“Ed-dünya cîfetün, tâlibühâ kilâbün.”
[Hz. Muhammed]
Bir futbol yorumcusu, ihtisas alanını korumak adına,
basketbol terimlerinin futbolda kullanılmamasını istiyor. Ama UEFA ve FIFA,
endüstrinin gerekleri üzerinden, futbolun daha hızlı oynanmasını, daha fazla
gol atılmasını istiyor. Kuralları buna göre değiştiriyor.
Geçenlerde bir eski futbolcu, şimdilerin yorumcusu,
ceza sahası içinde basit bir faul yapmanın cezasının kırmızı kart ve penaltı
olmasına itiraz ediyor. Bu şekilde herkesin cezalandırıldığını söylüyor.
Patronların futbolun hızlanmasını, sonuç odaklı olmasını istediğini o da
görmüyor.
Akademi ve siyaset alanı da sonuç odaklı. Çözümler bir
bir sıralanıyor. Zamana tahammül kalmıyor. Derhal, anlık öneriler ardı ardına
sıralanıyor. Herkese bu hıza yetişememe korkusu sirayet ediyor. Korku tüketim
dünyasının alışkanlığı oluyor.
Politik konularda futbola atıfta bulunmak vaka-ı
adiyedendir. Bu alışkanlık doksanlara ait biraz da. İşlerin hızlanmaya
başladığı aşamada futbol ve politika yan yana, eşdüzleme geliyor, öyle
algılanıyor. “Zaten proletaryanın oyunu” deniliyor. Kimi eski solcular futbol
yazarı, yorumcusu olarak köşe kapıyor.
Bugün futbolda basketbol terimlerinin kullanılması da
iki sporun yan yana, eşdüzleme gelmesiyle alakalı. İşlerin hızlı ilerlemesini
isteyenler, basketbolun futbola nüfuz etmesine ses etmiyorlar. Nüfuz, sonuçta
basketbol terimlerinin yeşil sahadaki nüfusunu artırıyor. Kelimeler gidişatı
ele veriyor.
Yarışta, hız dâhilinde ülke de önce Avrupa ülkeleriyle
yan yana, eşdüzleme geliyor. Avrupa kapısına bağlanıldığı gün patlatılan havai
fişekler bugün devrimcilerin elinde patlıyor. Devrimciler, hızla, kişisel
hazla, vasıflarla övünmeyi öğreniyorlar. “Sevişmeyi bilmedikleri için böyleler”
diyorlar. Kişidışı, tarihsel-toplumsal analizlerin yerini birey-merkezli
gevişler alıyor.
Eşdüzleme gelindiği noktada ülkeye “dur hele, senin
Ortadoğu’da yapacakların var” deniliyor. Eğik düzlemde ülke, Suriye’ye kendi iç
nifakını, kirini, kanını ve nefretini akıtıyor. İslamcılık ve Kürd oraya
kayıyor. Ülkenin bu savunma hâli baştaki isimle örtbas ediliyor. Ona kızılıyor.
Kızılsın. Ama kayış ve eğimin sonuçlarına zerre bakılmıyor.
Sonra sanki kimilerine göre “paranoid-şizofren”,
kimilerine göre “küstah-köle”, bir sabah rüyasında “başkan” olduğunu görüyor.
Böyle zannediliyor. Başka ülkelerle eşdüzleme geldiğini zanneden ülke hıza
örgütleniyor. O zan, uzun bir cüsse buluyor kendisine, bir bitirim delikanlı
yürüyüşü, hotzot bir eda giyiyor üzerine. Herkes ona bakarken, o bakışları
örgütlemenin sevinciyle, efendilerin hızını gizliyor. Misal, silah, bugün
ulaştığı hızla övünüyor her fırsatta.
Parti başkanı, o dakika “ülkede bazı işlerin hızlı
yapılması lazım. Bu nedenle başkanlık sistemi şart” diyor. Kürd, “ama bu
başkanlık sistemi Türk tipi olacak.” lafına içerliyor. Özelde konuşulduğunda
Kürd, “başkanlık sistemi daha demokratik, biz onaylarız.” diyor. Bu hızın
kendisini rahatlatacağını, kendisinden kaynaklandığını ve kendisiyle mümkün
olduğunu zannediyor. Zan mizah, hızlı cevap verme, hızlı hamle gömleğini giyip
demirden bir taş niyetine siyaset alanının orta yerine düşüveriyor.
Demokrasi, zaman meselesi. İşlerin hızıyla, biçimiyle
değil, niteliğiyle ilgili bir dönüşüme dair. Yani bir işin yapılabilmesi için
meclisin, kurulun, kolektif herhangi bir yapının oluşturulması, yetki
kazanması, tartışması, uzlaşması epey zaman alıyor. Dolayısıyla işlerin hızlı
yapılmasıyla alakalı olan başkanlığın demokrasiyle bir alakası bulunmuyor. Yani
başkanlık için zaten Kürd’ün çözülmesi gerekiyor. Burada Kürd ile batı solu
eşdüzleme geliveriyor. İşlerin hızlanması bunu gerektiriyor.
Sezai Temelli’nin ekonomik programı da bu nedenle
“inovasyon”a dayanıyor. İnovasyon da işlerin hızlı yapılması meselesi. CHP ise
emperyal kapitalizme tren veya karayolu olmayı öneriyor. Ekonomi-politik,
ekonominin hızıyla politik yapıların çözülmesi bilimi.
Zımnî başkan, “hız tutkusu”nun, daha doğrusu, yarışta
yer bulma hevesinin kurbanı oluyor, bindiği dalları birer birer kesiyor. O
hızla çok para kazandırdığı kişiler bu zımnî başkanı önlerinde bir engel,
üstlerinde bir yük olarak görmeye başlıyor. Sonra da günahtan arınma törenleri
başlıyor. İnternet âlemi kurban yerine dönüyor. Kapitalist ilişkiler içerisinde
biriken tüm kir onda temizleniyor, ellerdeki kan onun üzerine siliniyor. O bunu
gerçekte, fiilen yapıyor.
“Masum değiliz hiçbirimiz” diyor Sezen Aksu. Müziği
hıza, kalıplaşmış ezgilere mahkûm eden Aksu, itiraf ediyor. Masumiyet yarışında
öfke kabarıyor. Zımnî başkana zımnen olur verenler, şimdi onu uluslararası
mahkeme önüne çıkartmadan yüreklerinin soğumayacağını söylüyor. O ise dünyanın
beşten büyük olduğunu söyleyerek, fukara halkları kandıracağını zannediyor. O
da biliyor beşin dünya olduğunu, kendisinin de o dünyaya taptığını, ona tâlib
olduğunu.
Eren Balkır
16 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder