Pages

16 Ağustos 2015

Putin Esad’ı Satmayı mı Planlıyor?


Moskova’nın Suriye’deki jeostratejik amaçları Washington’ın amaçlarının tam zıttı. Bu basit gerçeği anlamak, savaşın lime lime ettiği ülkede gerçekte olan biteni anlamanın en kolay yolu.

Washington’ın ne istediği Brookings Enstitüsü’nden Michael E. O’Hanlon’ın kaleme aldığı “Suriye’yi Yapısöküme Uğratmak: Amerika’nın En Ümitsiz Savaşı İçin Yeni Bir Strateji” isimli makalede detaylı olarak izah ediliyor:

“[…] yegâne gerçekçi yol, pratikte Suriye’yi yapısöküme uğratmaktır. […]uluslararası toplum, zaman içerisinde Suriye’de yaşaması muhtemel bir dizi güvenlik ve yönetim alanı yaratmak amacıyla çalışmak zorunda kalacaktır.

Bu türden sığınakların oluşturulması, bir daha Esad’ın ya da IŞİD’in yönetme ihtimali ile yüzleşmeyeceği özerk bölgeleri üretebilir. […]

Geçici hedefimiz, bir dizi özerk bölgeyi içeren konfederal Suriye’ye ulaşmaktır. […] muhtemelen konfederasyon, uluslararası bir barış gücünün desteğini gerekli kılacaktır. Bu barış gücü, söz konusu bölgelerin savunulabilir ve yönetilebilir kılınması, oradaki halka yardım sağlanması, bölgelerin istikrara kavuşup ardından zaman içerisinde genişleyebilmesi için daha fazla askerin eğitilmesi ve donatılması için gerekli olacaktır.” […] Özerk bölgeler, artık ne Esad ne de halefi tarafından yönetilmesine izin vermeyecek net bir anlayış üzerinden özgürleştirilecek. [Michael E. O’Hanlon, Brookings Institute]

Esad ve IŞİD’i bir an unutalım, bunun yerine, şu yazıda geçen “özerk bölgeler, “sığınakların oluşturulması”, “güvenli bölgeler” ve “konfederal Suriye” ifadelerine odaklanalım.

Tüm bunlar, ABD politikasının aslî amacının, Suriye’yi ABD-İsrail’in bölgesel hegemonyasını tehdit etmeyen küçük birimlere ayırmak olduğunu söylüyor. ABD’nin oyun planının özeti bu.

Tersten Rusya ise bölünmüş bir Suriye istemiyor. Moskova ve Şam’ın uzun süredir müttefik olması (ve Rusya’nın Suriye kenti Tartus’ta askerî deniz üssü bulunması) yanında daha da önemlisi, parçalanmış bir Suriye’nin cihadî unsurların kullanacağı bir üs hâline gelme ihtimali. Böylesi bir ihtimal, Orta Asya genelinde teröristlerin konuşlanmasını ve Rusya’nın Lizbon’dan Vladivostok’a uzanan devasa bir serbest ticaret bölgesi dâhilinde kıtaları birleştirmeye dönük planının altını oyar. Putin terörizm tehdidini çok ciddiye alıyor, tam da bu nedenle Suriye’de çatışma sürecini sona erdirip güvenliği yeniden tesis etmek için bu süreci Suudi Arabistan, Türkiye, Irak, Suriye, İran, Kürdler ve Suriye muhalefetinden liderlerle müzakere etmek amacıyla gece gündüz çalışıyor. Batı medyası ise bu önemli müzakerelere karartma uyguluyor, zira Putin diğer dünya liderleri arasında saygı gören ve terörizmin yayılmasını durdurmak için her türden gayreti ortaya koyan bir arabulucu olarak görünüyor. Elbette bu, Putin’in medyada takdim edilen yeni Hitler portresiyle hiç örtüşmüyor, bu nedenle medya söz konusu müzakereleri hiç haber yapmıyor.

ABD ve Rusya arasındaki farklılıkların giderilmesi mümkün değil. Washington ulus-devlet sistemini sona erdirmek ve yeni bir dünya düzeni kurmak, Putin ise ulusal egemenliği, kendi kaderini tayin hakkını ve çokkutupluluğu korumak istiyor. Rusya ile ABD arasındaki çatışmanın temeli bu. Putin, tekkutuplu küresel düzene itiraz ediyor ve ABD müdahalesine, manipülasyonuna ve saldırganlığına direnebilen bir koalisyon kurmaya çalışıyor. Bu, basit bir iş değil, dolayısıyla ciddi bir ihtiyatı da gerekli kılıyor. Putin, ABD denilen Golyat’a karşı koyacak gerekli kaynağa sahip değil, bu nedenle hamlelerini doğru yapmak, büyük ölçüde, bugün de yaptığı biçimiyle, elini göstermeden işini görmek zorunda.

Son birkaç aydır Putin, Suriye’deki ana oyuncuların hepsiyle toplantılar düzenledi ve krizin çözülmesiyle ilgili olarak önemli bir yol katetti. Meselenin kilitlendiği nokta ise Esad’ın başkan kalıp kalmayacağı. Suudi Arabistan, Türkiye ve ABD kalmamasını istiyor. Putin ise birkaç sebepten ötürü buna karşı çıkıyor. İlk sebep, onun ihanet ediyormuş gibi görünüp güvenilir bir ortak olarak itibarının derinlemesine zarar görmesini istememesi. İkinci sebep, uluslararası hukukla ilgisi olmayan ve ileride gerçekleşebilecek bir darbede kendisine karşı kullanılabilecek “rejim değişikliği” doktrinini kabullenmesinin mümkün olmaması. Libya, Irak, Afganistan ve şimdilerde Yemen’de görüldüğü üzere, yabancı liderlerin kimin “meşru” kimin “gayrimeşru” olduğunu belirlemesine izin vermek felakete davetiye çıkartmak demek. Son sebepse şu: sonuçta Esad gitse bile, Putin’in Washington’ın bu kadar önemli bir meselede bu denli kolay bir zafer kazanmasına izin vermesi mümkün değil.

Peki perde gerisinde neler oluyor?

Haziran ayında Putin, Suudi Prensi ve Savunma Bakanı Muhammed bin Salman’la St. Petersburg’da bir araya geldi ve bölgede terörizmle mücadele etmek için bir koalisyon kurulması amacıyla “uluslararası bir hukuk çerçevesi” üzerinde çalışılmaya başlandı. Kısa bir süre sonra muhalefet gruplarının liderleri ile Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan üst düzey subaylarla bir araya geldi. Bu toplantıların amacı ise 30 Haziran 2012’de tasdik edilen Cenevre bildirisini uygulamak:

“Hükümet ve muhalefet üyelerini içeren ve karşılıklı rıza temelinde oluşturulması gereken, tam yetkili yönetim yetkilerini haiz geçici bir yönetimin teşkil edilmesi.

Suriye toplumunun tüm grup ve kesimlerinin anlamlı bir ulusal diyalog sürecine katılımı.

Anayasal düzenin ve hukuk sisteminin gözden geçirilmesi.

Teşkil edilen yeni kurum ve görevler için serbest ve adil çokpartili seçimler.”

Gördüğünüz üzere, Cenevre “Esad gidiyor mu kalıyor mu?” sorusuna, o aslî meseleye çözüm sunmuyor. İlgili soru tam olarak cevaplanmıyor. Verilecek cevap, “geçici yönetim”in bileşimine ve ileride yapılacak seçimlerin sonucuna bağlı.

Putin’in de böylesi bir sonuç istediği açık. İki gün önce Lavrov da bunu net olarak ifade etti zaten:

“Daha önce söylediğim gibi, Rusya ve Suudi Arabistan 30 Haziran 2012 Cenevre bildirisinin tüm ilkelerini, özellikle Suriye ordusu dâhil hükümet kurumlarının korunması ihtiyacını destekliyor. Suriye ordusunun teröristlere karşı verilecek etkin mücadeleye katılmasının gerçekten de önemli olduğu kanaatindeyim.

Daha önce de ifade ettiğim üzere, krizin çözülmesi konusunda benzer bir konumda olsak da aramızda farklar var, bu farklardan biri de Esad’ın kaderiyle ilgili. Biz, geçiş dönemi ve politik reformların parametreleri dâhil, çözüme ait tüm meselelerin bizzat Suriyelilerce halledilmesi gerektiği inancındayız. Cenevre bildirisinden de görüleceği üzere, bu meselelerin tüm muhalif kesimler ve hükümet arasındaki konsensüs aracılığıyla çözüme kavuşturulması gerekir.”

Bu ifadeden Putin’in gerçekte ne istediğini anlamak mümkün. Putin’in arzusu, “Irak benzeri bir kâbus senaryosundan kaçınmak için “Suriye ordusu dâhil, hükümet kurumlarının korunması.” (Bremer orduyu dağıttıktan sonra Irak’ta yaşananları hatırlayalım.) Öte yandan Putin, nihayetinde Moskova’nın kapısına dayanacak teröristlerin gelişme alanı olarak iş görecek paramparça edilmiş bir cehennem çukuruna yol açma ihtimali bulunan bir iktidar boşluğunun oluşmamasını istiyor. Bu boşluk sadece Washington’un amaçlarına hizmet eder, Rusya’nın değil.

Ayrıca “geçici yönetim” ve “serbest, adil çokpartili seçimler” üzerine kurulu toplam düşünce Putin’e onun Esad’ı okkanın altına atıyormuş gibi görünmesine neden olmaksızın ondan uzaklaşma imkânı sunuyor.

Bazıları bu tespiti eleştirip, “ne yani, Putin dostunu ve müttefikini satıyor mu?” diye sorabilir. Ama bu, tam olarak doğru değil. Putin bu noktada iki zıt şeyi aynı anda dengelemeye çalışıyor. O bir yandan müttefikine verdiği taahhüdü yerine getiriyor bir yandan da Suudi Arabistan’ın suyuna giderek onun düşmanlıkları sona erdirme noktasında kendisine yardım etmesini kabule zorluyor. Evet, burada mesele biraz üç parçaya ayrılıyormuş gibi ama Putin’in başka bir seçeneği var mı? O ya alelacele anlaşmaya varacak ya da kapıyı yüzlerine çarpma fırsatını elinde tutacak.

Peki ama neden?

Çünkü Washington anlaşma istemiyor. Onun tek arzusu savaş. Washington, bir arabulucu olarak Putin galip gelirse, Suriye’yi parçalayıp Ortadoğu haritasını yeniden çizme hedefine ulaşamaz. Şu şekilde ifade etmek de mümkün: Eğer Putin Suudi Arabistan’ı yanına çekerse, o vakit cihadî grupların para kaynaklarının önemli bir kısmı kuruyacak, Irak ve Kürd güçlerinin yardım ettikleri Suriye Ordusu da savaş alanında büyük bir başarı kazanacak ve IŞİD yok edilecek.

Bu, Washington’ın çıkarına mı?

Hayır. Esad koltuğunu kaybetse bile Cenevre sürecine göre bir sonraki cumhurbaşkanının ABD’nin seçtiği bir maşa olması pek mümkün değil, bu kişi büyük olasılıkla Suriye halkının çoğunluğunun desteklediği biri olacak. Washington’ın böylesi bir fikirden hoşlanmadığını söylemeye bile gerek yok.

Planın tek kusuru, Putin’in elini daha çabuk tutmasını gerekli kılıyor olması. ABD çoktan Ankara’dan Türkiye’deki İncirlik Üssü’nden insansız hava saldırıları ve bombardımanlarına başlamak için gerekli yeşil ışığı aldı bile ki bu, çatışmanın birkaç hafta ve ay içerisinde yoğunlaşacağı anlamına geliyor. Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin yürüttüğü hava saldırılarını Suriye’nin kuzeyinden toprak çalıp burayı “güvenli bölge” ilân etmek için bir kılıf olarak kullanıyor. 11 Ağustos tarihli International Business Times’taki yazıdan bu konuyla ilgili epey bir şey bulmak mümkün:

“Skype aracılığıyla International Business Times’a konuşan, Kuzey Suriye’de savaşan iki askerin bildirdiği kadarıyla, Pazartesi öğleden sonra ülkede IŞİD’den arındırılmış ‘güvenli bölge’ oluşturmayla ilgili ABD-Türkiye ortak girişiminin ilk aşamasını gerçekleştirmek için bir grup Türkmen savaşçı Suriye’nin Azez kasabasına geldi. Türkiye’den gelen ve Babul Selam sınır kapısından geçip Suriye’ye giren, içinde savaşçı taşıyan tanklar Azez’e girdi. Bu, Nusret Cephesi’nin çekilmesini sağlayan IŞİD’in Marea kasabasında saldırı düzenlemesine neden oldu.

İsyancılardan birinin dediğine göre, “başta herkes tanklarda Türk askerleri olduğunu sandı ama içindekiler Türkmen’di.

IBTimes’a Salı günü röportaj veren askerler Türkiye’de eğitim almışlar ve ülkedeki en büyük ılımlı muhalif isyancı koalisyonu içerisindeler. Hâlen savaşta oldukları için isimlerini saklı tutuyorlar. Ülkedeki isyancı gruplar arasında kurulan ittifaklarda yaşanan değişimlere bağlı olarak isimlerini açık etmiyorlar, zira birilerinin isimlerini kayıtlardan tespit edip kendilerinden intikam alabileceğini düşünüyorlar. Komutan olan askerlerden biri, kısa süre önce başkent Ankara’da Türk hükümetiyle yapılan görüşmelere katılmış. Toplantı, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmasını amaçlayan Türkiye-ABD planı ile ilgiliymiş.” [“Turkey, US, Syrian ISIS-Free Safe Zone: Turkmen Brigades Move Into Syria, Al-Nusra Moves Out, Soldiers Say”, -Türkiye, ABD, IŞİD’den Arındırılmış Güvenli Bölge: Askerlerin İfadesine Göre, “Türkmen Tugayları Suriye İçine Girdi, El-Nusra Bölgeden Çıktı” IBT]

Ne yani, içi Türkiye’nin eğitip silâhlandırdığı asker dolu Türk tankları Suriye sınırını geçip burada belki de Halep dâhil belirli bir bölgeyi temizleyecek ve ele geçirecek öyle mi?

Bu, bana biraz işgalmiş gibi geldi, peki ya size?

Sözün özü: Eğer Washington’ın Suriye’yi parçalayıp onu teröristlerin gelişme imkânı bulacağı bir alana dönüştürmesine mani olmak istiyorsa, Putin’in elini çabuk tutup Suudileri yanına çekmesi, katliama son vermesi ve Cenevre bildirisini uygulaması şart.

Bu, kolay olmayacak elbette ama en azından onun doğru yolda olduğu görülüyor.

Mike Whitney
14 Ağustos 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder