Avrupa Antisemitizminin ve
Aşağılanmanın Sonuçlarını Miras Almak
İsrail’in son Koruyucu Sınır Operasyonu’nda
yankılanan, Filistin halkına yönelik zulüm ve sömürgeleştirme faaliyeti ile
devam eden işgali, ayrıca Suriye ve Irak’la bağlantılı olarak, IŞİD’in
yükselişi, bugünün Ortadoğu’sunda yaşanan altüstün iki önemli tezahürüdür.
Gerçi Filistinlilerle ilgili olarak dünyanın şartlandırıldığı, ıstırap ve
adaletsizliğin normalleştirilmesi meselesi ile Netanyahu’nun IŞİD’i Hamas’la
sapkın bir tarzda kıyaslaması[1] göz önünde bulundurulduğunda ve Hamas’la IŞİD,
bölgedeki önemleri ve yol açtıkları sonuçlar bakımından kıyaslandığı takdirde,
iki yapı arasında benzerlikler bulunması ironiktir ama şaşırtıcı değildir. Bu,
hâlihazırda, İsrail Devleti’ne atıfla, Yahudi İsrail-Şam Devleti[2] terimini
üreten Filistin yanlısı eylemcilerde ve İslam Devleti’nin bayrağına benzer
bayraklar sallayan, İsrail’e iltica etmek isteyen ve sığınma hakkı talep eden
Afrikalılara karşı gösteriler düzenleyen insanlarda[3] karşılığını bulan bir
gerçekliktir. Ayrıca her ikisinin de Hizbullah, Hamas ve İran gibi ortak
düşmanları vardır.[4] Bu olgu, Netanyahu’nun İran’ın IŞİD’den daha büyük bir
tehdit olduğuna dair ifadesi ile pekişmektedir[5] ki bu da bizi şu soruyla
karşı karşıya bırakmaktadır: IŞİD, kimlerin çıkarlarına hizmet ediyor?
İsrail Devleti, “vaat edilmiş topraklar” denilen
tarihsel bir nostaljinin ve/veya ilâhi bir kuruluş ya da varlık üzerinden
yapılan dinî bir meşrulaştırma girişimi ile motive edilmiş, Yahudilere karşı
Avrupa’da yüzlerce yıl tatbik edilen antisemitizmin sonucunda oluşturulmuş bir
fikirdir. İsrail Devleti, gelişkin para kaynaklarına ve eğitime sahip İrgun ve
Hagana Stern isimli çetelerin isyanları üzerinden kurulmuştur. Bu çeteler,
1948’de, Filistin’de, Deyr Yassin gibi katliamları ve kitlesel tecavüzleri içeren,
bir etnik temizlik gerçekleştirmişlerdir.[6] Savaş suçları ve insanlığa karşı
işlenmiş suçlar, İsrail Devleti’nin kuruluşunun temelini teşkil etmiş, herhangi
bir cezaya çarptırılmaksızın, Koruyucu Sınır Operasyonu’na dek varlığını
sürdürmüştür. İrgun ve Hagana, tüm Avrupa’dan gelen ve bir kısmı, İkinci Dünya
Savaşı boyunca Nazilere karşı savaşta askerî deneyim ve iyi eğitim sahibi olan
Yahudi savaşçılardan oluşmaktadır. İsrail Devleti fikri, Avrupa’da Yahudilerin
yüzleştikleri antisemitizm sorununa yönelik bir çözüm olarak, Filistin
toprağının sömürgeleştirilmesi üzerinden bir Yahudi Devleti kurulması
gerektiğine inanan politik Siyonizm ideolojisinden türemiştir. Bu, ırkçılık ve
Araplara karşı geliştirilen yeni bir antisemitizm üzerinden, yayılmacılık ve
sömürgeleştirmeye dair arzu ve hedeflerine ulaşmak için terörizme başvurmak
anlamına gelmektedir; Burada Araplardan kasıt, bilhassa Filistinliler ve
Bedevîler gibi, kimi azınlıklardır.
Irak-Şam İslam Devleti ise, Araplara ve Müslümanlara
yönelik, Birinci Dünya Savaşı sonrası yinelenen on ikinci yüzyıldaki haçlı
seferlerinden, Sykes-Picot Anlaşması’nın imzalanmasına, oradan 2003’te Irak’ın
ABD ve Britanya tarafından işgal edilmesine ve söz konusu sahada sonrasında
meydana gelen olaylara dek yüzlerce yıl süren Avrupa menşeli ırkçılık ve
antisemitizmin sonucunda oluşmuş bir fikirdir. IŞİD de “Ümmet” ve “Hilâfet”
denilen tarihsel bir nostalji, bunun yanında, ilahi bir kuruluş ya da varlık
üzerinden yapılan dinî bir meşrulaştırma girişimi ile motive edilmiştir. IŞİD,
başarılı para kaynaklarına sahip olduğunu her seferinde ortaya koyan, dünyadaki
en zengin isyan grubudur. Aynı şekilde, İrgun ve Hagana’nın da eğitimini ve
parasını, sonrasında bu grupların saldırılarına hedef olan, Britanya gibi
Avrupalı güçler temin etmişlerdir. IŞİD de eski dostları, şimdinin
düşmanlarından gerekli eğitimi ve parayı almıştır: ABD ve Kasırga Operasyonu
üzerinden ABD Kongresi’nin Demokrat Partili üyesi Charlie Wilson’ın gözetiminde
yapılan gizli anlaşmayla, İsrail ve Pakistan. Örgüt, ayrıca tüm dünyadan,
özellikle kenara itilmekten ve ırkçılıkla yeni antisemitizme maruz kalmaktan
bıkmış Arap ve Müslüman savaşçılardan oluşmaktadır. Bu savaşçılar,
yayılmacılık, sömürgeleştirme ve zulüm üzerinden, dünya genelinde Araplar ve
Müslümanlar için bir devlet kurmaya çalışmaktadırlar. Örgüt, Irak ve Şam’da
(Levant) çözümün kendi elinde olduğuna inanmakta, Filistin toprağında güvenli
bir sığınak niyetine bir devlet kurmaya karar veren Yahudilerin yolunu
izlemektedir. Ayrıca İslam Devleti, bu devleti Ezidî ve Türkmenler gibi
azınlıklarla, esas olarak Şii Müslümanlara karşı ırkçılık ve antisemitizm
uygulayarak kurmaya çalışmaktadır.
İsrail ile IŞİD’in eylemlerindeki felsefî temelin,
doğası gereği, Avrupamerkezci olduğu iddiasını bir kenara koysak bile[7], her
ikisinin de savaş suçu işlediği, Avrupalıların yüzlerce yıldır bölgeye yönelik
gerçekleştirdikleri saldırılara direnmeye ve şerefini yeniden kazanmak için
devreye sokulan tarihsel nostalji ve bölge adına, tüm halklara zulmettiği
açıktır. Her şeyden önemlisi de bu örgütün, mevcut siyaset ve hukuk üzerinden,
Kuzey Amerika ve Avrupa’da aşırı ırkçılığa ve aşağılanmaya maruz kalması
sonrası yaşanan, insanı çileden çıkartan bir kırılma noktasına ulaşmış
insanlardan oluşuyor olmasıdır. [8] Bugüne dek aralıksız devam eden ve yüzlerce
yıl süren ırkçılık ve aşağılanma sonrası, aşağılananlar aşağılayanlar hâline
gelmişlerdir; Efendi’nin özelliklerinin miras alındığı, farklı insanların aynı
muameleye maruz kaldığı, bir yandan da nefret ve ırkçılık döngüsünün devam ettiği
koşullarda, üniversiteler ve “vicdan” kurumları hâlâ papağan gibi “barış”tan
bahsetmektedirler.
Irkçılık karşıtlığına dair bir eğitim olmaksızın savaş
hüküm sürmeye, barışsa neyse o şekilde var olmaya devam edecektir; barış, dünya
halklarının dikkatini sahada yaşanan gerçeklikten çekip alan bir yalandır.
Uluslararası hukukta geçen tüm suçluların işlediği cürüm, soykırım, savaş
suçları ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar gibi, “üstün hukuk” mevzularının
işlediği cürümlerdir. Bu cürümlerin temeli, sadece ırkçılık ve nefrettir. Bu
nedenle uluslararası hukukun, “üstün hukuk” cürümlerine mani olmak için uluslararası
barışın ve güvenliğin ihya ve muhafaza edilmesinde güç kullanımına bel
bağlaması, esas olarak, ırkçılığın suç kabul edilmesi dâhil, zorunlu ırkçılık
karşıtı eğitime odaklanmaksızın sürdürülmesi mümkün değildir. Aksi takdirde biz,
ister uluslararası hukuk tarafından tanınsın ister tanınmasın, yeni terörist
devletlerin doğuşuna tanık olmaya devam edeceğiz. Tarihin de kanıtladığı üzere,
Efendi’nin ırkçılık ve nefret üzerine kurulu olan evini gene onun ırkçılık ve
nefret araçlarını kullanarak değiştiremezsiniz.
Ahmed Musa
Dipnotlar:
[1] Gregg Carlstom, “ISIL a Distant Threat for Israel”, Greg Carlstrom, 3 Ekim
2014, Jazeera.
[2] Baz Ratner, “Activists Come Up with New
ISIS-InspiredName for Israel”, 2 Ekim 2014, RT.
[3] “Israeli Activists Wave ISIL-like Flags in
Protests of Immigrant Detention Policy”, 6 Ekim 2014, Jazeera.
[4] Ali Mamouri, “Why Islamic State has no Sympathy
for Hamas”, 29 Temmuz 2014, Monitor.
[5] “Netanyahu: Iran Greater Threat than ISIL”, 30 Eylül
2014, Jazeera.
[6] “Ethnic Cleansing of Palestion”, Ilan Pappe, Yplus.
[7] Kevin McDonald, “ISIS Cihadis aren’t Mediaval
–They are Shaped by Modern Western Philosophy”, 9 Eylül 2014, Guardian.
[8] Bilal Kenasari ve İlgin Karlıdağ, “Tunusian Leader:
West’s Injustice Fuels Terror Recruits”, 12 Şubat 2015, MEE.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder