“Param var, bu garson bana layıkıyla hizmet etmek
zorunda.” Bu düsturla gündelik hayatta çokça karşılaşmışızdır. Tüketimci
zihniyetin ürünü olan bu sözün, Gezi sonrası dönemin ana birleştirici söylemi
olduğunu görmek gerekiyor.
Gezi’de öne çıkan üç dinamik, aynı tepki ve öfkeyle
harekete geçer. Garson olarak gördüğü Tayyip’i istemeyenler, AKP’yi
istemeyenler ve devleti istemeyenler. Ölüm sonrası kanın kalpte toplanması
gibi, bugün tüm öfke, ilk tepkiye yoğunlaşmıştır. Üç tepki de aynı düzlemde yan
yana gelip kol kola girmiştir. Buradaki birlik hâlinde devleti arayıp bulmak
şarttır. Tüketimin ideolojisi devleti işaret etmeye mecburdur.
“Hırsız” diye bağırmak da bu açıdan sorgulanmalıdır.
Hırsız varsa bir dükkân veya bir ev, aynı zamanda o dükkânın veya evin sahibi
vardır. “Hırsız” diye bağırmak, bizi o dükkânın veya evin sahibiyle
birleştirecektir. O dükkânın hangi Ermeni veya Rum’dan gasp edildiği, o evin
kimlerin mezarları üzerine inşa edildiği, unutulacaktır. Devletin
birliği-bütünlüğü nisyana mecburdur.
Sosyal âlemde bilhassa Ankara katliamı sonrası dile
dökülen söylemi de sorgulamak şarttır. “Devlet, polis gereken önlemleri almadı”
cümlesi, birkaç gün önce Dilek Doğan’ı katletmiştir. Davutoğlu’nun ağzından
çıktığı biçimiyle, “önlem noktasında hatalı bir uygulama yapılmış olabilir”,
ama bu hata, sosyal âlemde “devlet önlem alsın” yaygarası kopartanlar nezdinde
telafi edilebilecek bir hatadır. Onlar da devletle aynı rahatın, konforun,
masumiyetin, biricikliğin dünyasından konuşmaktadır.
Demek ki bombalar, mermiler bu birlik düsturu, mitosu
içindir. O, rahat, konfor, masumiyet ve biricikliğin dışavurumudur. Devlet
yeniden inşa sürecinde bu kaosu kendi bildiği gibi, çıkarına göre yönetmektir,
yönetmektedir.
Dükkânın veya evin sabitliğinden, merkezîliğinden
dünyaya bakanlar, yanılmaya, devletin yanına koşmaya mahkûmdurlar. Dava
ortaktır, ortaklaşmalıdır, ortak olan da dava hâline gelmelidir. Tüm bu kaos
içerisinde pusulamız, ortada kalmış davamız, davayı canlı tutan bayrağımızdır.
Ezilenlerin-sömürülenlerin devletle ilgili yanılsama içine düşmesine katkı
sunmak, o pusulayı yitirmişliğimizin bir sonucudur.
* * *
Tek tek bireylerin nasıl bir araya geldiklerini sadece
Amerikan düşünce kuruluşları, tekellerin fonladığı üniversiteler veya
istihbarat kuruluşları sorgulamıyor. Sol siyaset de gerçeğine yabancılaşmış
hâliyle, bu sorguya dâhil oluyor. Özellikle Gezi yanılsaması üzerinden, sokağa
çıkan sekiz milyon, bir rakam olarak, lime lime ediliyor, analize tabi
tutuluyor. Analizin ardındaki zihin, o zihindeki “öteki devlet” görülmüyor.
Kaba manada Bakunin, bir Rus. Avrupa-Rusya geriliminde
Avrupa’nın istikrarsızlığı, parçalanması için çalışıyor. Birlikteliklerin
niteliğinin bir önemi yok onun için. O nedenle “I. Enternasyonal’i geleceğin
toplumunun özü-çekirdeği” olarak görüyor. Yani varolan birlikteliği derhal
felsefî manada öze yerleştiriyor, kazığı oraya çakıyor. Bakunin, tüm
çaresizliğimiz dâhilinde bugün bir güneş gibi parıldıyor. İpimizi o kazığa
bağlıyoruz.
Engels ise şu cevabı veriyor: “I. Enternasyonal öz
değil, prototiptir, ilk sunumdur.” Bu ayrım, Gezi şahsında da vücut buluyor.
Oluşan forumları öz-çekirdek görenler, o forumları geleceğin AKP-CHP koalisyonu
için ilk model olarak formüle eder hâle geliyorlar. Bu devletlû kurguya HDP’nin
de katılmasını isteyenler, bu düzeye gelmiş olmayı zafer olarak
değerlendiriyorlar. Bir yıl önce Orduevi’ne sığınan eylemcileri askerler
koruduğunda, polise tepki geliştirdiğinde sevinenler, nedense aynı orduevinin
Ankara’daki katliamdan saatler önce neden boşaltıldığını, alarma geçirildiğini
sorgulamıyorlar.
Nedenle sonucun; özle biçimin yer değiştirmesi
karşısında Engels’in I. Enternasyonal ile ilgili diğer bir değerlendirmesine de
bakmak gerekiyor. Engels, “ilk Hristiyanları anlamak istiyorsanız, I.
Enternasyonal’deki işçilere bakın” diyor. Böylece küçük burjuvaya has, her şeyi
kendisinden başlatma iradesine neşter atıyor, o ilk sunumu tarihsel bir bağlama
oturtuyor. Bizse ilk Müslümanlara küfredip öz olarak belirlediğimiz bugünkü
birlikteliğimizi merkeze yerleştirmeyi maharet sayıyoruz.
Prototip olanı öze, merkeze yerleştirme, her şeyi
oradan başlatma iradesi, devrimsiz bir irade olarak tecelli ediyor oysa.
“Devlete karşı devrim” düsturu, devletin ideolojik birliğine-bütünlüğüne dâhil
olma imkânını ortadan kaldırdığı için terk ediliyor. Devrim gereksizleşiyor,
geçersizleşiyor, gerçeksizleşiyor.
Devletse sadece insanların birbirlerini öldürme
imkânını tekeline alan boş gösteren, güç olarak görülüyor. Dolayısıyla, devlet
sürekli öldürüyor, öldürme tekelinin sadece kendisinde olduğunu anımsatıyor.
Bizse kendimizi masumiyet karinesi ile avutuyoruz. Masum hâlimizle o boş
gösterene liberal bir yerden örgütleniyoruz.
Devlet, kendisine karşı olan her ihtimali bir araz,
maraz, sakatlık, artık olarak kodlamak zorunda. Suriye, bunların çöplüğü. Yeni
devlet oradan kuruluyor. Seviniyoruz. Bir, iri ve diri oluyoruz. Bugünkü
devletle bir, iri ve diri olana kızıyoruz. Geleceğin devletinin bizim içimizde
de yeniden organize olduğunu görmüyoruz. Buradaki temel ayıraç olarak devrim
hükmünü yitiriyor, umursamıyoruz.
Şehidler, geleceğin toplumuna bugünden şahidlik
ederler. O toplum, rüşeym hâlinde, kuvve olarak bugünde mevcuttur zira. O
toplum, bugün bildiğimiz manada “toplum” da değildir. Kolektiftir, müşterektir.
Tüm kavgada caridir, canlıdır, hükmünü yürütür. O nedenle şehidler ölmez.
Kavgada, kavgayla cari, canlı ve hüküm sahibidirler.
Eren Balkır
26 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder