Pages

03 Kasım 2015

Neden Hıristiyan Komünistim?

Bana muhtelif durumlarda ve sıklıkla düşüncemin, inancımın ne olduğu sorulur. Bense bu soruyu “Hıristiyan komünistim” diye cevaplarım. Bir grup Çinli öğrenci ve uzmanla Marksizm hakkında konuşuyor da olsam, genç anti-kapitalist eylemcilerin veya sendikacıların toplantısında ya da geleneksel Marksistlerin kongresinde, hatta bir grup dindarla da konuşuyor olsam bu cevabım ister istemez bir soru yağmurunu tetikliyor. Hıristiyan ve komünist -bunlar iki ayrı kutup değil mi? Komünistler ve komünist ülkeler dine onun ‘halkın afyonu’ oluşundan dolayı karşı değiller mi? Hıristiyanlar ‘ateist’ komünizmin doğrudan doğruya karşısında değiller mi? Bu sorular, hem de en ummadığınız yerde, çoğunlukla teolojik konuların girift yanlarına dair sorulara dönüşüyor.

Bu yüzden karşılaştırılamaz görünen bu terimlerin buluştuğu kavşağa işaret etmek istiyorum. Öncelikle Hıristiyan komünizminin uzun ve canlı bir tarihi olduğunu belirtmek gerek. Bu tarih Engels (1894-95 [1990]), Rosa Luxemburg (1970 [1905]) ve Karl Kautsky (2007 [1908], 1976 [1895–97]-a, 1976 [1895–97]-b; 1977 [1922]) gibi Marksistlerce netlikle serimlenmiş ve bugüne kadar da birçok eleştirmen tarafından ayrıntılandırılıp genişletilmiştir. Bu, iki bin yıllık bir tarihtir ve elbette çağdaş sosyalizmi önceler. Kurucu mitolojik önermeleri Yeni Ahit’in Elçilerin İşleri kitabının ikinci ve dördüncü bölümlerinde, yani ilk Hıristiyan topluluğunun “her şeyde ortaklaştığı”nın anlatıldığı yerdedir. İfade tam olarak şöyledir: “İmanlıların tümü bir arada bulunuyor, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı.” (Elçilerin İşleri 2:44–45)

Bu, oldukça basit gelebilir, sözkonusu olan bugün bile görülen türden bir komündür. Bununla beraber bu alçakgönüllü çabanın devrimci bir anlamı olduğu zamanlar da olmuştur. Örneğin on altıncı yüzyılın başlarında Alman devletlerindeki Köylü Devrimi’nin liderlerinden Thomas Müntzer omnia sunt communia -her şey müşterektir- sözünü hareketin sloganı hâline getirmişti. Hatta ona göre Hıristiyanlığın mesajı şuydu: “İnancımızın hayata geçirmeyi arzu ettiğimiz esaslarından biri her şeyde ortaklıktır [omnia sunt communia], her şey durumun gereklerine ve herkesin muhtelif ihtiyaçlarına göre pay edilmelidir”. (Kautsky 1987, 130). Bugün bu İncil emrine riayet ederek yaşam süren Hıristiyan topluluklar biliyorum; bu toplulukla kendilerini bu kadim Hıristiyan komünizmi geleneğinin parçası addediyorlar.

Biz yine Thomas Müntzer’in tebliğine dönelim, zira şunları ekliyor Müntzer: “Hangi prens, kont ya da baron kendisine hakikat ısrarla tebliğ edildiği halde onu kabule yanaşmazsa kellesi uçurulacak ya da asılacaktır” (Kautsky 1987, 130). Ben bunu oldukça açık bir devrim çağrısı olarak okuyorum; bu çağrı türlü biçimler alabilir ama mutlaka yönetici sınıfın kolektif faaliyetlerinden alıkonmasını gerektirir. İnsanları ortaklaşarak yaşamaya, ortak mülkiyete ve kolektifin gerçekte ne anlama geldiğini keşfetmeye teşvik etmek işin bir yönü. Diğer yönü ise devrimdir. Eğer yalnızca muhtelif komünal yaşam biçimlerine yönelik bir arayışa odaklanırsak mevcut durum içinde fazlaca rahat hissetme tehlikesi belirir. Ya başta karşı çıktığımız duruma ayak uydurmuş bir hücreye dönüşürüz ya da kendimizi mümkün olduğu kadar o durumdan çıkarmaya uğraşırız. Her iki durumda da devrimci bir gündemi, yani sistemin kendisini değiştirme gerekliliği ile niyetini bir kenara koymuşuz demektir.

Artık reformistizdir; onu mevcut anda daha yaşanılır kılmak üzere sistemin küçük parçalarını düzeltmekle uğraşırız. Reformu bir yana bırakalım demiyorum, ama reformun her daim devrimci bir gündemin ışığında ele alınması gerektiğini söylüyorum. Ancak o zaman reformların bir anlamı olur; zira o durumda bize sürekli devrimin gerekliliğini hatırlatır ve devrim hedefine hizmet ederler.

Şu hâlde devrim Hıristiyan komünist geleneğin diğer ana bileşenidir. Hıristiyanlığın metanoia çağrısı, yani toplumsal, iktisadî ve kişisel düzlemlerde bir yön değişikliğine davet eden çağrı göz önüne alındığında olağan olan da böyle olması değil mi? Bu çağrı son yıllarda genellikle bir ‘tövbe’ çağrısı olarak anlaşılır oldu, öyle olunca da böyle bir dönüşümün zengin toplumsal boyutları yadsınmış oluyor. İki bin yıllık uzun Hıristiyan tarihi boyunca bu çağrı ve İncil’in kendisi birbiri ardına devrimlere ilham verdiler. Waldocular[1], Havari Kardeşliği[2], Lollardlar[3], Taborlular[4], Thomas Müntzer’in yanında yer alan köylüler, kuzey Hollanda’daki ve Münster’deki Anabaptistler, Rus devrimindeki Tanrı-arayanlar ve Tanrı-yapıcılar[5], Çin devrimindeki Hıristiyan materyalistler[6], 12. yüzyıl başlarının radikal Hıristiyan sosyalistleri, 1970’li ve 1980’li yıllarda Latin Amerika’daki gerilla rahipler… bu liste uzar gider. Aslına bakılırsa böylesi bir liste konuyu benim Hıristiyan komünist olmamın diğer bir nedenine getiriyor: dört başı mamur bir devrim henüz gerçekleşmemiş değil, böyle devrimlerin uzun bir tarihi var. Bu devrimlerin çoğunun hatalar işlediği doğru şüphesiz; ancak birçok başarılar elde ettikleri de doğru. Her iki durumda da bu eski örneklerden öğrenecek çok şeyimiz var.

Hıristiyan komünizminin diğer yönlerini de kısaca ele almak isterim. Evvela, sözkonusu geleneğin mücadele ettiği eski-yeni gerilimi var. Yani devrim (metanoia) ile ilgili fikirlerin bir sonucu olarak geçmişten radikal bir kopuş ile geçmişin devrimden sonra da birçok biçimde devam ettiği gerçeği arasındaki gerilim. Bir devrimi gerçekleştirdiğinizde eskiye dair her şeyi yıkıp yeniden mi başlarsınız? Birçokları, alaşağı edilen her şeyin yoz ve bozulmuş olduğu ve bunların yeni uğruna süpürülüp atılması gerektiği düşüncesiyle bu yaklaşımı benimsemişlerdir. Ya da eskinin enkaz ve artığından tamamen farklı bir şey yaratmak üzere istifade mi edersiniz? Gidenin, yani eskide kalanın en iyi yönlerini alarak diyalektik bir dönüşüme girişir ve böylelikle insan yaratıcılığı ve hayal gücünün yeni bir düzeye çıkmasını mı koşullarsınız? Ben her iki unsurun da radikal bir kopuş ile bir süreklilik hissinin birbirleriyle yaratıcı bir etkileşim içinde korunduğu bir gerilim dâhilinde bir arada tutulmasını öneriyorum. Örneğin Rus devriminin ardından bazıları eski düzenden kalan her şeyi yok etmek istediler, diğerleriyse sosyalizmi kurmak üzere o düzenin en iyi yanlarını saklı tutmak. Bu mesele bizi Hıristiyan komünist hareketlerin geleneği ile karşı karşıya getiriyor: her devrim kendisinin tamamen yeni olduğuna inanır, ancak böyle bir devrimler geleneğinin varlığı geçmişin bir yönüyle şimdide sürmekte olduğuna delalet eder.

Başka bir mesele de Hıristiyanlık dâhil birçok dinin muhafazakârlığıyla ilgili. Bu dinler hangi tiran iktidardaysa onu destekleyip meşrulaştırmaya can atarlar, özellikle de bu tiran sözkonusu dindense ve ona sahip çıkıyorsa. Bu durumun sözü edilen tutumun tam karşıtını sergileyen Hıristiyan komünizmi ile ilgisi ne olabilir? Bazıları Hıristiyan komünizminin Hıristiyanlığın gerçek hakikati olduğunu, onun özünü teşkil ettiğini ve mevcut iktidarlarla kirli ilişkiler geliştirenlerin o dinin hakikatinden ödün vererek ona ihanet ettiğini iddia ediyorlar. Ben meselenin bundan daha karmaşık olduğunu söyleyeceğim. Hıristiyanlık gibi bir din devrimci ve reaksiyoner taraflar arasında kalmıştır; bu, onun Roma İmparatorluğu döneminde içinde bulunduğu gerilimlerle ilgilidir. Sonuç olarak, tarihi boyunca, aradaki muhtelif varyasyonlarla birlikte, bu iki seçenek arasında gidip gelmiştir Hıristiyanlık. Buradaki bityeniği şudur: Hıristiyanlığın tarihinden ve kutsal metinlerinden her iki yaklaşım için de meşruiyet devşirilebilir. Yani bu anlamda her ikisi son derece ‘meşru’dur. Bundan şu sonuç çıkar: bu mücadelede insan safını belirlemek durumundadır. Benim hangi safta olduğum açıktır herhalde.

Son olarak, Hıristiyan komünist geleneğin birçok insana çekici gelmeye devam etmesinin nedenlerinden birinin benim din ile politika arasında çevirmenlik yapmak olarak isimlendirdiğim bir özelliğe sahip olması olduğunu ileri süreceğim. Çeviri derken, biri diğerine üstün olmayan ya da ikisi de mutlak olmayan iki kod ya da dil arasındaki etkileşimi kastediyorum. Çeviri işine bulaşmış olan herkes bilir ki yüzde yüz çevrilebilir bir terim yoktur. Uygunluk her zaman kısmidir. Her zaman bir şeyler havada kalır. Bu, iki terimin kesişmesinin çeviri sürecinde terimlerin anlamca genişlemesine, anlamın zenginleşmesine yol açabileceği anlamına da gelir. Radikal politika ve din birbirlerine çevrilebilir görünmektedirler: devrim ve mucize (ve metanoia), adalet ve Tanrı’nın yasasına uyma, toprak reformu ve Tanrı’nın mülkü olarak toprak, özel mülkiyetin kaldırılması ve bütün kötülüklere giden yol olarak para vb. kavram çiftlerini düşünün. Aslına bakılırsa anahtar Hıristiyan komünist terimlerin çoğunun kaçınılmaz olarak radikal politik imaları bulunur. Bu politik ima gerek politik terimlerde gerekse dinsel terimlerde ifade bulabilir. Marksistlerin ve diğer radikallerin kendilerini durup durup dinle ilgilenir halde bulmaları boşuna değil.

Belki fazla teorik kaldı sözlerim ama Hıristiyan komünizminin benim için nasıl önemli meseleleri gündemleştirdiğine işaret etmek istedim. Komünist hareketin ardı ardına ‘başarısızlığa’ uğramasından hareketle bana kötümser olup olmadığımı sorarlar zaman zaman. Ben de karşılık olarak ‘başarısızlık’la kastedilenin ne olduğunu sorgularım; zira bana öyle geliyor ki kaçınılmaz bir karşı-devrim sürecini atlatan her devrim başarıya ulaşmıştır. Kaldı ki solcu radikalizmin daha kısa ömürlü momentleri bile daha iyi olana yönelik umudun sürdüğünü gösteriyor. Hepsinden öte, ben bir iyimserim, zira dünyanın muhtelif yerlerinde kapitalizmle ve icraatlarıyla işi olmayan, kariyer yapmak ya da para kazanmakla ilgilenmeyen, ortaklaşa yaşamanın yeni yollarını arayıp duran ve bunu yaparken hep devrimci bir gündemi zihninde tutan genç insanlarla tanışıyorum. Böyle gençler bana komünist hareketin bir parçası olan Hıristiyan komünizminin geleceği açısından iyimserlik aşılıyor.

Roland Boer
30 Temmuz 2013
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Waldocular: 12. yüzyılın sonunda Lyon’da ortaya çıkan ve kendilerini Lyon Fakirleri olarak adlandıran bir cemaat. Önderleri Peter Waldo bütün malını ve mülkünü elden çıkarmış ve kâmil insan olma yolunda havariler gibi yoksul olmayı vazeden bir eski zengin tüccardır. -ç.n.

[2] Havari Kardeşliği [Apostolic Brethren]; 13. yüzyılın ikinci yarısında Gerard Segarelli tarafından kuzey İtalya’da kurulmuş olan Hıristiyan tarikatı. Günümüzde de benzer isimli bir topluluk (Birleşik Havari Kardeşliği: Apostolic United Brethren) bulunmaktadır ancak aralarında tarihsel, silsilevî bir bağ yoktur. ç.n.

[3] Lollardlar: 14. yüzyılın ortalarında John Wycliffe tarafından kurulmuş dinsel-politik hareket. ‘Lollard’ (loll: aylak, serseri vs.) başlarda özel olarak John Wycliffe’in akademide yetişmemiş, dil bilmeyen takipçilerini adlandırmak üzere aşağılayıcı biçimde kullanılırken, giderek “heretik” anlamını kazanmış bir sözcük, kısmen zındık sözcüğünün uğradığı anlam genişlemesini çağrıştırır biçimde. -ç.n.

[4] Ortaçağda Katolik kilisesince heretik kabul edilen, Bohemya bölgesindeki Tabor şehri merkezli bir grup. -ç.n.

[5] “Tanrı konusu, ifade özgürlüğü yılları olan 1905 ile 1917 arasında olası en açık haliyle ele alınmıştı. Rusya’daki politik ve sosyal iklim dinin, cinsel ahlak, suç, intihar ve sanatta dekadansla birlikte, entelijensiya için yoğun bir tartışma konusu olmasına fırsat veriyordu. Bu ilginin birçok meyvesinden iki tanesi Tanrı-arama ve Tanrı-yapıcılıktı. Tanrı-arayanlar eğitimli bir entelijensiya bağlamında Tanrı’yı bulma yollarını arayan inançlı Hıristiyanlardı. Doğrudan Tanrı-arama akımından esinlenmiş olan Tanrı-yapıcılık da yeni bir Tanrı sistemi ‘inşa ederek’ sosyalizmi dinle uyumlu hale getirme çabasıydı.” Richard Stites, Devrimci Hayaller, Sel Yayıncılık, 2010, s. 167. -ç.n.

[6] Çin Hıristiyan sosyalizmi: YT Wu, Leichuen Wu gibi Çinli Hıristiyan teologlarda temsilcilerini bulan, Hıristiyanlık ile komünizm arasında paralellik kuran akım. Bkz. Roland Boer, Letters from China: Early Chinese Christian Socialism, www.politicaltheology.com ya da Ken Pa Chin, The dwarf and the puppet: YT Wu’s ‘Christian materialism', http://crr.sagepub.com.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder