Evde tereyağı yapmak mümkün. Sütün ya da yoğurdun
kaymağı kullanılıyor. Burada kullanılan yöntem, solun kitleyle ilişkisini
andırmıyor değil. Sol, kitleyle ilişkisinde kaymak tabakasına sesleniyor.
Kaymağı topluyor. Tereyağını yapıyor, ekmeğine sürüp yiyor.
Bugün özellikle belirli örgütler, bu tereyağı yapımı
konusunda ciddi bir rekabet içerisindeler. Biriken kaymağı kim kapacak yarışını
siyaset zannediyorlar. Kitlenin nereden geldiği, nereye gittiği, ne hâlde
olduğu, ne yaptığı, kimsenin umurunda değil. Tereyağı tezgâhlarının sahipleri,
tereyağı tüccarları başka yerlere bakıyorlar. Dertsiz ve öfkesiz olanlar,
dertten ve öfkeden kaçıyorlar.
Teori-ideoloji, kaymak tabakasının belirlenmesi için
önemli sadece. Kitleler sokaklara dökülüyor, hemen dişe dokunur olanlar bir
heybeye dolduruluyor. Kaymak tabakasını ayıran ölçüler, şeflerin ihtiyaçlarına
göre belirleniyor. Tabaka buna göre toplanıyor. Sonra kadroları özel
olduklarına dair yalana inandırmak için türlü taklalar atılıyor. Devrimcilik,
gerisin geri Fransız Devrimi’ne, burjuva siyasetine, onun öznelliğine
kapanıyor.
Dükkân kafası, esnaf-zanaatkâr ideolojisi, sol
örgütlerin pratiğini ve zihnini belirliyor. Örneğin geçmişte DSİP çizgisine
aleni küfreden yapılar, birer-ikişer bu çizgiye örgütleniyorlar. Daha düne
kadar DSİP’in yazdıklarına ve yaptıklarına alaycı bir tavırla yaklaşanlar,
bugün onun sözlerini tekrarlıyorlar, yaptıklarını yapıyorlar. Kaymak tabakasına
bakıldıkça, DSİP güçleniyor. Zira DSİP, kaymak tabakasını ideolojik olarak
örgütlemeyi, ona örgütlenmeyi ifade ediyor. Şeytan ön kapıdan kovuluyor, arka
kapıdan içeri alınıyor.
Bu yönelimi eldeki silâh da gizleyemiyor. Silâh,
internet köşelerinde kesilen pozun bir aksesuarına dönüşüyor. “İşçilere elli
yıllık, sabırlı bir mücadeleyi öğütlemek lazım” diyen Marx, “Terör kitlelerle
devrimci örgütlerin bağını kopartır. Oysa bizim başarımızın biricik teminatı bu
bağdır” diyen Lenin, “Savaş başlamadan bütün mücadele ve örgüt biçimleri savaşı
başlatmak içindir; savaş başladıktan sonra ise bütün mücadele ve örgüt
biçimleri savaşın geliştirilip güçlendirilmesi içindir” diyen Mao, kendinden menkul,
özel bir kurgu adına bir bir kurban ediliyor. Bu isimler, sadece kaymak
tabakasını toplamak için birer kepçeden ibarettir artık.
* * *
Bugün anlı şanlı iki örgüt, salt kendi başlattıklarını
tanıyor, bu başlama anı konusunda kendi aralarında rekabet yürütüyor. Batı’dan
kurgulanmış ve bu topraklara yedirilmeye çalışılan teori ve ideoloji de
rekabetin konusudur. Ortada kalmış bir örgüt vardır, ideolojik-politik bir
ayrışma yaşamıştır. Rekabet hâlindeki iki büyük örgüt bugün, bu küçük örgütü
kaymak tabakası olarak gördüğünden, bir parçasını kendisine almaya çalışıyor.
Ama burada içeri alınan örgütün tarihi, birikimi, yanlışları ve doğruları önemsizdir.
Mesele, sadece kortejlerin ve başka alanlardaki faaliyetin iri görünmesidir.
Dert, vitrini zengin göstermektir.
Bu iki örgütün elinde sihirli değnek olsa ve bugün tüm
solcuları kendi örgüt mekanizmasına katsa, değişen bir şey olmayacaktır. Ne iki
örgüt dönüşmektedir ne de tüm o solcular fikrî ve pratik bir dönüşüme
tabidirler. Mesele, sadece kaymakların torbada toplanıp tereyağı yapılmasıdır.
* * *
İyi bir tereyağı için sütün saf olması gerekir.
Örgütten ayrılanlar, sırf bu saflığı bozdukları için kötüdürler ve bu sebeple
cezalandırılmalıdırlar. Bugün kendisinden ayrılanları sokak köşelerinde
cezalandıranlar, başına kurşun sıkanlar, bu anlayışlarından vazgeçmiş
değillerdir.
Her şeyi kendisinde başlatıp kendisinde bitiren örgüt,
ayrışanı tehlikeli görür. Adsız-adressiz, uçsuz-bucaksız bir mücadeleye ait
olamadıkları sürece bu türden gerilimler varlığını sürdürecektir.
Ülkede zaten bir avuç olan faal solcunun kendisinde
toplanması için çalışmak, aslında hiçbir şey yapmamaktır. Faal solcunun gelip
dayandığı sınırlar aşılmadan, düşmana karşı yeni ortak sınırlar çekilmeden, bu
toplama işleminin bir getirisi olmayacaktır.
Zımnen bahis konusu edilen iki örgüt, solun duvarları
ötesine geçmeye çalışan mütevazı çalışmaları bozmak, ele geçirmek, mülk edinmek
veya boşa düşürmek için çalışmaktan başka bir şey yapmamaktadır. İşin kötüsü,
Kürd’ü de böyle okumaktadır. Kürd’ün bunlara bırakacağı pabucu olmadığı
açıktır. Kürd’ün de kaymağını toplayacağını zannedenler, fena yanılmaktadırlar.
Dolayısıyla kitlelerin mücadelesinden korkan, sadece
kendisi gibi özel insanlara açık olan örgütlerin öncülükten, mücadeleden ve
devrimden anladığı da sorunludur. Sokağa sadece kendisi gibi olanları toplamak
için çıkan örgütlerin örgütlenmeden ne anladığı sorgulanmalıdır.
* * *
Yukarıdaki Marx’ın tespitine atfen: özellikle bu iki
örgüt, kısa vadeli, tüketici, geçici bir yönelim içerisindedir. Proletaryayı
“gerici” görmelerinin sebebi de buradadır. Günlük kazanımlara kilitlenmek, ana
karakteri vermektedir. Bu, uzun soluklu bir kavganın militanlarını bir bir
tüketmektedir.
Lenin’in sözüne atfen: “devrimci şiddet” diye allayıp
pulladıkları pratiğin hiçbir yerinde kitleler ve kitle bağları yoktur. Sadece
kendilerini tanımaktadırlar. Kendileri dışındaki dünya gerçek dışıdır.
Kitlelerin yönelimleri, gerilimleri onlar için önemsizdir.
Mao’nun sözüne atfen: sadece kendi başlattıklarını
düşündükleri savaşı savaş kabul etmektedirler. Dolayısıyla Mao veya başka
devrimci isimlerin pratikleri, ancak bu kendince başlattıkları “savaş olmayan
savaş”ın aksesuarı olabilmektedir.
* * *
Küçük burjuvalık, kişilerin gündelik hayatları değil,
politik-ideolojik-teorik ağırlığı ile ilgili bir meseledir. Söz konusu ağırlık,
meslek odaları, sendikalar gibi mevkiler üzerinden hissedilmektedir. Kitleler
içerisinden gerekli kaymak tabakası, bu mevkiler merkeze alınarak görülmekte,
değerlendirilmektedir. Dolayısıyla dün devrimcilik konusunda burnundan kıl
aldırmayanlar çizgiyi-hattı değiştirmekte, devrimciliği kendi varlıklarına
kapattıklarından, oralarda olmakla mevkilerin kıymetli olduğunu düşünmektedirler.
Oysa ki bu mevkiler, devrimci hareketin kitleyle
arasındaki bağların kurulduğu değil, koptuğu yerlerdir. Çünkü ilgili mevkiler,
hâkim burjuva siyasetin merdivenlerinden başka bir şey değildirler.
Genel algı ve bilgiye göre, silâh ve savaş, başlangıç
noktasıdır. Esas olarak da son varılacak olan noktaya işaret etmektedir. Birçok
sorunun sadeleştiği, geri plana itildiği ânı anlatmaktadır. Dolayısıyla silâhı
tutan, başlangıca ve sona ipotek koyarak rakiplerini geçmek derdindedir. Bunun
dışında bir anlamı yoktur.
Kürd’ün sola yönelik eleştirisi, başı ve sonu tutan
özne tarafından böylelikle savuşturulmuş olur. İşgal altında, sömürge bir
ülkeye dair tespit, oradaki bütün tartışmaları sona erdirmiştir. Kürd’den
öğrenilen sadece bu şeklî tespittir: tartışmaların bitirilmesi, suyun başının
tutulması, rakiplerin bertaraf edilmesi ve tüm imkânların bir bir istismar
edilmesi. Sonuçta bugün öğrenilenlerin, hele ki Gezi’den sonra, hiçbir anlamı
ve karşılığı olmadığı görülmüştür.
* * *
HDP, barajı geçsin ya da geçmesin, geçmişte ÖDP’nin
yaptığı gibi, mevcut bağları da kopartma yönünde ciddi bir risk taşımaktadır.
Geçmişte DSİP çizgisinin yapamadığını yapmak, bu suretle irileştiğini
zannetmek, ciddi bir yanılgıdır. Kitleyle şeklî bir bağ kurmuş olmak, hakiki
bağların erimesine neden olacaktır.
Küçük burjuva, başı-sonu kendisiyle tanımlamakta,
herkesi kendisine mecbur etmeye çalışmaktadır. HDP’ye ondan önce/sonra veya
sandıktan önce/sonra ne tür politik-ideolojik-teorik anlamlar yüklenirse
yüklenilsin önemli olan, bu anlamların ardındaki akıl ve pratiktir. Herkesin
ağzındaki DSİP düdüğü ve Kürd’ün şekle, maskeye indirgenmiş hâli kimseyi
aldatmamalıdır.
Eren Balkır
23 Mayıs 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder