Pages

11 Mayıs 2015

Ya Ömer Ölüm de Var


Sözün hikâyesi ise şöyle: Hz. Ömer, halife olduğu gün bir adamı yanına çağırıyor, her gün sabah yanına gelip “ya Ömer ölüm de var” demesini istiyor. Aradan yıllar geçiyor. Halife adama artık gelmemesini söylüyor. “Bu sabah aynaya baktım, sakalıma ilk ak düşmüş. Bana ölümü hatırlatan bir şey var artık.”

Hz. Ömer, Araplarda kadîm bir gelenek dâhilinde, belirli bir ahlâkla Müslüman oluyor. Halifeliği süresince devlet işlerini görürken devletin mumunu, kendi işlerini görürken kendi mumunu yaktığı biliniyor. Ayrıca İslam’ın muktedir olmasından önce, Müslüman olmayanların kalplerini İslam’a ısındırmak için belirli aşiretlere zekât veriliyor [Müellefü’l Kulûb]. Bir gün yarımadanın doğusundan bir aşiret reisi parasını almaya geliyor. Ömer, “onca zaman geçti, daha Müslüman olmadınız mı?” diyerek, sünnet ve kural olmasına rağmen, parayı vermiyor, üstelik bu paranın verilmesini yasaklıyor.

“Fırat’ın kenarında bir kuzuyu bir kurt kapsa, Allah bunun hesabını benden sorar.” diyen de o. Fırat’ın kenarındaki halka neler yapıldığı biliniyor. AKP, o kuzuyu yemesi için görevlendirilmiş, kuzu postundaki kurt.

“Suyun başını tutan biziz, gerekli görevleri ehline biz veririz.” diyen de Erdoğan. Bu şirke karşı, sol-laik kesim, onu “halife” oldurmamak için uğraşıyor. O nehrin Suriye’deki yatağını kana boğanın halifeliği söz konusu olabilir mi?

Diyanet, devletin makam araçları, devlet kurumlarının taşıtları, cümlesi AKP’nin seçim çalışmasına teksif edilmiş durumda. Devletin mumunu kendi mumu gibi yakan bir “hilafet” bu. Sol ise “devlet bizim”, bizden düşük bir varlık o devleti bizden çaldı, geri alalım.” diyerek “hırsız” diye bağırıyor.

Solculuk, artık verili kapitalizm koşullarında belirgin biçimde piyasa ve rant ilişkilerine göre icra ediliyor. Solculuğun nimetlerini görmüş kişi, onu bir malı mülkü gibi korumaya başlıyor. Onun sayesinde adam yurduna konulduğunu, ciddiye alındığını, değer kazandığını biliyor. Onu terk edemiyor. Sol denilen “devlet”in mumu hep kendinden menkul bireylerin mumu olarak yakılıyor. Çıkar ilişkileri ideoloji kılıfında yürüyor.

Borsada dönen paralar, inşaatçılıkla biriktirilen kâr, zıt siyasi ekiplerle girilen ticaret ilişkileri, biriken sermayenin paylaşılamaması, çalıştırdıkları yerlerdeki işçilerin sömürülmesi, emek ve hak gaspı. Çıkar ilişkilerinin tayin ettiği siyaset ve ideoloji. AB ile kurulan ilişkiler. Oradan gelen paraların ağzı sulandırması. Bir yandan “kadın” diye bağırırken, diğer yandan fuhuş ve insan ticaretinden gelen paralarla değirmenini döndüren kimi örgütler… Bunlar, AKP’yle rakip firmanın CEO’su ya da sahibi olarak muhataplık kuruyor, ilişkileri, siyaseti oradan kuruyor. Küçük burjuva, küçük burjuvanın karşısına ancak haset ve kinle çıkıyor.

Dolayısıyla bugün itibarıyla kabir azabına duçar olan Kenan Paşa’nın cenaze törenine gidip gitmemenin bir ehemmiyeti yok. Onun palazlandırdığı, yol verdiği, İslam’ı kontrol altına alıp devletin sopası kılmasını istediği, esasen sırf Kürd olduğu için özünde Nursi’ye intisab etmemiş Fethullah’ın düdüğünü öttürüp öttürmemek, onunla müttefik olup olmamak mühim. Bugünde, burada yol alabilmek için uzaktaymış, dostmuş gibi yutturulan emperyalizmi görüp görmemek mesele.

Yıllar önceydi. Kentsel dönüşüme karşı belki de ilk direniş Pendik/Aydos Mahallesi’nde gerçekleşti. Ramazan vakti evlerini yıkmaya gelen AKP askerlerine halk kendiliğinden direndi, bu direnişi kendilerinin yazıp hazırladıkları pankartla yaptı. Pankartta, mealen, “(Beyrut kasabı) Şaron bile Ramazan’da Filistinlilerin evini yıkmıyor, Erdoğan yıkıyor” yazıyordu. Aynı günlerde başka mahallelerde, kerpiç evlerin duvarlarında “AKP kâfirdir” cümlesine rastlanıyordu. İmza sahibi İbdacılardı. O İbdacılar, son bir yıl içerisinde AKP’nin sofrasına oturdular. Bu gerilim üzerinden bir yoldaşlarını kaybettiler. Hizalananın hizada tutulması gerekiyordu zira. Bu hizalanma da hayatiyet, beka, hayatta kalma adına gerçekleşiyordu.

Mumlar karışmışsa, suyun kenarında kuzular katlediliyorsa, o su kan banyosuna dönmüşse, işler, gene rant ve yağma konusunda ehil olana teslim ediliyorsa, burada nasıl İslam’dan söz edilebilir? Muhalif bir dil tutturanlara ise AKP’nin düzenindeki çatlakları örtmek, oraları kapatmak ve bu küfür düzeninin sürekliliğine katkı sunmak düşüyor.

“Hayat savunusu” ile ilgili dil de bu düzeni besliyor, ona eklemleniyor. Ölümün eşitleyici diliyle konuşmayan bir örgütün devrimci olması mümkün değil zira. Mevcut solculuk, verili koşullarda ancak vitalizm, hayat tapınıcılığını propaganda ediyor. “İktidar nesnesi olarak hayatı hedef aldığında hayat iktidara direniş olur” [Deleuze] gibi cümlelerin alı pulu döküldüğünde, sol denilen “devlet”in kibirli, bencil yüzü çıkıyor ortaya. O yüz, bir maske olarak berisinde iktidara uyumlu bir ruhu saklıyor. O ruh, Aksaraylı kavruk delikanlının derdini görmüyor, onu asla umursamıyor.

Eren Balkır
10 Mayıs 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder