Bir örgüt şefi, “afiş yapmak salaklık, artık Twitter
var” diyorsa, solun bir damarı kopmuştur. Ve Mao’nun “bu revizyonistler,
sebeple sonucu birbirine karıştırıyorlar” sözü doğru ise şunu söylemek
mümkündür: “Sebep ve sonucun yeri revizyonizm için değiştirilmektedir.”
Doksanlar “gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin”
diyen Cem Özer’se, iki binler “benim oyum çobanın oyuyla bir olamaz” diyen
Aysun Kayacı’dır.
Bugün Twitter ve tüm sosyal âlemde solun kullandığı
dil, bundan başka bir cümle kurmuyor. Meseleleri şahsileştiren, muarrızlarını
şahsî eksik ve zaafları üzerinden aşağılayan bir zihniyet pompalanıyor. Hepsi
de belirli özel bireylerin belirli özel yaşam koşullarının dile gelmiş
hâlleridir.
Esasen burada küçük burjuvazi, kendisini ak’lıyor.
Sonuçta “politika kirdir” denilecek, ondan da arınmanın yollarına bakılacaktır.
Bakılmaktadır. Sonuçta “politika özel insanların işidir” denilecek, kitleler
politik mekanizmalardan uzak tutulacak, o özel insanlara kul edileceklerdir.
Edilmektedir.
İki binler, biraz da “selamünaleyküm değil, merhaba
diyeceksin” diyen Bekir Coşkun’dur. Tüm bu yaklaşım, sola nüfuz etmiştir.
Devletten kaçıp burjuvazinin eteğine yapışınca “devrimci” olunduğu düşünülüyor.
O eteği çekiştirince kucağa alınacağını beklemekse, çaresizliktir.
* * *
Hz. İsa’ya sorarlar: “Ölüyü diriltmekten daha zor olan
nedir?” O da şu cevabı verir: “Anlamayana anlatmak.”
Hele ki suyun üzerinde yürüyen İsa karikatürünü kendi
dünyasına ait bir gösteren olarak anlayana laf anlatmak daha zordur. Aysun
Kayacılığın hüküm sürdüğü koşullarda laf da anlam ve önemini yitiriyor. Çobana
küfredenler, kimin kepeneği altına sığındıklarını anlamıyorlar.
Anlam yitiminde sebep ve sonucun yer değiştirmesi de
kaçınılmazdır. Marx’ın baş aşağı çevirdiği husus budur: burjuva kalıntısı tüm
ideolojik birikimin sebep gördüğünü sonuç, sonuç gördüğünü sebep olarak tespit
eden Marx’ın burjuvazi adına baş aşağı çevrildiği bir dönemdir bu.
“Bu zamana kadar yapılan devrimler, bir azınlığın
yerini başkasının almasından ibaretti, bizimkinde hüküm çoğunlukta olacaktır”
diyen birine bu âlemde yer yoktur. Hele ki çobanı aşağılayanın eskinin
esnaf-zanaatkâr ideolojisine kaçıp sığınması kaçınılmazdır. O, esnaflıkla
zamana, zanaatkârlıkla mekâna sahip olduğunu zannetmeye devam edecektir.
Dolayısıyla Nijerya’da katledilen kadınlarla ilgili
çizdiği karikatürde o kadınlara, “eyvah sosyal yardımlarımız gitti” dedirterek,
onlarla dalga geçen bir dergiye sahip çıkılacaktır. Dinden ve milletten gayrı
başka herhangi bir silâhı olmayan kişi öfkelenince de ona “sus, ifade özgürlüğü
var” denilecektir.
Fransa’da mevcut düzen içerisinde varolan imkânlarına
ve üstünlüklerine sımsıkı sarılan orta sınıfların hassasiyetlerini kaşıyan
ideolojik müdahalelerde devletin parmağını bulmak zorunludur. O parmak, bugün
herkesi hizaya çekmektedir. O hiza, gerektiğinde devletin, gerektiğinde
burjuvazinin hizasıdır.
* * *
Derginin adı Charlie Hebdo’dur. Kürd olduğunu öğrenene
dek Aylan ile ilgili tek laf etmeyenlere bu dergiye sahip çıkmak düşmüştür.
Dergi, devrimin Kobanê’sinden Avrupa’ya kaçmış bir ailenin evladıyla dalga
geçmiş, çocuğun babası “o karikatürler bizi yaraladı” demiş, ama solcularımız,
o karikatürlere burjuva ilerlemeciliği adına sahip çıkmışlardır. Acı olan, o
babanın acısına yoldaş olamamaktır.
Acı olan, orta sınıfa seslenen bir derginin bu denli
destek bulabiliyor olmasıdır. “Bak, oranın milliyetçisini, dincisini de
eleştiriyor” diye çocukça bir savunu içine girmenin anlamı yoktur. Din ve
millet dışı bir sol vardır ve bu, solun burjuvazinin/devletin ajanı olmasına
asla mani değildir. Ortadoğu’ya düşen bombaların üzerinde solcu partilerin
imzaları kazılıdır.
Derginin karikatürleri birer sonuçtur. Aslolan, neden
çizildiğidir. Bu yönde bir fikir yoksa tek yapılan, orta sınıflar lehine
ideolojik savunu ve tahkimattır. Çizilen bir karikatürde örtük olarak ifade
edildiği biçimiyle, Aylan’ın içi geçmiş küçük burjuvaların “kıymetli” dünyasına
girmek için bir yarış verdiğini düşünmekse tek kelimeyle alçaklıktır. Ayrıca
“göçmenler hoş geldiniz!” diyenleri “ulan siz de küçük burjuvasınız, bu
göçmenleri çıkarınız için kullanacaksınız” diyerek eleştirmek, sadece derginin
niyetini ifşa etmektedir.
Toplamda bu karikatürler, göçmenlerle ilgili
önlemlere, Macaristan’da atılan tekmeye, Erdoğan Türkiye’sine verilen
imtiyazlara dâhildir, onlar içindir. Bunları görmeden-anlamadan “solcu” diye
dergiye sahip çıkmaksa tam anlamıyla cahilliktir. Kendi küçük burjuva
siyasetini aklamak, yaldızlamak için ölü bir çocuğun n’aşından istifade etmenin
daha ağır ifadelere muhtaç olduğu açıktır.
* * *
Devlet ve burjuvazi, dişine uygun solcuya, Müslüman’a
ve Kürd’e siyaset izni vermek demektir. Bunlar arasındaki rekabet ve cedel,
sadece onların işine yarayacaktır. Kavganın “devlete karşı devrim” gibi bir
ayıracı yoksa kıymetsizdir. Komünistin mecliste Merve Kavakçı’ya bağıran
Ecevit’ten farklı bir fikri olmalıdır. Yoksa, birkaç yıl sonra mapushanelere
saldırıp devrimcileri katleden Ecevit’e yoldaş olmamak için bir sebep de
kalmayacaktır. İdeolojiyle bir şeylere sebep olacaklarını zannedenlerin olası sonuçları
kestirdikleri kesindir. Dolayısıyla o ideolojinin sebebini sorgulamak da
meşrudur.
Althusser okuyan gençler gelirler, “hocam yeter
eleştirdiğin. Ayrıl artık FKP’den, parti kuralım” derler. Althusser, devletin
ideolojik aygıtlarını muhtemelen bu gelişme üzerine parti meselesini içerecek
şekilde genişletmiştir. Althusser’den bu yana baktığımızda, bırakalım Sosyalist
Parti’yi, FKP bile devlettir. O devlet emretmiştir, II. Dünya Savaşı ve Direniş
sonrası iktidar avuçlarının arasında iken onu küçük burjuvaların (makilerin)
eline teslim edilmesini. Bugün bırakalım verilen emirleri sorgulamayı, süreçte
devlet bile görülmemektedir.
Bu solcuların öykündükleri, kafalarının gerisinde hep
diri tuttukları Avrupa solu iktidara geldiğinde ilk iş olarak işçi sınıfına
saldırmıştır. Bu sol-sosyal demokrat partiler, ilkin sendikalarla masaya
otururlar. Sendikalara şu denilir: “Ben, işçilerin elindeki belli imkânları
alacağım.” Sendikalar da cevaben, “benim aidat, fon gibi kaynaklarıma dokunma,
ne yaparsan yap.”
İşte bu sendika, devlettir. Bu sendika, göçmen
politikalarına ses etmeyecek, onlarla ilgili karikatürler çizecek, kendi
bürokrasisini ve orta sınıfların ruhunu okşayan sözler sarf edecek, bazen de
emperyalist politikalara onay verecektir. Gözü oralarda olanın, burada olan
bitene küfretmesi tabii ki doğaldır.
* * *
Bugün sebep-sonucun yer değiştirmesi kadar, ayrımlar
ve ayıraçlar da hükmünü yitirmiştir. Dolayısıyla her gördüğü sakallıyı “dede!”
diye kucaklamak, ana politik yönelim hâline gelmiştir. Halkın belirli kısmını
horgören ve ezen her yaklaşımda devletin parmağını aramak şarttır. Al ve ak
trollerin arabasına binmemek, devrimci politik bir tutumdur.
Eren Balkır
22 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder