Sözün
hikâyesi ise şöyle: Hz. Ömer, halife olduğu gün bir adamı yanına çağırıyor, her
gün sabah yanına gelip “ya Ömer ölüm de var” demesini istiyor. Aradan yıllar
geçiyor. Halife adama artık gelmemesini söylüyor. “Bu sabah aynaya baktım,
sakalıma ilk ak düşmüş. Bana ölümü hatırlatan bir şey var artık.”
Hz.
Ömer, Araplarda kadîm bir gelenek dâhilinde, belirli bir ahlâkla Müslüman
oluyor. Halifeliği süresince devlet işlerini görürken devletin mumunu, kendi
işlerini görürken kendi mumunu yaktığı biliniyor. Ayrıca İslam’ın muktedir
olmasından önce, Müslüman olmayanların kalplerini İslam’a ısındırmak için
belirli aşiretlere zekât veriliyor [Müellefü’l Kulûb]. Bir gün
yarımadanın doğusundan bir aşiret reisi parasını almaya geliyor. Ömer, “onca
zaman geçti, daha Müslüman olmadınız mı?” diyerek, sünnet ve kural olmasına
rağmen, parayı vermiyor, üstelik bu paranın verilmesini yasaklıyor.
“Fırat’ın
kenarında bir kuzuyu bir kurt kapsa, Allah bunun hesabını benden sorar.” diyen
de o. Fırat’ın kenarındaki halka neler yapıldığı biliniyor. AKP, o kuzuyu
yemesi için görevlendirilmiş, kuzu postundaki kurt.
“Suyun
başını tutan biziz, gerekli görevleri ehline biz veririz.” diyen de Erdoğan. Bu
şirke karşı, sol-laik kesim, onu “halife” oldurmamak için uğraşıyor. O nehrin
Suriye’deki yatağını kana boğanın halifeliği söz konusu olabilir mi?
Diyanet,
devletin makam araçları, devlet kurumlarının taşıtları, cümlesi AKP’nin seçim
çalışmasına teksif edilmiş durumda. Devletin mumunu kendi mumu gibi yakan bir
“hilafet” bu. Sol ise “devlet bizim”, bizden düşük bir varlık o devleti bizden
çaldı, geri alalım.” diyerek “hırsız” diye bağırıyor.
Solculuk,
artık verili kapitalizm koşullarında belirgin biçimde piyasa ve rant
ilişkilerine göre icra ediliyor. Solculuğun nimetlerini görmüş kişi, onu bir
malı mülkü gibi korumaya başlıyor. Onun sayesinde adam yurduna konulduğunu,
ciddiye alındığını, değer kazandığını biliyor. Onu terk edemiyor. Sol denilen
“devlet”in mumu hep kendinden menkul bireylerin mumu olarak yakılıyor. Çıkar
ilişkileri ideoloji kılıfında yürüyor.
Borsada
dönen paralar, inşaatçılıkla biriktirilen kâr, zıt siyasi ekiplerle girilen
ticaret ilişkileri, biriken sermayenin paylaşılamaması, çalıştırdıkları
yerlerdeki işçilerin sömürülmesi, emek ve hak gaspı. Çıkar ilişkilerinin tayin
ettiği siyaset ve ideoloji. AB ile kurulan ilişkiler. Oradan gelen paraların
ağzı sulandırması. Bir yandan “kadın” diye bağırırken, diğer yandan fuhuş ve
insan ticaretinden gelen paralarla değirmenini döndüren kimi örgütler… Bunlar,
AKP’yle rakip firmanın CEO’su ya da sahibi olarak muhataplık kuruyor,
ilişkileri, siyaseti oradan kuruyor. Küçük burjuva, küçük burjuvanın karşısına
ancak haset ve kinle çıkıyor.
Dolayısıyla
bugün itibarıyla kabir azabına duçar olan Kenan Paşa’nın cenaze törenine gidip
gitmemenin bir ehemmiyeti yok. Onun palazlandırdığı, yol verdiği, İslam’ı
kontrol altına alıp devletin sopası kılmasını istediği, esasen sırf Kürd olduğu
için özünde Nursi’ye intisab etmemiş Fethullah’ın düdüğünü öttürüp öttürmemek,
onunla müttefik olup olmamak mühim. Bugünde, burada yol alabilmek için
uzaktaymış, dostmuş gibi yutturulan emperyalizmi görüp görmemek mesele.
Yıllar
önceydi. Kentsel dönüşüme karşı belki de ilk direniş Pendik/Aydos Mahallesi’nde
gerçekleşti. Ramazan vakti evlerini yıkmaya gelen AKP askerlerine halk
kendiliğinden direndi, bu direnişi kendilerinin yazıp hazırladıkları pankartla
yaptı. Pankartta, mealen, “(Beyrut kasabı) Şaron bile Ramazan’da
Filistinlilerin evini yıkmıyor, Erdoğan yıkıyor” yazıyordu. Aynı günlerde başka
mahallelerde, kerpiç evlerin duvarlarında “AKP kâfirdir” cümlesine
rastlanıyordu. İmza sahibi İbdacılardı. O İbdacılar, son bir yıl içerisinde
AKP’nin sofrasına oturdular. Bu gerilim üzerinden bir yoldaşlarını kaybettiler.
Hizalananın hizada tutulması gerekiyordu zira. Bu hizalanma da hayatiyet, beka,
hayatta kalma adına gerçekleşiyordu.
Mumlar
karışmışsa, suyun kenarında kuzular katlediliyorsa, o su kan banyosuna
dönmüşse, işler, gene rant ve yağma konusunda ehil olana teslim ediliyorsa,
burada nasıl İslam’dan söz edilebilir? Muhalif bir dil tutturanlara ise AKP’nin
düzenindeki çatlakları örtmek, oraları kapatmak ve bu küfür düzeninin
sürekliliğine katkı sunmak düşüyor.
“Hayat
savunusu” ile ilgili dil de bu düzeni besliyor, ona eklemleniyor. Ölümün
eşitleyici diliyle konuşmayan bir örgütün devrimci olması mümkün değil zira.
Mevcut solculuk, verili koşullarda ancak vitalizm, hayat tapınıcılığını
propaganda ediyor. “İktidar nesnesi olarak hayatı hedef aldığında hayat
iktidara direniş olur” [Deleuze] gibi cümlelerin alı pulu döküldüğünde, sol
denilen “devlet”in kibirli, bencil yüzü çıkıyor ortaya. O yüz, bir maske olarak
berisinde iktidara uyumlu bir ruhu saklıyor. O ruh, Aksaraylı kavruk
delikanlının derdini görmüyor, onu asla umursamıyor.
Eren Balkır
10 Mayıs 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder