İsa Devrimci miydi?
O’nun politik çevresi şüpheli isimlerden oluşuyordu.
Çevresindeki isimlerden biri, Mutaassıp Simon idi. Mutaassıplar [Zealotlar],
kendisini Romalıları Filistin’den çıkarmaya adamış, yeraltında faaliyet yürüten
anti-emperyalist bir hareketti. Mutaassıplar, bugünün El-Kaide’sinden pek
farklı olmayan bir ideoloji üzerinden, saf, gelenekselci ve teokratik bir
Yahudi devleti istiyorlardı. Sebep-sonuç ilişkilerine bakan bir seyirci için
İsa’nın öğretisi, pekâlâ bu Mutaassıpların düşüncelerine benziyormuş gibi görünebilir.
İsa’yı kuşatan kalabalıklar içerisinde Mutaassıpların ve diğer muhaliflerin
olmasını doğal karşılamak mümkün, ama bunun politik açıdan ne denli doğru
olduğuna da bir bakmak gerek.
İsa’nın imparatorluk karşıtı direnişin bir parçası
olması pek muhtemel değil. Bunun bir nedeni, onun vergilerin ödenmesi
gerektiğine inanması (“Sezar’ın hakkı Sezar’a”) ama Mutaassıpların bu fikre
karşı çıkmaları. Diğer bir nedeni de O’nun Ferisîlerle kanlı bıçaklı olması;
Ferisîler, bir yönüyle, Mutaassıpların teolojik kanadı.
İsa’nın bir Mutaassıp olmamasının diğer bir nedeni de
havarilerinin O’nun idam edilmesi sonrası tutuklanmamış olması. İsyancı olarak
biliniyor olsalardı, işgalci Roma güçleri muhtemelen onları dümdüz ederlerdi.
Havariler arasında belki de az miktarda anti-emperyalist militan mevcut idi,
ama Romalı yetkililer, İsevî hareketin devleti yıkmayacağı hususunda netlerdi.
Tabii bu, söz konusu hareketin liderinin çarmıha gerilmesinin sebebi değil.
Eğer İsa, Mesih olduğu iddiasında bulunmuş olsaydı,
Romalılar teyakkuza geçerlerdi, zira Mesih, o dönemde İsrail’i yeniden ayakları
üzerinde doğrultacak olan militan politik lideri ifade ediyordu. Ama İsa, Mesih
olduğu iddiasında da bulunmadı. Bu konuda tarihsel planda iki olaydan
bahsedilir, ama ikisi de kuşkuludur. Ne olursa olsun, yanındaki silâhsız,
hatırı sayılır ölçüde kalabalık, ama o kadar da büyük rakamlarda olmayan bir
insan topluluğu ile mabedi imha edebileceği ya da devleti yıkabileceği fikri çok
saçma bir fikir, Yahudi ve Romalı yetkililer de bu kanaatte olmalı. Mabedin
binlerce muhafızı var, ayrıca Roma garnizonundan bahsetmeye bile gerek yok.
Giderek tehlikeli bir biçimde küfre doğru yelken açan
dövizcilerin mabedini temizlemeye dönük şiddete dayalı eylemi, İsa’nın
düşmanlarınca bileklerinden çivilenmesi için yeterli sebeptir. Dövizcileri
mabetten kovmadaki niyet, “anti-kapitalist” bir hamle değildi. İsa,
dövizcilerin ve güvercin satıcılarının masalarını devirdi ve mekânın
haramilerin ini olduğunu söyledi; ama bu ifadelerin bugün sonradan eklendiği
düşünülmekte. Muhtemelen İsa, mabedin yıkılmasından sembolik manada dem
vuruyor, ama ticaretin hüküm sürdüğü, pespaye bir yer oluşuna dönük nefretini
ifade etmiyordu.
İsa itaatsizliğinden ötürü mahkûm ediliyor ve kamu
düzeni için bir tehlike olarak görülüyor. O dönemde Roma’nın Yahudiye valisi
olan ve İsa’yı yargılayan Pontius Pilatus, muhtemelen O’nu Mesih olduğu iddiası
üzerine ölüme gönderiyor, oysa İsa, Mesih olduğu iddiasında değil. Mesih (Elence:
Hristo) Yahudilerce savaşçı-kral olarak kabul ediliyor, İsa’nın Kudüs’e bir
eşeğin sırtında girmesini Mesih karşıtı bir hareket olarak okumak mümkün,
burada O, askerî egemenliğe dair tüm benzeri anlayışlara alaycı bir tokat
atıyor gibidir.
O halde İsa, politik bir liderden çok “ruhanî” bir
lider midir?
İsa’ya göre, adaletin hâkimiyeti, Tanrı’nın
hükümranlığı ile budünyanın iktidarları arasında herhangi bir müzakereye imkân
yoktur. O nedenle İsa, mutlak bir kararla, etrafındaki insanlarla karşı karşıya
gelmiştir. Bu insanlar ya O’nun yanındadır ya da O’na karşıdır; liberal bir
orta nokta masalına yer yoktur. Mesele, eski köye yeni âdet getirmek türünden
reformist bir mesele değil, İsa’nın görüşüne göre, hâlihazırda şiddetli bir
biçimde dünyada zuhur eden ve kendisinin hem müjdecisi hem de tecessümü olarak gördüğü,
tahayyül edilemeyen yeni bir rejimdir. Bu anlamda O, bir sosyal reformcu değil,
bir öncüdür.
Marx’taki sosyalizmden farklı olarak, adalet alanı hem
bugüne içkindir hem de ona doğru yürünmesi gereken bir hedeftir. Ama eskiden
yeniye geçiş, evrimci sosyalizmin öngördüğü tarzda, yumuşak olmaz. İçinde
yaşadığımız ve İnciller’in “dünyanın günahı” dediği koşulların aciliyeti ve
şiddeti düşünüldüğünde, adil bir toplumsal düzene erişmek, ölüm, hiçlik,
karışıklık ve mal-mülkten kurtulma gibi yollardan geçmeyi içerir.
İsa’nın ve müritlerinin krallığın kısa süre sonra
kurulacağını ummalarının bir nedeni, onların o krallığın kurulmasına katkı
sunmada insan faaliyetinin belirli bir role sahip olabileceğine dair herhangi
bir anlayışa sahip olmamalarıdır. İlk Hıristiyanlar için krallık, tarihin icra
ettiği bir çalışma değil, Tanrı’nın bir hediyesidir. İnciller’deki dünya görüşü
dâhilinde böylesi bir politik teolojiye rastlamak pek mümkün değildir, bu da,
İsa’nın Lenin’in olduğu manada bir devrimci olmamasının ana sebebidir. İsa
Leninist değildir, çünkü O, tarihsel özgür irade anlayışından mahrumdur. Onda
tek bir tür tarih anlayışı vardır, o da Heilsgeschichte, yani selamet
tarihidir.
Dolayısıyla Hıristiyanlık, seküler hümanizmden görece
daha kötümserdir, ama aynı şekilde alabildiğine daha iyimserdir. Bir yandan
insanlık hâlinin itaatsizliği, insanî arzunun sapkınlığı, putperestlik ve
vehmin yaygınlığı, ıstırap çekmedeki ayıp, zulüm ve adaletsizliğin insanın
içini körelten sürekliliği, halktaki fazilet kıtlığı, gücün küstahlığı,
iyiliğin kırılganlığı, şehvet ve bencilliğin korkunç gücü konusunda
gerçekçidir.
Diğer yandan da bu din, berbat koşullardan kurtulmayı
vaat eder, ama şaşırtıcı bir biçimde bu kurtuluşun gerçekleştiğini de söyler.
Bugünlerde sosyalizmin bizim fark etmediğimiz bir yoldan, hâlihazırda meydana
geldiğini söylemek bir yana, Marksistler arasındaki mekanik bir yaklaşıma sahip
kişiler bile sosyalizmin kaçınılmaz olduğunu iddia edememektedirler. Oysa
Hıristiyan imanında krallığın kurulması önceden sağlama alınmıştır, zira bu
krallık, zaten İsa’nın O’nun ölü bedeninden göğe yükselişi sayesinde kurulmuştur.
Yeni bir kent ancak başka bir şekle bürünmüş beden üzerinden mümkündür. Bu,
geleneksel manada diriliş olarak bilinmektedir.
O hâlde İsa devrimci miydi? Lenin veya Troçki’nin
kabul edebileceği türden bir devrimci olmadığı kesin. Peki, ama kabul
etmemelerinin nedeni, O’nun Lenin ve Troçki’den daha az devrimci olması mı
yoksa daha fazla devrimci olması mı? Şurası kesin: İsa, karşı çıktığı iktidar
yapısının yıkılmasını hiç müdafaa etmemiş. Ama diğer nedenlere de bağlı olarak,
bunun nedeni, O’nun bu iktidarın ruhun coşkunluğu, yoldaşlık, barış ve adaleti
içerisinde, görece daha kusursuzlaştırılmış bir varoluş formu eliyle süpürülüp
atılacağı beklentisi içerisinde olması. Üstelik böylesi bir ruh, Lenin ve Trotskiy’nin
bile tahayyül edemeyeceği türden bir ruh. O vakit sorulan sorunun cevabı şu:
İsa az çok bir devrimci ama o hem az devrimci hem de çok devrimciydi.
Terry Eagleton
4 Aralık 2007
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder