Pages

12 Mayıs 2015

Kapitalizm ve Britanya Seçimleri


Sağın zafer kazandığına dair iddialara yol açan, Muhafazakâr Parti’yi ve İşçi Partisi’ni kapsayan muhafazakârlığın ipi göğüslediği Britanya seçimleri, bilhassa Rusya ve Çin’le karşı karşıya gelişi dâhilinde ABD’nin başını çektiği küresel Batılı karşı devrimci duruşu bozan gizli bir lütuf, hayırlı bir gelişme olarak görülebilir. Jeopolitik gericiliğin genel mantığında sosyalist ve/veya halkçı muhalif akımlara ve toplumsal değişime yönelik bir korku vardır. Bu nedenle esasında Soğuk Savaş’ın bugün yenilendiği söylenebilir.

Britanya’nın güvenilir ortağı Amerika’nın uluslararası askerî, mali ve ticari hegemonyasının sürmesi için gerekli birleşik bir cevabın nihayet bozulmasını ve Cameron’ın Avrupa Birliği konusunda yarı otokratik duruşunda mündemiç olan, dünya kapitalizmine dönük muhtemel tehdidi takdir etmek için Troçkistlere özgür bir zihniyete sahip olmaya gerek yoktur.

Britanya’da Muhafazakâr Parti yandaşlığı, ABD’deki kapitalist köktenciliğin aleni bir mütemmim cüzüdür ve hayati olmasına karşın, dünya sisteminin Batılı (yani Amerika’nın) yapısal-ideolojik hâkimiyetine tabi bir güç olarak arzulanan rolünün ötesine geçmiştir. Neden? İlk neden şu: Britanya’nın genişlemeci iddialarını sınırlandıran unsurlar olarak görülen, AB’nin para ve ticaret politikalarına yönelik yeni yeni gelişmeye başlayan muhalefet, AB’nin rakip güç merkezleriyle uğraşma noktasında elinde bulundurduğu politik-ekonomik statünün altını oymaktadır (değişen küresel modeller karşısında Avrupa, çökmekten giderek daha çok korkmaktadır), bu nedenle hafife alınmaması gereken psikolojik kayıp, Cameron ve Britanya’nın yaptıklarına karşı öfkenin birikmesine neden olmuştur. Hâlâ önem arz eden ikinci nedense, Britanya’nın AB’ye katılım fikrinden uzaklaşmasının Büyük İttifak’ın kötü askeri sonuçlarının bir alameti olması, yani Latin Amerika, Asya ve Asya’da, ayrıca Çin ve Rusya’da ifade kanalları bulmak için mücadele eden sosyalist, milliyetçi ve adil kimi özerk isteklerin karşısında, piyasa güçlerine gerekli tahkimatın yapılmasıdır. Bu yerlerde söz konusu gayretler, için uygun bir ortam ve arka plan oluşmaktadır.

Askerî sonuçlar neden kötü? Sebebi basit: çünkü AB, ekonomik öneminden bağımsız olarak, NATO’nun vekili, kılıfı ve dublöründen başka bir şey değildir. Özetle o askerî bir ittifak sistemidir, ilham kaynağı itibarıyla (onlarca yıl içerisinde evrim geçirmiş bir terim olarak) antikomünisttir, Amerika’yı Doğu Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’da gizlenmiş barbar düşmanlardan ve söylemeye bile gerek yok, mevcut olağan şüphelilerden koruyan bir muhafız alayıdır. ABD müdahalesi ile NATO sınırlarını iyice genişletmiş, böylelikle Cameron’ın vizyonuna uygun biçimde, işbirliği dâhilinde kurulan bağ ya kopmakta ya da incelmektedir.

Aslında hiç varolmayan Amerikan solundan görece daha etkili olan Cameron, ABD’nin küresel üstünlüğünü kemirmekte ise, o vakit Amerika NATO’yu (ve Uzakdoğulu müttefik sistemlerini) neden meşru görmektedir? Amerika’nın gücü hiç azalmayacak bir güç olabilir ama o, liberal retoriğin incir yaprağı olmaksızın yapamayacak bir ülkedir: ABD, dünya meselelerinde şeriki bulunamayacak, had hudud bilmez bir şehir eşkıyasıdır. Evet, Cameron artık istenmeyen bir beceriksizdir ama bunun bir tek Amerika farkında değildir.

İskoçya, Batı’nın güç yoğunlaştırma çabasını dağıtma noktasında işlevsel olabilir, bunun nedeni, onun Britanya’yı ondaki baskıcı yanı ifşa etmeye zorlaması ya da dünyadaki konumunun zayıflamasını seyretmesinin ihtimal dâhilinde bulunmasıdır. Her iki durumda da AB, askerî boyutlarını yeniden düşünmek zorunda kalacak, hatta dünya vatandaşlığı noktasında görece daha kurucu bir rol oynamaya karar verecektir. Cameron ne ölçüde uygulama becerisi gösterirse göstersin, ondaki otokratlık kendine has bir dinamiğe sahiptir, barış arayışını acil görmektedir ya da o, esasen bir nükleer savaş durumu riskini ifade etmektedir.

Herkes, Amerika’nın AB/NATO zayıf düştüğünde veya dağıldığında ne yapacağına dair tahminlerde bulunmaktadır. Benim tahminime göre, Rusya ve Çin’le ne kadar çok karşı karşıya gelirse, bu iki ülke o denli yakınlaşacak, küresel yapı yeniden hizalanacak, Amerika tecrit edilecek ve muhtemelen sırtını yaslayacağı bir Batı Avrupa da kalmayacaktır. Obama’nın Trans-Pasifik Ortaklığı ile ilgili son dönemde uyguladığı baskıların amacı, Çin’in kuşatılıp zayıflatılmasına yöneliktir ve onun bir gözü de Avrupa’daki gelişmelerdedir. Onun Cameron’a, Doğu ve Batı’ya bel bağlaması mümkün değildir, o, Amerikan dış politikasının önemli bir kısmında görüldüğü üzere, hâlâ dünya sahnesinde artık savunulması mümkün olmayan, kendi kendisini yüceltmekten başka bir şey yapmayanların ortaya attığı iddialar üzerinden işlemektedir.

Norman Pollack
11 Mayıs 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder