AKP, fukaranın sınıfsal öfkesini orta sınıflara
yönlendirmek suretiyle, burjuvaziye ve emperyalistlere yönelik kini ve
düşmanlığı yumuşatıyor. Bu anlamda AKP ile öznel, kişisel, birebir, ucuz-kaba
eşitlikçi bir ilişki, muadillik düzlemi kurmazdan önce, onu muktedir kılana,
kılmayana, kılmamış ve kılmayacak olana bakmak gerekiyor.
Soma Katliamı sonrası mahkeme süreci, AKP’ye yakışır
biçimde, beklenen bir sonuca bağlanıyor. Meslek sahibi, orta sınıfın içerisinde
ite kaka yer edinmeye çalışan, üstelik toprak altındaki bir kurban bulunuyor.
Sağlık reformu süreci, AKP şahsında doktorların, halk
tabiriyle, “boynuzlarının kırılmasına, burunlarının sürtülmesi”ne neden oluyor.
Çağlayan saldırısı sonrası avukatlar, kasten hedef alınıyorlar. Artık sadece
velilerin değil, öğrencilerin de öğretmenleri dayaktan geçirdiği bir dönemde
yaşıyoruz. AKP’nin orta sınıfa saldırı planı iki uçlu: Fukarayı bu katmandaki
dostlarından, yoldaşlarından kopartıp diz çöktürmek; orta sınıfı da burjuvaziye
ve devlete muhtaç hâle getirip, kontrol altına almak.
Yaşanan gizli ve açık şiddetin sınıfsal boyutu,
ideolojik sonuçlar doğruluyor. Fukara, şiddetin mızrağını orta sınıfa
çevirerek, egemen burjuvazi ile devlet üzerinden ortaklaşmaya, yol bulmaya
çalışıyor. AKP’ye yönelik eleştiriler, tabiatıyla, bu fukarayı da kapsayacak
şekilde ilerletiliyor. Müslümanlık, Ortadoğu, makarna, eğitimsizlik, sürü
bilinci, korku vb. burada birer dolayım olarak iş görüyor.
Egemenler, ideolojik salgısını önce
tefeci-bezirgânlar, oradan tüccarlar, esnaf ve zanaatkâr üzerinden halka
yediriyorlar. AKP iktidarının temelinde 2001 esnaf isyanı duruyor. 2013 orta
sınıf isyanı ise tersten bu salgıya bağlanmayla sonuçlanıyor. Bu son isyanın
mülk sahipliği konusundaki rekabet seçimler üzerinden ifa ediliyor: CHP ve HDP,
orta sınıf siyasetine daha fazla râm oluyor. Orta sınıfa yöneltilmiş
aşağıdakilerin öfkesini karşısına alıyor, yoksulun eli bırakılıyor, mazluma
alaycı, horgören bir bakış fırlatılıp sırt dönülüyor.
Orta sınıf ideolojisi, kendi ömrünü toplam kolektif
hayatın ta kendisi zannediyor. Ayağını bastığı yeri tek vatan, içinde olduğu
ânı mutlak biyoloji ve iktisat olarak anlıyor. Dolayısıyla AKP’nin saldırısında
o vatanı ve ânı aşan güçlerin önemli bir payı var. Bu nedenle o, sınıfsal ayrım
yapmadığı için, aşan her şeyi “kötü” ilân ediyor. Çıkmaz sokakları yok eden
modernizm türünden, mahremiyet, muhabbet, AKP’nin tetikçiliğini yaptığı
egemenler eliyle siliniyor. Masonizm edebiyatının Fethullah bahanesiyle yeniden
ısıtılmasının nedeni, burada. Kontrol ve disiplin toplumu, burjuvazinin ve
devletin emri olarak ifa ediliyor. Hayata ait değil, sahip olabilen orta sınıf,
bu emre dolaylı olarak uyuyor.
Orta sınıf siyaseti, o özel vatanı ve özel ânı
yücelttiği, Allah bildiği için başka bir yüce kudrete asla izin vermiyor. Bir
orta sınıf örgütlenmesi olarak AKP egemenlerle anlaştığı için, fukaranın
saldırısını kendince maniple ediyor, hüküm ve kontrol altına almaya çalışıyor.
Daha önce çıkartılan Millî Görüş gömleğinin bu seçim öncesi lime lime edildiği
görülüyor. Süleyman Soylu çizgisinin tayin ettiği kadrolar köşe başlarını
tutuyorlar. Sol muadili bu gelişmeyi sınıfsal ortaklaşma sebebiyle görmüyor, buna
müdahil olamıyor. Sağ orta sınıf siyaset, CHP-HDP rekabetinin sonucunu
bekleyerek, sol muadiline kavuşacağı günü bekliyor. Başkanlık tartışmalarında
AKP, mecliste ABD’deki gibi esasta iki parti olacağını söylüyorlar. Söz konusu
rekabet de ikinci partinin kim olacağı ile ilgili. Dolayısıyla bu yarışa
girerek başkanlık meselesi zımnen onaylanmış oluyor. Fukaranın kaotikliği, ucu
açıklığı, geriliği, kontrolsüzlüğü, aşağılık konumu ile ilgili solda açıktan ya
da örtük eleştirilerin ve saldırıların da bu süreci içeriden desteklediğini
görmek gerek. Ölçüsü, mizanı fukara-mazlum olmayanın saray kapılarından girişi
de kolay oluyor.
Orta sınıfın özel vatanı ve özel ânı, ağır bir gülle
gibi, her şeye baskın çıktığından, tüm ideolojik-politik yönelimleri bu ağırlık
merkezinde toparlıyor. Bunu da güçlü olmak zannediyor. Buradan her şeyi
kendisinde başlatıyor, kendisinde bitiriyor, herkesin kendisine mecbur olmasını
talep etmekten başka bir şey yapmıyor. Yoldaşlaşma, ortaklaşma, paylaşım,
müşterek çalışma, aidiyet lügatten çıkartılıyor. Tarihin ve toplumun başına ve
sonuna “ilahi birey” yerleştiriliyor. Bu bireyin ruhunu burjuvazi, bedenini
devlet imal ediyor.
Söz konusu yerleştirme işlemi, tarih ve toplumdaki
sınıflar mücadelesinin karşı tarafa atılması için yapılıyor. Sınıflar
mücadelesi karşıya atılınca, tarih ve toplum, bugünde olmak, ayak basılan
toprak adına, temel bireysel ahlakî ayrıma, yani “iyi-kötü” meselesine
bakılıyor. Orta sınıf, kötüye işaret ederek, iyinin kendisi olduğunu vicdanına
inandırmaya çalışıyor. Sınıfsal açıdan hiç sorgulamadığı aklı herkesin aklından
yüce olduğu için, cehalet, bilgisizlik, gerilik olarak gördüğü her şeyi “kötü”
olarak adlandırıyor. Sınıfsal analiz ahlakî analizin altında eziliyor.
Orta sınıf siyaseti, “aklın kötümserliği-iradenin
iyimserliği” noktasından “kötü akıl-iyi irade” noktasına taşınıyor. Akıl, her
şeyden ari, münezzeh kılınmak için sınıflar mücadelesini çöpe atıyor. En fazla,
sınıfı, kendisi gibi iş ve kas gücü denilen “sermaye”ye sahip, meslek erbabı,
özel bir şahıs olarak görüyor. Sınıfın ve halkın içinde de sınıflar mücadelesi
işlediğini her seferinde inkâr etmek zorunda kalıyor. İşçiyi orta sınıf
siyasetine ikna etmek için bu gerçeğin üzerini örtüyor. Birey-işçiyi bugüne ve
ayak bastığı toprağa tapmaya ikna etmek için uğraşıyor. Dolayısıyla ucu açık,
kontrolsüz, tehlikeli ve tehdit yüklü sınıf hareketini devlete veya demokrasiye
göre disipline ve terbiye etmeye çalışıyor.
Orta sınıf siyaseti, egemenlerle yapılmış gizli bir
akit olduğu için, akıl giderek egemenlerin aklına bükülüyor, oranın kötülüğünü,
cinliğini, uyanıklığını, kibrini, ahlâksızlığını ve yalanını kendisine
yediriyor. İrade ise, bir nevi, tüm bunların arındırılması seansı olarak
görülüyor. Her türlü düzenbazlığı yapan ama psikiyatristlere, kişisel gelişim
danışmanlarına tonla para akıtan zenginlerin pratiği orta sınıfın iradesi
hâline geliyor.
Proletarya, mazlumlaşmış işçi, işçileşmiş mazlumdur.
Sömürüye ve zulme karşı kolektif mücadele içerisinde oluşur. Onu kendisine
benzetmeye çalışanlar, onda kendi çıkarlarına koşturulacak yedek güç bulanlar,
onunla nefes almayı bilmeyenler için mağlubiyet kaçınılmazdır. Sömürü ve zulmün
karşısındaki her politik-ideolojik güç ona mündemiçtir. Onu devlet ve burjuvazi
ölçütüne vurmak, meseleyi “iyi-kötü” ölçütüne çekmek, ciddi bir yanılgıdır.
Esas olarak onun düşündüğü akıl; onun “yap” dediği, irade olmalıdır.
Eren Balkır
17 Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder