Bir sol örgüt diğer örgüte, “siz Gezi’de AKP’yle
uzlaşan bir siyaset yürüttünüz” diyor. Kıyamet kopuyor. Diğer örgüt, IŞİD’le
mücadele etmenin meşruiyeti üzerinden, “Sen de IŞİD’cisin” diyor. Bu “IŞİD’ci”
eleştirisi, o örgütün Irak’ta Amerikan hapishanesinden yüzlerce tutsağı
kurtaran El-Kaide’yi selamlamasıyla ilgili olarak dile getiriliyor. Bu eleştiri
hızını alamıyor, “kadın düşmanı”, “insan düşmanı” gibi yakıştırmalarla
katmerleniyor.
Bir yerde hapishane yıkılıyorsa, kıymetlidir. Bir
yerde mazluma savrulan küfür ve yumruk cevap buluyorsa, önemlidir. Kendi
mülkiyetine aldıkları ideolojik yükü merkeze yerleştirenlerin, kendilerini
oradan kuranların anlamadıkları budur.
Mesele özgürlük mücadelesi değil, mücadelenin
özgürleşmesidir. Özgürlük, kolektifleşmeyle doğrudan ve dolaylı olarak
bağlantılıdır. Tarihsel devrimler, kişilikler, eylemler, sadece bu hakikatin
tecellisi olarak görülmelidirler.
İdeoloji, tek tek bireylerin bir araya gelişi
bağlamında ele alınmaktadır. Bu da “hakikati insana değil, insanı hakikate göre
değerlendirin” diyen Hz. Ali’nin tarikine aykırıdır. Tek tek kişileri ikna
edeceğim diye ideoloji kasan, laboratuvarda ideoloji damıtan öznelerin o
bireylere katabileceği bir şey yoktur.
İdeolojik kimliğe ve varlığa çok anlam yükleniyor. Tüm
tarih ve toplum, Marksizme aykırı biçimde, bu kimlik ve varlık üzerinden
okunuyor. AKP de bu şekilde eleştiriliyor. Partinin ideolojik varlığı ve
kimliği özgül, özel, kendinden menkul, kendinden mesul bir yere
yerleştiriliyor.
Sol, AKP’yi kendisi gibi ideolojik bir varlık olarak
görüyor. AKP “devleti ele geçirdikçe”, sol da kendi “öteki devlet”ine daha sıkı
sarılıyor. İdeolojisiz, belkemiksiz devlet, gene ideolojisiz, belkemiksiz bir
siyaset koşulluyor.
* * *
Esasen 3 Kasım 2002’den beri AKP, muhafazakâr-Müslüman
halk kitlelerinin hapishanesidir. Bu kesimin tüm iradesi, politik varlığı, söz
konusu parti şahsında prangalanmıştır. Geçmişe ait masallar, geleceğe dair
yalanlar, pranganın iki yanıdır. Zinciri devletin elindedir. O halkın politik
manada esir edilmesine sevinmek yerine, onu özgürleştirecek adımlar
atılmalıdır. Bu, mücadelenin özgürleşmesi sürecine mündemiçtir.
Devletle mücadele edenler, kendi ideolojik varlığına
ve kimliğine özel anlam ve değer yükledikçe, yüklemek zorunda kaldıkça devleti
de kendisininki gibi bir varlığa ve kimliğe indirgemektedir. Devlet, solun zan
ve vehimlerinin dışı, ötesi, aşkınıdır. Alt ve ara kademelerde devletle aşık
atanlara devletin ideolojik seyrinde rol kapma yarışı düşmektedir.
Yarış dâhilinde sola devletin kurduğu hapishanedeki
mahkûmlara dayak atan gardiyanlık görevi kaldığı görülmelidir. Ona AKP’yi İslam
üzerinden dövmek düşmüştür. Gerilik, çirkinlik, cahillik, “sandığa giderken
beyninizi yanınıza alınız” türünden laflar, kadından, balıktan, rakıdan
anlamama eksikliği üzerinden geliştirilen eleştiriler, korkaklık suçlamaları,
koyun-sığır sürüsü yakıştırmaları, mızmızlığa dair atıflar… hep birlikte devlet
içredir, devlet içindir.
O hapishanenin kurulmasının nedeni 28 Şubat’tır.
Aslında o günlerde devlet nezdinde ortada korkulacak herhangi bir şey yoktur.
Buna karşın AKP’nin temelleri atılır. Gelinen noktadan bakıldığında bu,
devletin burjuvazi için daha kontrol edilebilir ülke tesis etme ihtiyacının bir
ürünüdür. Devlet, ideolojilerle sadece kontrol için ilgilenmektedir.
İdeolojisizliği ana ideolojisidir. Dolayısıyla “bunlar cahil, korkak, bunların
yeni bir ideoloji oluşturmaları mümkün değildir” demenin anlamı da yoktur.
Devletin yeni bir ideolojiye ihtiyacı bulunmamaktadır. Sadece varolan ideolojik
yükün dönemsel olarak uyarlanması kâfidir.
* * *
Solun AKP’yi kendisi gibi siyasî bir yapı, özel bir
özne görmesi, onun ortada olana karşı körleşmesine neden olmaktadır. Amerikan
hapishanesinin yıkılmasını umursamadığı gibi, AKP hapishanesinin kapılarının
kırılması ihtimalini de önemsememektedir. Dolayısıyla sol, AKP hapishanesinden
memnundur, devlete müteşekkirdir, onun sayesinde nefes aldığını düşünmektedir,
bu da AKP karşıtı mücadelesini her türlü temelden mahrum etmektedir.
Bu devlet, işgalin ilk yıllarında Aydın’da bir
hapishanenin kapısını kırıp içerideki mahkûmlardan müfreze kuran Çerkes Ethem’i
tasfiye eden devlettir. Etmek zorundadır, çünkü yeni devlet, o mahkûmları
geçmişte hapse atanlardır.
Solun hapishanenin yıkılmasından korkması mevcut
ilişkilerinin niteliğiyle alakalıdır. O, sadece kendisi gibi olana tahammül
edebilmektedir. Devlet nezdinde biçilen rol bu kadardır.
Genel manada devlet anlaşılmak isteniyorsa,
Osmanlı’nın dönüşümü dâhilinde devletin, sermayenin ve emperyalizmin çıkarları
doğrultusunda, neleri ve kimleri tasfiye ettiğine bakmak kâfidir.
Zulmün kolektifine karşı mazlumun kolektifini
çıkartmaksa mesele, tarihsel bağlamda tasfiyeye maruz kalan sosyalistin,
Kürd’ün ve Müslüman’ın kendinden menkul, özel bir anlamı yoktur. Önemli olan,
devlet denilen kolektif gücün teorik, ideolojik ve politik sonuçlarıyla
birlikte kendisini tüm tasfiye sürecine göre, ona nispetle kurmuş/oluşturmuş
olmasıdır.
Mazlumun kolektifinin zalimin kolektifine gerekli
insan ve fikir malzemesini temin etmesi, ona öykünmesi, kendisini ona göre
kurması anlamsızdır. Bölgesel ya da beynelmilel mücadeleyle ilişki, Dünya’nın
ve Ortadoğu’nun Türkiye’sinde devrim, anlam katacak budur.
Eren Balkır
1 Kasım 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder