İsrail Başbakanı Netanyahu, Salı günü Dünya Siyonist
Örgütü Kongresi’nde, kendi ölçütleri dâhilinde bile haddini aşan bir iddiada
bulundu. Netanyahu, Hitler’in başlarda (Madagaskar Planı olarak da bilinen plan
üzerinden) sadece Yahudileri Avrupa’dan kovma yanlısı olduğunu, ama Filistinli
Kudüs Başmüftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin onu imha harekâtı konusunda ikna
ettiğini söyledi.
Netanyahu’nun sözlerini ilk duyduğumda, aklıma hemen
İsrail Yanlısı Birleşmiş Hristiyanlar başkanı Papaz John Hagee’nin benzer
ifadesi geldi. Ağır antisemitist olan Hagee, bir vaazında Hitler’in Yahudileri
İsrail’e sürmesi için Tanrı tarafından gönderilmiş bir “avcı” olduğunu
söylüyordu.
Ancak bu değerlendirmelerde Hitler, esasında Tanrı’nın
değil, müftünün bir ajanı olarak çıkıyor karşımıza!
Netanyahu’nun ifadesinin Holokost’u inkâr edenlerin
işine geleceği kesin. Ama onun asıl yapmak istediği, Siyonist tarihçilerin
altmış yıldan fazladır yaptığı şey: bu tarihçiler, Filistin’i ve liderlerini
Holokost’un esas ortakları olarak takdim ediyorlar ve Arapların Siyonizme dönük
düşmanlıklarının yerleşimcilik, toprak hırsızlığı ve insanları kitleler hâlinde
sınır dışı etme ile bir alakasının olmadığını iddia ediyorlar. Her şeyin
sebebi, Filistinlilerin ve Arapların Yahudilerden nefret etmesi. Başka bir
deyişle, antisiyonizm antisemitizmden başka bir şey değil.
Kudüs’teki Siyonist Holokost hatıra müzesi Yad Vashem
de bu değerlendirmelerde önemli bir rol oynadı. Müzede Kudüs Müftüsü’ne bir
duvarın tamamı ayrılmış. Holokost Ansiklopedisi’nde müftüye ayrılan
kısım Hitler’e ayrılandan biraz daha az ama Goebbels, Goering, Heydrich ve
Himmler ile ilgili kısımların toplamından fazla.
İsrailli tarihçi Tom Segev’in ifadesiyle, Yad
Vashem’deki Filistinlilere ait tek görüntü “bir grup fırtına birliklerine karşı
Nazi işareti yapan Müftü’yü gösteren, bir duvara asılı fotoğraf.” Fotoğrafın
amacı, “ziyaretçilerin müzeyi Arapların İsrail’e dönük düşmanlığı ile Nazilerin
Yahudileri imha planı arasındaki ortaklığa dair bir sonuca ulaşmış olarak terk
etmelerini sağlamak.”
Müftü küçük bir savaş suçlusu ama onun Nihai Çözüm’ü
teşvik ettiği iddiası tam bir saçmalık. Eğer savaşın büyük suçlusundan söz
etmek gerekiyorsa o da ilkin Nazilerin yürüttüğü “T4 Aksiyonu” isimli ötenazi
programında, ardından Nihai Çözüm’de kullanılan mobil gaz kamyonlarının mucidi
ve gaz odalarının babası Walter Rauff’tur.
Rauff’un ellerinde yüz binlerce Yahudi’nin kanı vardır
ve o Naziler, 1943’te Tunus’u işgal ettiğinde oradaki Yahudileri öldürmek için
Kairouan şehrinde bir soykırım kampı kurmaya çalışmıştır. Ancak adaletin
karşısına çıkmak yerine savaş sonrasında Rauff İsrail ajanı olmuş, sonrasında
İsrail onun Güney Amerika’ya kaçmasına yardım etmiştir.
Bu noktada Netanyahu’nun 1921’de göreve gelmesi
sonrası Siyonistlerin Hacı Emin Hüseyni’yi akladığı gerçeğini de inkâr ettiği
üzerinde durmak gerekmektedir. Balfour Deklarasyonu için yürütülen lobi
faaliyetinde önemli bir araç olan İngiliz Yüksek Komiseri Sör Herbert Samuel
onu seçmiştir, çünkü önemli Siyonist isimler, Hüseyni’nin ileride kendileriyle
ortak olacağını düşünmüşlerdir.
Öte yandan, birçok Filistinli daha da ileri giderek
Müftü’nün 1936-39 İsyanı sonrası İngilizlerle işbirliği yaptığını iddia
ederler. Filistinliler, Hacı Emin Hüseyni’yi tarihin hiçbir aşamasında
seçmemişlerdir. Onu Filistinlilere dayatan, İngilizler ve Siyonistler olmuştur.
Müftü, esas olarak Sırp Çetniklerle savaşmak için
Bosna’da üç Müslüman birliği örgütlemekten sorumlu kişidir. Bu askerlerse
Yahudilerin sürgününde rol oynamamış, sadece 210 kadar Yahudi’yi bugünkü
Kosova’da Nazilere teslim etmişlerdir.
Gilbert Achcar’ın The Arabs and Holocaust [“Araplar
ve Holokost”] isimli çalışmasında tespit ettiği üzere, bu askerler Miğfer
Ülkeleri’nin güttüğü davayla hiç ilgilenmemişler, yeniden eğitim görmek için
Fransa’ya gönderildiklerinde ise kaçıp Direniş saflarına katılmışlardır.
Netanyahu’nun bahsetmediği diğer bir husus da Bosna’da
Yahudilere ve Sırplara karşı Hırvatların-Nazilerin aldıkları tedbirlere karşı
üst düzey Müslüman din adamlarının yayınladıkları üç ayrı deklarasyondur. Bu
deklarasyonlardan biri 1941’de Mostar’da, biri Aralık 1941’de Banja Luka’da,
diğeri de Ekim 1941’de Saraybosna’da yayınlanmıştır. Avrupa’da Nazilerin işgal
ettiği tek Müslüman ülke olan Arnavutluk’ta bulunan Yahudilerin sayısı savaş
sonunda (iki bin) savaş başına (iki yüz) kıyasla daha fazladır. Nazi işgali
altında Arnavutluk’tan tek bir Yahudi sürgün edilmemiştir.
Hitler ile Müftü arasında 28 Kasım 1941’de yapılan
toplantının bir dökümü Walter Lacquer’ün Israel-Arap Reader kitabında
yer almaktadır. Burada Müftü’nün Hitler’i Yahudileri imha etmesi konusunda
teşvik ettiğine dair herhangi bir ifadeye rastlanmamaktadır. Müftü, Nihai
Çözüm’den ancak 1943 Yaz’ında Himmler üzerinden bilgi sahibi olur.
Hitler’le konuşmasında Müftü, Almanya’yı Suriye, Irak
ve Filistin gibi Arap ülkelerinin bağımsızlığını desteklediğine dair açıklamaya
yapmaya zorlar. Hitler ise bunu reddeder, zira o, böylesi bir açıklamanın
Fransa’da sorunlara yol açacağını, açıklamayı Fransız İmparatorluğu için bir
tehdit olarak görebilecek Charles de Gaulle’ün destekçilerini güçlendireceğini
söyler.
Gerçekte Hitler’in Arapların bağımsızlığını
desteklemek gibi bir niyeti yoktur. Eğer Almanya Arap ülkelerini işgal ederse,
bu hamle muhtemelen Britanya ve Fransa’yı birer emperyalist güç olarak gölgede
bırakacaktır. Birçok Nazi’ye göre Araplar, Yahudilere kıyasla ırk merdiveninde
daha alt basamaklarda yer almaktadır.
Müftü Hitler’le buluştuğunda Nihai Çözüm Haziran
1941’de Rusya’nın işgal edilmesiyle birlikte zaten başlamıştır. O dönemde
Hareket Birlikleri [Einsatzgruppen] ve Einsatzkommando [Hareket
Komandoları] isimli, Beyaz Rusya ve Ukrayna’da Kara ordusunun [Savunma Gücü -Wehrmacht]
arkasında ilerleyen ölüm mangaları bir milyon kadar Yahudi’yi toplu olarak
kurşuna dizmiştir. Kiev dışındaki Babi Yar’da 33.000’den fazla Yahudi, Eylül
1941’de hâlihazırda katledilmiştir.
Auschwitz’de insanların gazla öldürülmesiyle
sonuçlanan deneyler Eylül 1941’de başlamıştır. Bu süreçte Polonya ve Rusya’daki
hapishanelerde 850 savaş tutsağı katledilmiştir. Aralık 1941’in başında ilk
soykırım kampı olan Chelmno faaliyetlerine başlamış, kampta mobil kamyonlarda
karbon monoksit gazı kullanılmıştır. Belzec Kampı ise Mart 1942’de faaliyete
geçmiştir.
Goebbels’in günlüklerine göre, 12 Aralık 1941’de
Hitler Berlin’de Nazi liderlerine bir konuşma yapar. Goebbels’in günlüğüne
kaydettiği konuşma şu şekildedir:
“Yahudi
Sorunu ile ilgili olarak Führer temizlik harekâtı başlatmaya kararlı. Belirli
bir kehanete dayanarak başka bir dünya savaşı başlatırlarsa kendilerinin imha
edileceklerini söyledi. Bu, boşuna yapılmış bir konuşma değildir. Dünya savaşı
kapımızı çalmıştı. Yahudilerin imhası savaşın zorunlu bir sonucu olarak
gerçekleşmelidir. Bu mesele duygusallıktan arınarak ele alınmalıdır. Yahudilere
değil, sadece Alman halkına sempati duymalıyız.”
Eğer Netanyahu’ya inanacak olursak bu konuşma,
Hitler’in Müftü ile yaptığı toplantının bir sonucu olarak gerçekleşmiş olmalı.
1923-4’te yazılan Kavgam’da Hitler şunları
söylüyor:
“Büyük
Savaş’ta cephede milyonların feda edilmesi, ancak halkı yozlaştıran bu on iki
ilâ on beş bin İbrani’nin zehirli gaza maruz bırakılmasıyla engellenebilir.”
30 Ocak 1939 tarihli o “kehanet yüklü” konuşmasında
Hitler, Yahudi ırkının yok edilmesinden açık bir biçimde bahseder, üstelik bu
tespitini üç kez yineler.
“Bugün
de ben biraz kâhin olayım. Eğer Avrupa içindeki ve dışındaki beynelmilel Yahudi
finansçılar, bir kez daha ulusları bir dünya savaşına sokma konusunda başarılı
olacaklarsa bunun sonucu, dünyanın Bolşevikleşmesi, dolayısıyla Yahudilerin
zaferi değil, tüm Avrupa genelinde Yahudi ırkının imhası (vernichtung)
olacaktır.”
Ardından derhal, Nihai Çözüm’ün habercisi olan “T4
Aksiyonu” devreye girer. Sonuçta kimi tahminlere göre beş yüz bin engelli
Alman, Almanya’da tesis edilmiş altı katliam merkezinde öldürülür. Ardından
Katolik Piskopos Münsterli Galen, bu eyleme karşı bir şeyler söyleyince Hitler
programa son vermek zorunda kalır (gene de program, toplama kamplarında devam
eder.).
Burada tek söylemeye çalıştığım şey, tüm Siyonist
bakış açısının tarihin yeniden yazılmasına dayandığıdır. Yahudilerin Filistin’e
“geri dönüş”ü, Nekbe’nin inkâr edilmesi ve Holokost’tan kimin sorumlu olduğu
meseleleri bu yazım süreci konusunda asla istisna teşkil etmezler.
Netanyahu’nun Nazilerin işledikleri o korkunç suçların yükünü Filistinlilerin
omuzlarına yüklemeye çalışmasında yeni bir şey yoktur.
Tony Greenstein
22 Ekim 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder