Bu yazı, emperyalistlerin gerçeği çarpıtmak için
kullandıkları dili ifşa etmeyi amaçlamaktadır. Bu dilin tahriklerine karşı
koyabilmek istiyorsak, kendi karşı hegemonik söylemimizi geliştirmeliyiz. Bu
gerekçeyle, anti-emperyalistlerin ve (Ortadoğu) Direnişi(ni) destekleyenlerin
dikkatli kullanmaları ya da hiç kullanmamaları gereken 20 terimi içeren bir
sözlükçeyi aşağıda sunuyorum. Kullanımı yaygın olan her kavram için
yaygınlaştırmamız ve doğallaştırmamız gereken alternatifler öneriyorum.
Sakınılması gereken terimlerin bu listesi, elbette, her gün maruz kaldığımız
söylemsel emperyalizmin küçük bir örneğidir. Listede sunulan kelime
karşılıkları ile ilgili öneriler elbette geliştirilmeye açıktır.
1. Arap Sokağı
Olumsuz çağrışımları dikkate alınırsa bu terimden her
koşulda uzak durulmalıdır. Düzenden, disiplinden ve bağımsız düşünme
yeteneğinden yoksun, öfkeli ve kural tanımaz bir çeteyi ima eden bu tabir,
şiddeti ve irrasyonaliteyi çağrıştıran bir içeriğe sahiptir. Özellikle Arapları
tanımlamak üzere kullanılır; Batı medyası gözünde bütün diğer uluslar
“halk”tırlar. Ayrıca Suriye krizi başladığından beri “halk”, başka bir deyişle
“Suriye halkı” tabiri, Batının müttefiklerine, yani Suriye muhalefetine tahsis
edilmişken, “sokak” kavramı artık Batı medyası tarafından Batı ve Siyonizm
karşıtı protestolara işaret etmek üzere kullanılmaktadır. Aslında kullanılması
gereken terim Arap ulusudur, zira bu terim, demokratik özlemlere sahip ve
politik farkındalığı olan rasyonel bir siyasî kültürü kasteder, dolayısıyla
Batılı ve diğer uluslarla aynı zeminde yer alır.
2. Uluslararası Toplum
Bu, bilhassa ABD’li ve Batılı yetkililerin dillerine
pelesenk olmuş olan bir tabirdir. Özünde sadece belirli bir kesimi anlatan bu
kavram, artık Arapların günlük diline de girmiştir. Kullanımından maksat, BM
Güvenlik Konseyi ve NATO üyelerinden oluşan küçük bir elitler kulübünü bütün
bir dünyayı temsil ediyormuş gibi -”uluslararası” sıfatının gerekçesi budur-
evrenselleştirmektir. Öyle ki dünya uluslarının üçte birinden azını oluşturan
bu grup tarafından alınan herhangi bir karar ya da tutum belirli bir tehdit
karşısında birlik olmuş dünya ülkelerinin (“toplum” kavramının anıştırmayı
amaçladığı şey, bu ortaklık ve birliktir) evrensel kararı olarak sunulur. Bu
anlamda terim, emperyalist güçlere kafa tutan siyasî aktör ya da devletleri
tecrit etmenin aracı olarak kullanılır. Sözkonusu terimin anlamını birkaç
emperyalist devleti ve onların bölgesel temsiliyetini içeren bir ittifak
anlamına doğru daraltmak üzere, bağlama bağlı olarak, “NATO güçleri” ya da “BM
Güvenlik Konseyi’nin bazı üyeleri” ya da “ABD ve AB” ya da “ABD/AB/Körfez
Ülkeleri ittifakı” terimleri tercih edilmelidir.
3. Rejim
Bu kavram, İngilizcede Arapça tercümesine göre (nizam)
çok farklı ve daha olumsuz çağrışımlara sahiptir. Bu anlamda “rejim” otoriter
bir hükümeti/devleti anlatır, Batı medyası ve resmî yetkilileri ABD’nin
düşmanlarını şeytanlaştırmak üzere kullanırlar, bu hükümetler demokratik
yollardan seçilmiş olsalar bile; örneğin “İran rejimi” gibi. Ayrıca Suudi
Arabistan, Bahreyn vs. gibi ABD müttefiklerine -ki bu ülkeler sadece demokratik
olmamakla kalmazlar, aynı zamanda anti-demokratiklerdir- onları
“hükümet/devlet” olarak payelendiren Batılı yetkililerce meşruluk da
bahşedilir. Oysa Direniş ekseninin üyeleri “devlet”, Suudi Arabistan ve diğer
Arap monarşileriyse ayrımsız biçimde “monarşi” ya da “rejim” olarak
adlandırılmalıdır. Bu, Suriye devleti için de geçerlidir; Suriye devleti, kuşku
yok ki, tarihsel olarak serbest ve âdil seçimlere sahne olmamışsa da, şu anda
geniş bir halk desteğine sahiptir ve dolayısıyla kendi halkı gözünde belirli
bir meşruiyete sahiptir, “rejimler”se bu meşruiyetten yoksundurlar. Muhaliflerin
üzerindeki baskı sadece otoriter rejimlere özgü olmayıp ABD gibi bazı liberal
demokrasilerin de belirgin bir özelliği olduğuna göre, bu ölçüt tek başına bir
siyasî sistemin “hükümet/devlet” diye adlandırılmasının önünde engel teşkil
edemez.
4. İsrail
Direniş medyasının ilkeleri gereği “İsrail” hiçbir
zaman yasal bir devlet olarak anılmamalıdır. Genel olarak kullanılan, “Siyonist
teşekkül” türünden alternatifler mevcuttur, ancak “İsrail rejimi” ya da
“Siyonist rejim” daha tercihe şayandır. Bunlardan ikincisi, İsrail’i -onu
bölgenin bir “demirbaş”ı ya da yenilmez bir güç gibi görmek yerine- bir “rejim
değişikliği”ne konu olabilecek ve diğer herhangi bir otoriter rejim gibi
varlığına son verilebilecek bir tiranlık derekesine indirir. Bu terim, “teşekkül”
teriminden ehvendir, zira bir teşekküle son vermek yönündeki çağrı kitle
kıyımını akla getirebilecekken, bir rejimin lağvedilmesi, yalnızca bir siyasî
düzenin devrimle alaşağı edilmesini ifade eder.
Popülarize edilmesi gereken alternatif kavramlardan
biri de 1967 sınırlarının dışında kalan toprakları ifade etmek üzere kullanılan
“İşgal Altındaki Filistin Toprakları” tanımlamasıdır. Yeruşalim (Jerusalem) ise
her zaman “İşgal altındaki Kudüs” olarak anılmalıdır. Ayrıca, “yasadışı
yerleşimler” yerine “yerleşimci kolonileri” demek evlâdır, zira bu tarihsel
olarak daha uygun bir tanımdır ki bu tanım, Arap ve Müslüman olmayan
anti-emperyalistlerin ve ırkçılığın her biçimini reddeden liberallerin olduğu gibi
Arap ve Müslümanların da üzerinde daha derin etki bırakacaktır.
5. Demokrasi
Bu kavram, siyasî sistemlere dair bilimsel bir
tanımdan ziyade, Batılı güçlerin egemenliklerini kabul etmeyen ulusların
kuyusunu kazmak ve onları tecrit etmek için kullandıkları bir ahlâkî değer ya
da etikete dönüşmüş durumdadır. Dahası terim, neredeyse ayrımsız olarak sadece
belirli bir demokrasi biçimine -meselenin sadece seçimler ve anayasal meşruiyet
gibi usûle ilişkin yönlerine odaklanan Avrupa ve Kuzey Amerika’nın liberal
demokrasilerine- işaret etmek üzere kullanılmaktadır. Bu tutum, dünyanın başka
yerlerindeki, demokrasinin halk katılımı, ulusların kendi kaderini tayin hakkı,
iktisadî eşitlik vs. gibi daha esasa ilişkin yönlerini gözeten diğer demokrasi
biçimlerini konu dışı bırakmaktadır. Söz konusu terim yerine, üzerindeki Batılı
liberal tekeli kırmak üzere, Batılı demokrasileri “liberal demokrasiler” olarak
adlandırmalıyız ki onlar ile İslamî demokrasi, sosyalist demokrasi gibi diğer
türler arasına ayrım çizgisi çekebilelim.
6. Arap Baharı
Bu terimden, hem Arap hem de Batı medyasındaki
yaygınlığına karşın, kökleri ve çağrışımları itibariyle sakınılmalıdır.
Devrimci “bahar” kavramı, daha önce 1980’lerin sonunda Doğu Avrupa’da
komünizmin çöküşü ile bağdaşıktı. Amerikan menşeli siyasî dergi Foreign
Policy daha sonra bu kavramı Arap dünyasındaki ayaklanmalar bağlamında bir
tür “torba terim” olarak kullandı. Terim, Amerikan siyasetini belirleyen
çevrelerde hızla popülerlik kazandı ve bilahare ayaklanmaları liberal
demokrasiye ve ABD’ye dost rejimlerin inşasına doğru yönlendirmek üzere ABD’nin
Arap dünyasındaki siyasî hedeflerine bağlandı. Bu durum, emperyalizme ve
Siyonizme karşı durmanın iç siyasî mücadelelere oranla talîleşmesi biçiminde,
hedeflerin öncelik sırasının yeniden belirlenmesine de yansıdı. Bu sebeplerle
ve terimin İslamcıların idareyi ele geçirmeleri, iç savaşlar ve ABD/NATO
işgalleri ile eşanlamlılaştığı gerçeği de göz önüne alınarak, daha az iyimser
ve daha az tartışmalı olan “Arap Ayaklanmaları” kavramı tercih edilmelidir.
7. Devrim
Bu terim, bilimsel anlamda hiçbir Arap ayaklanması
gerçek bir devrimin yakınına bile gelmediğine göre, gayet tutumlu bir biçimde
kullanılmalıdır. Bu ayaklanmaların en uç kazanımı rejim değişikliği olmuş ve
Mısır’ınki gibi bazı durumlarda bu sonuç bile elde edilememiştir. Ayrıca, bu
ayaklanmaların reaksiyoner ve muhafazakâr İslamcı güçlerce nasıl gasp
edildikleri düşünülürse, bu ayaklanmaların karşı devrimci hâle geldikleri
söylenmelidir; tabii devrimi Marksist ya da liberal bir yerden kavrıyorsak. Çok
daha yerinde seçenekler, başkaldırı, isyan, kıyam ve ayaklanma olacaktır.
8. Ortadoğu
Artık evrenselleşmiş ve Arap söz dağarına da girmiş
bulunan “Ortadoğu” kavramı, kazandığı olağanlıktan sıyrılmalı ve sözlüğümüzden
silinmelidir. Bu terimle ilgili mesele, onun Britanyalı köklerindedir. Kendini
evrenin merkezi ya da sözümona coğrafî “sıfır noktası” olarak gören Britanya,
kendi doğusundaki ülkeleri Yakın Doğu ya da Ortadoğu ülkeleri olarak
kodlamıştır. Bizler Ortadoğulu değil, Arap’ız. Bölgemize “Arap dünyası” demeye
başladığımız anda sadece anti-emperyalist değil, anti-Siyonist de olan bir söylemi
yeni bir standart olarak belirlemiş olacağız; bu meşrudur, zira İsrail, en
azından teoride, Ortadoğu’nun bir parçası kabul edilebilirse de asla bizim Arap
dünyamızın bir bileşkesi olamaz. “Arap ve İslam dünyası (ya da dünyaları)” gibi
Arap olmayan İslam ülkelerini de içeren seçenekler de elde bulundurulabilir.
9. Ilımlılaştırma/Ilımlı
Bu terim hiçbir bağlamda benimsenmemelidir, zira Bush
yönetimi tarafından isimleri İran, Suriye, Hizbullah ve Filistinli direniş
grupları gibi “aşırı”lara karşıt olarak sıralanan Mısır, Ürdün, Suudi
Arabistan, Fas ve BAE gibi bölgesel müttefiklere işaret etmek üzere
uydurulmuştur. Terim, daha sonra Müslüman Kardeşler’in Amerikan dostu
kollarından Selefî ve Cihatçı aşırıları ayırmak üzere kullanılır olmuştur.
Sekter İslamcılar bile İmparatorluk’un amaçlarına hizmet etmeleri durumunda
Batı tarafından ılımlı olarak adlandırılmışlardır (bir zamanlar Şeyh Yusuf
Kardavî, birçok Batılı gözlemciye göre ılımlı unvanına layıktı). Şu hâlde eğer
amaç, grupları ya da hareketleri ılımlılık kavramını tamamen bir kenara
bırakarak tasnif etmekse, bizim kullanmamız gereken terim “anaakım”
Müslümanlar/İslamcılar olmalıdır.
10. Hoşgörü
Her ne kadar bu terim, Batılı liberallerce çoğulculuk
ve farklılık gibi liberal çokkültürcülüğü karakterize eden olumlu nitelikleri
vurgulamak üzere kullanılıyorsa da içinde ayrımcı imalar saklar. Bir kişiyi ya
bir şeyi “hoşgörmek” o şeyin ya da kişinin derece olarak aşağıda, normalin
dışında ya da kötü olduğunu anlatır ve hoşgörmek eylemi, eylemi icra edenlerce
merhamet duyguları içinde “katlanılan” bir şeydir. Bu nedenle bir devletin ya
da hareketin diğerlerine göre daha “açık” oluşuyla ya da onun eşit unsurlar
arasında -onları yalnızca “hoşgörmek” yerine- dinî ya da komünal ya da herhangi
bir biçim altında “bir arada yaşam”ı kurmaya çalışmasıyla övünmek daha iyidir.
Bu, özellikle Esad hükümetinin idaresinde ya da İran ve Lübnan’da bir arada
yaşamanın tartışıldığı durumlarda geçerlidir. Bu ülkelerin insanları
Hıristiyanları, Sünnîleri vs. yalnızca hoşgörüyor değildir, bu insanlar
anılanlarla bir arada yaşamaktadırlar ve diğer insanlara karşı açıktırlar.
11. Dinî Azınlıklar
Herhangi bir gizli anlam içermeyen yansız bir terim
gibi görünse de Suriye’deki iç savaş ve daha geniş olarak bölgesel Şia karşıtı
kampanya bağlamında azınlık/çoğunluk ikiliğine vurgu yapmamak daha tercih
edilir olacaktır. Bu ikilik, sadece Suriye’de ve Lübnan’da vs. Şia’nın iktidarı
gasp ettiği suçlamalarına açık kapı bırakmaz, aynı zamanda azınlık kavramı
kimlik politikalarına, belli grupların kayırılmasına ve mezhepçiliğe işaret
eder. “Dinî topluluklar” kavramı, dinî azınlık ya da tarikatları tanımlamak üzere
daha elverişlidir, zira sayısal karşılaştırmaları anıştırmaz ve dinler arası
uyum vurgusu daha baskındır.
12. İnsan Hakları
İnsan hakları ihlallerine dair savlara başvurmakta
doğal-kendiliğinden bir sakınca elbette yoktur, özellikle bizim politik
hedeflerimize hizmet ettiğinde, ancak kullanımını olağanlaştırmamız gereken bir
başka söylemse tamamen başka türden bir hak kavramı olan “halkın hakları”dır.
Bu fark önemlidir: insan hakları temelde “olumsuz” birey haklarına (devletin
müdahalesinden bağışık olmak anlamında) gönderimde bulunur ve Batılı liberal
geleneğe aittir. Batı zamanında bu hakları, onlara öncelik tanımak bir yana kabul
etmeye bile yanaşmayanlar da dâhil tüm kültürlerce üzerinde ortaklaşılmış,
evrensel değerler olarak kutsallaştırmaya muvaffak olmuştur. “Halkın hakları”,
Üçüncü Dünya’da bu etnosentrik haklar söylemine bir tepki olarak doğmuş ve
grupların, toplulukların ya da ulusların sahip oldukları bağımsızlık, kendi
kaderini tayin hakkı ve özerklik gibi anti-emperyalist uluslar için birey
haklarına göre önceliği olan kolektif ya da komünal haklara dikkat çekmiştir.
13. Terörizm
Bu terim, herhangi bir medya için büyük olasılıkla en
sorunlu terimlerden biridir, zira terörizmi neyin oluşturduğu konusunda
evrensel bir tanım yoktur. Her ne kadar siyasetçiler, bu terimi düşmanlarına
işaret etmek üzere belirli bir seçicilikle kullansalar da, Batı medyası bu
konuda daha ihtiyatlı davranır olmuş ve genellikle sözcüğü tırnak içine almaya
başlamıştır. Bu, Direniş medyasının terimi kullanmaktan kaçınması gerektiği
anlamına gelmez, ancak özellikle tekfirci gruplar düşünüldüğünde, temkinli olunmalıdır.
Şiddet eylemlerini “terörist saldırı/bombalama” biçiminde adlandırmak, ancak
bombacıları “terörist” olarak nitelendirmekten sakınmak emin bir yaklaşım
olacaktır, zira bu tür bir yaftalamanın özellikle Direniş eksenini hedef almış
olan Bush’un “Terörle Savaş” konsepti ile güçlü bağları vardır ve birçoklarına
Müslümanları hayli öfkelendirmiş olan 11 Eylül sonrası İslamofobik siyasî
kültürün anıştırılması olarak görünecektir. Ayrıca ideolojik ve entelektüel
tutarlılık adına, terörizm tekfirci şiddete gönderimle kullanılıyorsa, aynı
şekilde ABD’nin İHA (İnsansız Hava Araçları) saldırıları ve Filistinlilere
yönelik İsrail saldırıları gibi kasıtlı olarak sivilleri hedef alan tüm şiddet
olayları için de kullanılmalıdır ki terörizmin ABD-Avrupa merkezli tanımlarıyla
uyumluluktan kaçınabilelim.
14. Esad
Batı medyasında “Esad’ın -Alevî- mezhebî”, “Esad
güçleri”, “Esad’ın ordusu”, “Esad rejimi” gibi ifadelere ya da örneğin
“Hizbullah, bu yıl savaşın gidişinin Esad lehine değişmesine yardım etti”
cümlesinde olduğu gibi, onun tek başına Suriye devleti ile eşdeğerde olduğu
yönünde imalara sıklıkla rastlamak mümkündür. İster Alevî-mezhebî noktasında
olsun isterse Suriye Arap Ordusu ya da Suriye devleti ya da hükümeti bahsinde,
bu uygulamanın ardındaki amaç, çatışmayı kişiselleştirmek ve yukarıda anılan
unsurların her birini bir “diktatör”ün basit araçları düzeyine indirmek ve
böylece çatışma sonrası Suriye’de onlara herhangi bir anayasal rol tanınmasının
önünü almaktır. Beşar Esad’ı yukarıdaki listede yer alan her şeyle bir tutmak
Alevîlere, Suriye askerlerine, Suriye hükümetine ve devletin altyapısına
yönelmiş her türlü şiddeti meşrulaştırmaya hizmet eder, zira bu hâliyle bu
sayılanlar tek bir liderin tecessümleri olarak algılanmaya başlamıştır. Bu
nedenle Esad ismi herhangi bir sözcüğün önüne niteleme amaçlı olarak ya da
herhangi bir düşünceye işaret etmek üzere getirilmemelidir. Bu isim, yalnızca
doğrudan doğruya Suriye’nin cumhurbaşkanı olan kişiyi anarken kullanılmalıdır.
15. Kale/Müstahkem Mevki
Batı medyasında yaygın olarak kendine yer bulan başka
bir uygulama da Suriye’deki Alevî bölgelerini “Esad’ın kalesi” ya da Suriye
devletinin denetiminde olan yerleri “rejimin müstahkem mevkii” olarak
adlandırmaktır. Bu, aynı zamanda Lübnan’ın herhangi bir Şiî bölgesinin
“Hizbullah’ın kalesi” olarak adlandırılması durumunda da standart bir norm
hâline gelmiştir. Bu terimin kötüye kullanımı Dahye’deki ya da Suriye’deki
bölgeler terörist bombalamaların hedefi olduğunda ve Hizbullah’ın yahut Esad’ın
“kale”leri olarak nitelendiklerinde daha da açık hâle gelir. Bu türden
etiketlemeler, söz konusu bölgelerin son derece yoğun nüfuslu yerleşim alanları
olduğu gerçeğini örter ve onları şiddetin ve yıkımın meşru hedefleri olarak
sunar. Ayrıca bu bölgelerin sakinlerinin Hizbullah’ı/Suriye hükümetini
desteklediklerinden ötürü cezalandırılmalarına cevaz verildiği intibaı
uyandırır. Bu sebeplerden ötürü bu tip terimlerden uzak durmalı ve eğer bu
etken bombalama eyleminin temel güdülerinden biri ise sözkonusu bölgenin dinî kompozisyonunu
tanımlamakla yetinmeliyiz. “Tekfirciler ağırlıklı olarak bir Şiî bölgesi olan
Bir Hassan’ı bombaladı” örneğinde olduğu gibi.
16. Dış Destekli
Batı ve Arap medyasının Hizbullah ya da diğer
hareketlerden bahsederken sıklıkla kullandığı “İran destekli” ya da “Suriye
destekli” gibi ifadelerin karşı kefesinde bir ağırlık oluşturmak üzere biz de
Suriye muhalefetinden, Lübnan’daki 14 Mart kampından ve kategorideki diğer
unsurlardan bahsederken, (Suriye’deki tekfirciler ve El Kaide’ye bağlı gruplar
ve 14 Mart örneklerindeki gibi) “Suudî destekli” ve (gene 14 Mart örneğinde
olduğu gibi) “NATO/ABD destekli” Suriye’deki diğer silâhlı örgütler demeliyiz.
Bu tutum, yalnızca bu grupların sahip olduklarını iddia ettikleri özerkliğin
sahteliğini faş etmez aynı zamanda bölgedeki imajlarını da bozar zira Arapların
çoğunluğu hâlâ tutkulu biçimde Amerikan karşıtıdır ve pek azı Suudi Arabistan’a
sempati besler. Mümkün olduğunca bu grupların ABD, İsrail, NATO ve Körfez
monarşileri ile kurdukları stratejik ittifaktan bahsedilmelidir. Bu grupları
-özellikle 14 Mart’ı- Batı medyasının alışageldiği gibi “Batı yanlısı” olarak
kodlamak ne kadar cazip gelse de bu nitelemeyi paylaşmamak daha iyidir, zira bu
ittifak hiçbir biçimde Batı’yla ortak (bazıları olumlu da olan) kültürel
değerlere dayalı değildir, sözkonusu olan daha çok bir patron-müşteri ilişkisi
ve siyasî çıkarlardır.
17. Hizbullah
Batı medyasının Hizbullah için kullandığı hiçbir
sıfatı ya da tabiri kullanmamalıyız. Böylesi bir yanlışın en ciddi örneği, onun
müttefiklerini “sponsor” ya da “destekçi” diye tanımlamaktır; bu, Hizbullah’ın
bir “vekâlet savaşı” yürüttüğüne dair yanlış bir algıya yol açar ve onun
bölgesel müttefikleriyle bağımsız ilişkileri olan önemli bir bölge gücü olduğu
gerçeğini örter. Ayrıca Hizbullah, hiçbir zaman Şiî bir hareket olarak
sunulmamalıdır; aksi takdirde bu yaklaşım, Hizbullah’ın halkın teveccühünü kısmen
kaybetmesine yol açmış olan bölgedeki genel mezhepçi iklim göz önüne
alındığında, onun Sünnîler arasında gördüğü desteği zedeler. Son olarak
Hizbullah, Lübnan devlet kurumlarındaki siyasî katılımı sözkonusu edilmedikçe,
bir “parti” olarak anılmamalıdır. Çok açık nedenlerle onu sadece bir gruba ya
da daha kötüsü “milis gücü”ne indirgemek de yanlış olur. En uygunları,
Hizbullah’ın bileşimini, gördüğü desteğin ölçüsünü ve siyasî önceliklerini
anlatır nitelikteki “direniş hareketi”, “siyasî hareket” ve “halk hareketi”
tanımlarıdır.
18. Aktivist
Bu da anaakım Batı medyasında sıklıkla kullanılmakla
beraber Arap medyasına da sızmış olan sorunlu kavramlardan biridir. Sözcük özel
olarak “Batılı”dır; sivil topluma ait unsurlar olan ve siyasî, toplumsal,
iktisadî ve çevreye ilişkin konularda bağımsız olarak iş gören grup ya da
kişileri anlatır. Bu kişilerin parçası olduğu aktiviteler şiddet içermemeli ve
teoride devlet denetiminden bağımsız olmalıdır, zira çoğunlukla şikâyetçi
oldukları meseleler ya bir hükümet politikasından ya da belirli bir politikanın
yokluğundan neşet eder. Bu tanım, aktivistlere kendiliğinden bir meşruiyet,
particilik yapmama gibi olumlu demokratik nitelikler bahşeder. Ancak Arap
bağlamında bağımsız siyasî aktörlerin ve sivil toplumun yokluğu göz önüne
alındığında, terimin kullanımı, özellikle “aktivist”lerin büyük çoğunluğunun
Batılı hükümetler ve kendileri de siyasî fonlara bağlı olan Batılı STK’larca
finanse edildiği Suriye ve Lübnan örneklerinde, çoğu kez yanıltıcıdır. Kısacası
bunlara bağımsız demek oldukça zordur ve birçok durumda, bilmeden de olsa,
yabancıların siyasî hedeflerine hizmet etmektedirler.
Tabir, anaakım Batı medyası Suriye’deki muhalefet
destekçilerini “rejim karşıtı aktivistler”, onların karşısında yer alanları ise
“rejim destekçileri” olarak adlandırdığında daha da sorunlu hâle gelir. Bu
türden bir etiketleme, hükümete sunduğu desteğin kendiliğinden diye
nitelenip nitelenemeyeceği meselesi bir yana, başka birçok endişenin yanında
hayatlarından, ülkelerinin bütünlüğünden, birarada yaşayabilme imkânlarından ve
devletin seküler karakterinden endişe ederek biraraya gelmiş olan “rejim
destekçileri”nin çok daha geniş siyasî emel ve arzularını çarpıtır. “Rejim
destekçileri” diye nitelendiklerinde bu insanlar bağımsız eyleme yeteneği ve
siyasî bir davası bulunmayan mezhepçi Esad yandaşları olarak görünürler.
Çözüm, ya her iki tarafın destekçilerine (Lübnan da
dâhil) “aktivist” demek –Suriye hükümeti aktivistleri, Lübnan Direnişi
aktivistleri gibi- ya da terimi tümden bir yana bırakıp diğerlerini “muhalefet
destekçileri” olarak adlandırmaktır. “Aktivist” terimi ancak o zaman, finansal
olarak dışarıdan destekleniyor olsalar bile, resmî nikâh, çevre sorunları gibi
hedeflere yönelmiş olan partisiz grup ve kişiler için kullanılabilir.
19. Suriye Savaşı
Suriye’de bir savaşın sürmekte olduğu inkâr
edilemeyecek olsa da anlamda eşdeğerde iki bağımsız taraf olduğu izlenimi
uyandıracaktır. Bu terminoloji, okuyucuyu ya da izleyiciyi bu savaşın bir
vekâlet savaşı olduğu gerçeğinden uzaklaştırır ve Suriye hükümetine yönelik
yerel ve dış kaynaklı unsurlarla icra edilen, Körfez ülkeleri ve emperyalist
ülkeler eliyle yürütülen saldırının üstünü örter. Savaş Suriye’de iki taraf
arasında değil, Suriye üzerinde yaşanmaktadır.
20. Taşma/Yayılma Etkisi
Bu terim, Suriye’de kriz başlayalı beri çok
yaygınlaşmış ve neredeyse sadece Lübnan’daki şiddeti anlatmak üzere kullanılır
olmuştur. Direniş medyasının bu sözcüğü benimsemesindeki sorun, şiddetin
Hizbullah’ın Suriye’deki rolüne verilen kendiliğinden ve yerel bir tepki olduğu
iddiasını içeriyor oluşudur ki bu gerçeğin çarpıtılmasıdır, zira Hizbullah’ın
Suriye’ye girmesini koşullayan Lübnan’daki tekfirci ve Suriyeli isyancıların
varlığı ve Lübnanlı Şiîlere yönelik Suriye ve Lübnan topraklarında gerçekleşen
saldırılar olmuştur. Bu terimi kullanmak, özünde bölgedeki siyasî ve askerî
direniş güçlerini Lübnan’daki mezhepçi dinamiği kopya ederek bertaraf etmek
üzere hazırlanmış bir dış komploya yönelik vurguyu azaltan bir yanlış
adlandırmaya ortak olmaktır. Bu nedenle terim Lübnan’daki şiddet bağlamında
kullanılmamalıdır.
Emel Saed Gureyb
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder