Bunu anlamak için bu genç kardeşimizin kölelik
dönemindeki “ev kölesi” ve “tarla kölesi” sözlerinden kastına bakmanız
gerekiyor. İki tür köle vardı: ev kölesi ve tarla kölesi. Ev kölesi efendisinin
evinde yaşar, güzel giyinir, iyi de beslenirdi çünkü onun yemeğini yerdi; ondan
arta kalanları… Çatıda yahut bodrumda kalsa da efendisine yakın bir yerde
yaşardı. Efendisini, efendisinin kendisini sevdiğinden çok severdi. Eve bir şey
olsa kurtarmak için eve efendisinden hızlı koşardı. Efendisi “burada güzel bir
evimiz var.” dediğinde “evet, burada güzel bir evimiz var.” derdi. Efendi ne
zaman “biz” dese o da “biz” derdi. İşte ev kölesini bunlardan çıkarabilirsiniz.
Efendisinin evi alev alsa, yangını söndürmek için
efendisine kıyasla canla başla mücadele ederdi. Efendisi hastalansa “ne oldu
efendim, hasta mıyız?” “Hasta mıyız?” Efendisiyle arasında öyle bir bağ
bellerdi ki efendisi kendisine böyle bir bağ beslemezdi. Olur da ev kölesine
yaklaşıp “hadi gidelim, kaçalım, firar edelim.” diyecek olursanız dönüp size
bakarak “aklını kaçırmışsın sen. Ne demek ‘kaçalım’? Bundan daha iyi ev mi var?
böyle iyi elbiseleri başka nerede giyerim? Böyle iyi yemekleri başka nerede yerim?”
cevabını verirdi. İşte ev kölesi buydu. O zamanlar kendisine “ev esiri”
denirdi. Bugün de biz onlara böyle sesleniyoruz çünkü buralarda hâlâ ev
esirleri var.
Bu modern ev kölesi efendisini pek sever. Yanında
yaşamak ister. Efendisinin yanında yaşayıp “buralardaki tek köle benim.”, “ben
bu işte tekim.”, “bu okula giden bir ben varım.” diye böbürlenebilmek için evin
ederinin üç katı parayı vermeye hazırdır. Sen ev kölesinden başka bir şey
değilsin. Biri gelir de sana “kaçalım.” derse, tarladaki ev kölesinin
söylediğini söylersin. “Ne demek ‘kaçalım’? Amerika’dan, bu iyi beyaz adamdan
mı? Başka nerede böyle iyi bir iş bulacaksın?” İşte böyle cevap verirsin. “Afrika’da
bana ait bir şey bırakmadım.” dersin ama aslında aklını Afrika’da bıraktığını
bilmezsin.
O tarlada bir de tarla kölesi vardı. Tarla köleleri
çoğunluktaydı. Her zaman ev kölesinden çok tarla kölesi vardı. Azarı işiten,
arta kalanları yiyen tarla kölesiydi. Evde yemek içinde yüzülürdü. Tarla
kölesinin gözü o havuzdan dışarı sıçrayanlardan başka bir şey görmezdi.
Şimdilerde “bumbar”, “kokoreç”, “zarajos” diyorlar buna. O zamanlar bu
yediklerine “bağırsak” derlerdi. İşte siz buydunuz: bağırsak yiyenler. Bugün
hâlâ bazılarınız birer bağırsak yiyen.
Tarla kölesi sabah akşam dövülürdü. Barakada, kulübede
yaşar; eski, kullanılıp atılmış giysiler giyerdi.
Efendisinden nefret ederdi. Evet, “nefret ederdi”
dedim. Tarla kölesi zekiydi. Ev kölesi efendisini severdi ama hatırlayın, Tarla
kölesi çoğunluktaydı ve efendisinden nefret ederdi. Ev alev alsa söndürmeye
çalışmaz yel çıksın, rüzgâr essin diye; efendisi hastalanınca da ölsün diye dua
ederdi. “Hadi gidelim, kaçalım.” dense “nereye?” değil, “her yer buradan
iyidir.” derdi. Bugün Amerika’da tarla köleleri var. Ben bir tarla kölesiyim.
Çoğunluğu tarla kölesi oluşturuyor. Bu adamın evi yansa zencilerin “hükümetimizin
başı dertte.” diye değil, “hükümetin başı dertte.” diye konuştuğunu duyarız.
Bir zenci düşünün, “hükümetimiz” diyor. “Astronotlarımız” diyenini bile duydum.
Ona mekik yüzü bile göstermezler, astronotlarımızmış. Donanmamızmış. Bu köle
çıldırmış, aklını kaçırmış.
Köle efendisi nasıl ki zamanında ev kölesi Tom’u tarla
kölelerini kontrol altında tutmak için kullandıysa, bugün o aynı köle
efendisinin modern Tom Amca’dan başka bir şey, yirminci yüzyılın Tom
Amcası’ndan başka bir şey olmayan köleleri var; seni, beni kontrol altında
tutmak; pasif, sus pus yapmak ve uysallaştırmak için. İşte Tom seni
uysallaştırıyor. Sanki dişçiye gidiyorsun, adam dişinizi çekecek. Çekmeye
başlayınca boğuşacaksınız diye sana bir şey yapmadıklarını sanman için ağzına
“novocaine” diye bir şey fışkırtıyor. Orada oturup acı çekiyorsun ama ağzın
novocaine ile dolu diye çıtını çıkarmadan. Ağzın kanla doluyor fakat ne
olduğunu bilmiyorsun çünkü birisi sana acı çekmeyi öğretmiş; çıtını çıkarmadan.
Beyaz adam kafana vurup senden faydalanmayı ve senin
de karşılık vermenden korkmamayı istediğinde sokakta sana aynısını yapıyor.
Karşılık vermeni engellemek için novocaine gibi çıt çıkarmadan acı çekmeyi bize
öğretmesi için yaşlı dindar Tom Amca’ları çağırıyor. Acı çekmeye devam edin ama
çıt çıkarmadan. Aziz Cleage’ın belirttiği gibi, “bırak, kanın sokaklarda
aksın.” diyorlar. “Ayıp!” biliyorsunuz, kendisi Hristiyan bir vaiz. Onun dili
ancak buna varıyorsa artık ben ne derim siz düşünün.
Kitabımız Kur’an’da bize çıt çıkarmadan acı çekmeyi
öğütleyen hiçbir şey yoktur. Dinimiz bize zeki olmayı öğütler. Barışçıl olmayı,
efendi olmayı, kanunlara uymayı, herkese saygı göstermeyi ama birisi seni
hırpalayınca da onu mezarlığa göndermeyi… İşte bu güzel bir dindir. Aslında
eski zaman dinidir bu. Annemiz ve babamızın bahsettiği dindir. Göze göz, dişe
diş, kelleye kelle, cana can. Güzel bir dindir bu. Seni yem yapmak isteyen kurt
dışında kimse bu dinin öğretilmesine kızıp rahatsız olmaz.
Amerika’daki beyaz adam böyledir. O kurttur, sen de
onun kuzusu. Ne zaman ki bir çoban, bir papaz sana, bana beyaz adamdan hem
kaçmayı hem de ona karşı koymamayı öğretirse o senin benim için bir hain olur.
Hayatını feda etme. Evet, hayatını koru; sahip olduğun en iyi şey budur.
Hayatından vazgeçeceksen de ödeşip vazgeç.
Köle efendisi Tom’u alıp giydirdi, yedirdi hatta
eğitti ama birazcık; ona uzun bir paltoyla silindir şapka verdi, diğer bütün
köleler de ona hayran oldu. Sonra da Tom’u onları kontrol etmek için kullandı.
O zamanlarda kullanılan aynı strateji bugün aynı beyaz adam tarafından
kullanılıyor. Bir köleyi alıyor ama sözde bir köle. Sonra onu öne çıkarıyor,
emelleri doğrultusunda destekliyor, reklâmını yapıyor, onu meşhur ediyor. Sonra
da o, kölelerin sözcüsü, bir köle lideri oluyor.
Çeviri: Ferhat
Uçar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder