamankinden daha
acil bir gerekliliktir. Şurası açık ki geçmişin ırzına geçmek, halkın
çoğunluğunun çıkarına olmayan, gayrimeşru ve istenmeyen bir geleceği dayatmak
demektir.
Tam da Hobsbawm’ın ifadesiyle, yeni yüzyıl fırtına
ekmektedir:
“Geçici
bir hava tahmini: yirmi birinci yüzyılda savaş, muhtemelen yirminci yüzyılda
olduğu gibi öldürücü bir nitelik arz edecektir. Ama silâhlı şiddet, yoğun çile
ve kayıp, her zamanki gibi her yerde var olacak ve salgın gibi her yere
yayılacaktır. Barış yüzyılı uzak bir ihtimaldir.” [2002]
Sahte tarih, bir tür kitap yakma eylemidir. Devlet,
kitapları yakar, insanlar da onu izler. 2 Mayıs 2014’te Odessa’daki Sendika
Binası’nın yakılması, bunun bir örneğidir. Bina, Kiev’deki Neonazi çeteleriyle
bağlantılı cunta eliyle ateşe verilmiştir. Aralarında kadın ve çocukların da
bulunduğu yüzden fazla insan ölmüştür. İşte bu, gerçek tarih ve gerçek
terörizmdir. Tüm bu yaşananları medya görmezden gelmiştir.
Luciana Bohne
26 Ocak 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder