Tarih güçlü bir silâh. Bu silâhın namlusuna barutu
ıslak, tek atımlık bir mermi sürmek hiçbir işe yaramıyor. Islaklık, gündelik
olanla münasebetten; tek atımlık, biriciklik ve özgünlükten kaynaklanıyor.
Bundan on bin yıl öncesine ait ilişkileri bugündeki
kadın hâliyle okuyorlar ve feminizmlerine buradan tarihsel dayanaklar
buluyorlar. Özcülük, bugünü koruma-kollama görevinden sûdur ediyor. Bugün nasıl
yaşıyorsa, ne ise, ona göre bir öz belirleniyor, tarihsel veriler, o özün
etrafında tavaf ettiriliyor. On bin yıl öncesinde bugünün kadını görülüyor.
İlkokul bilgisiyle “parayı Lidyalılar buldu” denilip bugünkü para ona göre
anlamlandırılıyor. Aradaki iktisadi dönüşüm iptal ediliyor. Aslında en iyi
hâliyle bugünkü para on altıncı yüzyılın Hollandalı bankerlerinin icadı.
Aynı özcülük, İslamî kesimde de baskın. “Hz. Muhammed
de ticaret yapmış, ben yapmışım çok mu?” deniliyor ama o ticaretle bugünkü
ticaretin alakasının olmadığı görülmüyor. Zaten teori ve tarih, bugünü
zırhlandırma, kılıflandırma, koruma amacıyla ele alınıyor. Bu korumayı
sağladığı için Müslüman ya da solcu olunuyor.
Antropoloji kitaplarında “kadın” geçen yerleri
kendisine indirgeyerek okuyorlar. Sonra o hülyalı dünyanın baskın kadın
karakterini bugünde gerçeğe dökebileceklerini zannediyorlar. O kadınla bu
kadının bir alakası yok.
Amerika kıtasının keşfiyle birlikte Avrupa’da uzun
süre yerlilerin hayatlarını anlatan kitaplar epey bir süre ilgi görmüşler.
Komünizm fikriyatında böylesi bir çocuksu temel var. Marksizm, biraz da bu
nahifliği kırmak demek. Öze yerleştirilen komünün bugüne el sürmemesine dair
bir itiraz. Bugünde onu değil, onun üzerinden bugünde yarını bulmak.
Aynı özcülüğü, TV’de Diriliş dizisini izlerken
“aslında Osmanoğulları Kürd aşiretiydi” diyenler de yapıyor. Demek ki özcülük,
bugünün ilişkileriyle yakından alakalı. Neo-Osmanlıcılık ve AKP dolayımı ile
bugüne dair bir hamle yapılmış oluyor. Aynı hamle, bundan üç yüz yıl öncesinin
Kürd’ünü bugüne bağlamakla da yapılıyor. Bu, aradaki dönüşümleri, sıçramaları,
kırılmaları düzlemek ve kendi benliğini huzura kavuşturmak için tercih edilen
bir yol. Düzleme işlemi aşka, aşkına, bilinmeze dair her şeye karşı bir savunma
yöntemi.
Kürdler, “bu zulme karşı yanımızda olun, olmazsanız
ayrılırız” diyorlar “Batı”ya. Batı ise KP sekreteri Kemal Okuyan’ın ağzından
çıktığı biçimiyle, “bu savaşı biz başlatmadık ki” diyor ve özünde “ne hâliniz
varsa görün” demiş oluyor. O başlatmadığı, kendi özünü kesmeyen, bugünkü hâlini
aşan her şeye düşman. Öyle oldu, öyle yetişti.
Batı, her daim işlettiği özcülüğünde öze bu devleti,
onun milletini, sınırlarını, ideolojisini koyuyor. Çünkü özcülük, aşka ve
aşkına bağlanmamanın en güvenli yolu. Bugün onda mutlaklaşıyor, hiçbir şeyin
değişmeyeceğini o fısıldıyor. Özü sürekli anımsatma, en fazla egemenlerle bir
pazarlık biçiminde seyrediyor. Egemenler, özü aşan ne varsa yok etmeyi özcüler
eliyle mümkün kılıyorlar. Kadıncılık, bu noktada kadının intiharı oluyor
örneğin.
İslamcı kesim de benzer bir özcülükten muzdarip. Orada
da artık aşka ve aşkına yer yok. İsrail ve Türkiye’de aynı günlerde Noel
karşıtı çağrılara tanık olunması tesadüf değil. Aşırı sağcı Siyonist ile Sünni
aynı dile örgütleniyor. Bugünü muhafaza etmek için geçmişte bu topraklardan
sürdüğü Hristiyan’ın gölgesine saldırıyor. Yılbaşı endüstrisi tam da bunu
emrediyor. Devlet, toplum, millet, ümmet ile ilgili tüm derdi, özcülük
üzerinden bireysel alana kapatılıyor. “Allah insanları iddialarından vuruyor.”
[İsmet Özel]
İsrail ile anlaşmanın yarattığı rahatsızlıkta bazı
Müslümanlar, hemen devleti savunan bir konum alıyorlar ve “İsrail ile anlaşmak
Gazze’yi rahatlatacaktır” diyorlar. Ne Gazze umurlarında ne de ümmet oysa! O
mutlak özün yatay düzlemde rahat hareket etmesi yeterli. Dikey boyutta olmaksa
artık hükümsüz. Geleceğe dair kolektif bir talepte bulunmak, İslamcının
kitabından silinmiş durumda. O, ancak mevcut hâli koruyacak bir bekçi olabilir.
Bugün bu özcülük, sosyal medyayı çok sevdi. Her olgu
ve olayı o özün önünde eğdirme imkânına kavuştu. Tarihteki sıçramalar,
değişimler, kırılmalar özcülükte ilga edildi. Özcü yaklaşım, teoriyi ve tarihi
düzledi. Bunu bugünde rahatlamak için yaptı. Mesele, kimlikçi siyasete karşı
sınıfçı siyaseti çıkartmak değil. Her ikisini de kesen özcülük yanılsamasını
bertaraf etmek.
Geçmişte “devrim TV’de yayınlanmayacak” denilirdi. TV,
etrafına dizilmiş bir grup, bir aile demekti. Bugün o aile fertlerinin elinde
bir medya var ve sosyalleşme, o öze üvey kardeşler arayarak cereyan ediyor.
Devrimse kolektife, çoğalmaya, aşka ve aşkına mecbur. Onun sosyal medyada anlık
girdi olarak yer bulmak dışında bir imkânı bulunmuyor.
Eren Balkır
23 Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder