“Kürdistan’da da bir zamanlar
Arabistan çöllerinde doğan İslamiyet’in kılıcı gibi bir kılıç gereklidir.”
[Abdullah Öcalan]
Küçük burjuvazide, büyüğünden mülhem, temel bir
anlayış vardır: “Şiddet, acizlerin işidir.” Bu mantık üzerinden, şiddet
uygulayana dair acizlik tespiti sonuna kadar götürülür ve belirli bir dönemde o
“aciz” güçlenirse, ondaki gücün arkasında kendisinin güçlü gördüğü özneler öne
çıkartılır. Çünkü onun güçlenmesi ihtimal dışıdır ve “aciz”, ancak başkasının
maşası olarak güçlenmiş olmalıdır. Esasen bu yaklaşım, ezilenlerin öfkesinden
nasibini almamışların yaklaşımıdır.
Aydemir Güler de bu anlayış ve mantık üzerinden
konuşuyor: O, kendi genetiğine kazıdığı “yurtseverliği” başkasına hak
görmüyor.[1] Çünkü Güler, yurdu ancak ezenlerin, galiplerin, mülk sahiplerinin
sevebileceğine inanıyor. Bu hâliyle, ezilenlerin kavgalarıyla bizzat inşa
ettikleri yurda düşmanlık ediyor. Onun gibiler, Türkiye’nin mutlak, verili
bütünlüğüne ideolojik manada biat edince güçleneceği yanılsamasında boğuluyorlar.
Türkiye’deki mevcut, kurulu, yerleşik, dingin
ideolojik kurguları mülk edinince ilerleyeceğini, güçleneceğini zannetmek,
anlamsızdır.
Savaşmayan, mücadele içinde oluşmayan her türden
kurgu, düşmanındır. Bu, İslamî kesimler için de geçerlidir. Devletin eteğinin
dibinde büyüyüp serpilmiş olanların o devlete karşı mücadele edenleri anlaması
beklenemez.
Aydemir Güler, Kürd hareketini karşıya atıyor. Çünkü o
hareket, elindeki kılıcı, mutlak, verili bir bütünlük olmayan, egemenlerin
paramparça ettiği bir vatanın altındaki “hakiki vatan”ı ortaya çıkarmak için
sallıyor. Yani Güler’in elinde kapalı, mutlak ve verili bir ülke; düşmanı olan
Kürd hareketinin elinde ise ucu açık, göreceli, parçalı bir “vatan” var.
Sonuçta Güler’in kendi Kemalist ölçütlerini Kürd’e dayatma hakkı yok. Zaten o
ölçütler de Kürd’e ve İslam’a düşmanlık içerisinde şekillenmişler.
* * *
Bugün, Kobanê konusunda soteye yatıp
“anti-emperyalizm” oklarını fırlatmayı bekleyenlere gün doğduğu kesindir. Ama
bu insanlara, tüm, mutlak, kesin varlıkları ile kilitlendikleri yüksek
siyasetten uzaklaşıp, altta, sahada, düşman kuşatmasına karşı direnen onurlu
bir halkın zaviyesinden meselelere bakmak öğütlenmelidir.
Ama bu öğüt nafiledir, zira bu kesim, varlığını,
siyasî özne oluşunu, politik gerçeklerini egemenlerin ideolojik kurgularına
borçludur.
Che’nin devrimden bir gün önce ABD büyükelçisi ile
görüşmüş olması, onu emperyalist uşağı yapmayacağı gibi, Aydemir Güler’in
yoldaşı Kemal Okuyan’ın Washingtonlu olması da onun ABD ajanı olduğunun kanıtı
olarak gösterilemez.[2] Dolayısıyla, zor durumdaki bir halka destek için gelen
silâhın ideolojik kaynaklarını sorgulayanlar, ya o halka düşmandırlar ya da
silâha.
Hele ki bir halk silâhlanmışsa, ideolojik eleştiriler
kaplayacaktır her yeri. Kendi biyolojik varlığı ile kolektif bir hareketi eş
gören tutumlarda ciddi bir problem vardır. Bu tutumlar, silâhlı halkı doğalında
biyolojik varlığına yönelik bir tehdit olarak algılayacaktır.
Mesele, kolektif hareketi biyolojik varlığa
indirgememek, özneliği, siyasîliği ve ideolojik niteliği mücadele içerisinde
oluşturabilmektir.
Aydemir Güler’in taze “Kürd ve İslam” düşmanlığı
cephesi, böylesi bir yazıyla çıkış almıştır. Parti-Cephe geleneğinden
gelenlerin önemli bir kısmı, “Kürdistan kurulsa ne olacak ki?”den başka bir
yaklaşıma sahip değildir. Bunların buluşmasında, kendilerine izin verilen
sınırlar dâhilinde solculuk oynama arzusu vardır. Oradaki halk için
“Kürdistan”ın ne demek olduğunu anlamayacak bir yerde duranlarla, yüksek
siyaset hamleleriyle iktidarcılık oyunu oynayanların buluşması, doğası gereği
kadüktür, boştur.
* * *
Gelelim meselenin diğer tarafına: evet, Kürd hareketi,
çatlakları, yarıkları, çatışma alanlarını stratejik bir akılla takip ederek
gelmiştir bugünlere. Onu “zavallı, aciz, piyon vs.” görenlerin anlamadığı
budur. Fukara bir halk hareketinin nasıl güçlendiğine şaşıranlar, şekle bakıp
öze dair değerlendirmeler yaparken, efendilerin öğrettikleri “öz” soyutlamasına
bakıyorlar.
Lenin’in Alman treninden indiğini gören Menşevikler,
bu şekle bakıp, Lenin’in “Alman ajanı” olduğunu söylemişlerdir. Bunun nedeni,
onların Şubat Devrimi sonrası oluşan siyasî kurgudaki yerlerinden ve o kurgudan
memnun olmalarıdır. Aynı şekilde, doksanların çatışma ortamında, varlıklarını
kendilerine açılan legal siyaset kanalına borçlu olanlar da o kanalda olmaktan
memnundurlar ve giderek o kanal, Güler’in tabiriyle, genetiğe işlemiştir. Bu
noktada, doğal olarak, altmış darbesinin açtığı legal siyaset alanına ait kimi
argümanlara atıfta bulunulmasının nedeni budur.
Kürd hareketi, PKK şahsında, sırasıyla, Sovyet, Yunan,
İran, Suriye, İsrail, Almanya ve ABD maşası ilân edilmiştir. Bunları ilâhi
varlıklar olarak görmek, Kürd düşmanlığı ile ilgilidir. Burada maşalığı yapan,
söz konusu ülkelerin bölgede yürüttükleri siyasetler, o siyasetlerin açtığı
yarıklar, o yarıklarda su misali ilerlemeyi mümkün kılan konjonktürdür. Bugün
Kürd sızmasına, sıçramasına, çatlağına, açmazına imkân vermeyecek şekilde,
ülkeyi kurma, restorasyona tabi tutma, ihya etme hayalleri, gerçeğin duvarına
çarpıp dağılmaya mahkûmdur.
1919-20’de Komintern, “Türkiye’de komünistler, ‘sol
ittihatçılar’la ittifak yaptı, ama bu kesimi ulusların kendi kaderini tayin
hakkı konusunda sıkıştırmak gerek. Örneğin Kürdistan konusunda ne düşünüyorlar,
onu sormak lazım” diyordu. Demek ki “Kürd meselesi, solun problematiğine
sonradan eklenmiş” bir konu değildi. Bunu böyle görenler, 1921’deki iç savaş
koşullarında Kemalizme biat eden “sol ittihatçılar”dı. Bugün bu sol ittihatçı
damar, Haziran Ayaklanması’nın kalıntılarını aynı minvalde, Kürd ve İslam karşıtı
bir hatta örgütlemek için “cepheleşiyor”.
Kürd hareketi, çatlaklardan, çatışmalardan istifade
ederken, şekle takılıp o imkânlara kısa vadede biat edenler de çıkmıyor değil.
Amerikan yardımını görüp Amerikancılaşanlara da dikkat etmek gerekiyor. Bunun
sigortası, halkın kolektif mücadelesinde mündemiçtir.
Emperyalizmin “yerçekimi kanunu” gibi doğal ve nesnel
olduğunu söylemek, bu açıdan çözüm üretmez. Evet, YPG’nin direnişini ne göklere
çıkartmak anlamlıdır ne de yerin dibine geçirmek. Onun direnişi,
emperyalistlerin masa başındaki planlarını değiştirecek yoğunlukta ve güçtedir.
“Her şey emperyalistlerin dediği gibi oluyor” diyenle, “YPG emperyalizmi dize
getirdi” arasında teorik açıdan bir fark yoktur.
YPG’nin Suriye iç savaşında belirli bir mevziye doğru
iteklendiği, orta veya uzun vadede anlaşılabilecek bir olgudur. Sahada anbean,
göğüs göğse dövüşen için kısa vadeli çözümler esastır.
Amerika’daki sağcı Hristiyanlar, İkinci Dünya Savaşı
esnasında Yahudi patronların Sovyetler’e yaptığı yardım üzerinden, Sovyetler’in
bir “Yahudi cumhuriyeti” olduğu propagandasını yapmışlardır. Sonrasında güç
kazanan Yahudi bürokratların yargılanması ardından, Stalin’in Yahudilere
soykırım yaptığı propagandasını yapan da gene aynı Amerika’dır. Bu kör
sağcılığın karalama kampanyalarına teslim olmamak gerekir.
Amerikan saraylarının ya da meclisin koridorlarında
yürümenin büyüsüne kapılanlar, elbette çıkacaktır. Ama o kılıç kınından bir kez
çekilmiştir. O, efendilerin putlarına tapan, onların siyasî kurgusuna biat
etmiş Türk ve Kürd milliyetçilerine sallanarak bileylenmiş bir kılıçtır.
Keseceği yeri, kesiğin atılacağı anı elbet bilir.
Eren Balkır
20 Ekim 2014
Dipnotlar:
[1] Aydemir Güler, “Kobanê’den Bizim Cephe’ye”, 20 Ekim 2014, Sol.
[2] Kemal Okuyan, “Rojava’dan Suriye Devrimi’ne!”, 20 Ekim 2014, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder