Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!
5
Ağustos 1895’te Friedrich Engels Londra’da öldü. Dostu (1883’te ölen) Karl
Marx’tan sonra Engels, bütün uygar dünyanın modern proletaryasının en yetkin
bilim adamı ve öğretmeniydi. Kaderin Karl Marx ve Friedrich Engels’i bir araya
getirdiği andan bu yana iki arkadaş, yaşamları boyunca çalışmalarını ortak bir
davaya adadı.
Bu
sebeple, Friedrich Engels’in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak
için, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marx’ın öğretisi ve
çalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marx ve
Engels, işçi sınıfı ve onun taleplerinin, burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz
olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadî sistemin zorunlu bir
sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu hâlen ezmekte olan
kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyi niyetli
girişimleri değil de, örgütlenmiş proletaryanın sınıf mücadelesi olduğunu
gösterdiler.
Marx
ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu
olmadığının, ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacı ve
zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yapanlardır. Günümüze kadar olan
yazılı tarih, sınıf mücadelelerinin belirli toplumsal sınıfların diğer sınıflar
üzerinde tesis ettikleri egemenliğin, onlara karşı ulaştıkları, birbirini
izleyen zaferlerin tarihidir. Sınıf mücadelesi ve sınıf egemenliğinin temelleri
olarak özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim ortadan kayboluncaya dek bu
süreç devam edecektir. Proletaryanın çıkarı, bu temellerin yıkılmasını
gerektirir ve bu nedenle, örgütlenmiş işçilerin bilinçli sınıf mücadelesi
bunlara karşı yöneltilmelidir. Her sınıf mücadelesi, politik bir mücadeledir.
Marx
ve Engels’in bu görüşleri, şimdi kurtuluşları için kavga veren tüm proleterler
tarafından benimsenmiştir. Ne var ki kırklı yıllarda bu iki arkadaş, kendi
dönemlerinin ürettiği sosyalist yazın ve toplumsal hareketler içerisinde
tümüyle yeni isimlerdi. Politik özgürlük mücadelesine, kralların, polis ve din
adamlarının despotizmine karşı yürütülen mücadeleye yetenekli veya yeteneksiz,
dürüst veya namussuz birçok insan iştirak ediyordu. Neticede bu insanlar,
burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz karşıtlık
olduğunu göremiyorlardı. Bu kimseler, işçilerin bağımsız bir toplumsal güç
olarak hareket etmeleri gerektiği düşüncesini kabul edemiyorlardı. Öte yandan,
yalnızca yöneticileri ve egemen sınıfları çağdaş toplumsal düzenin adaletsizliklerine
ikna etmenin yeterli olacağına ve o zaman yeryüzünde barışın ve evrensel
refahın kolayca kurulacağına inanan, kimisi deha sahibi, birçok hayalci vardı.
Bunlar mücadele etmeden sosyalizme ulaşılabileceği hayalini görüyorlardı. Önü
sonu, o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genel olarak işçi sınıfının
dostları, ancak, sanayinin gelişmesi ölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleri
proletaryayı bir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzden de tümü, sanayinin
ve proletaryanın gelişmesini durduracak, “tarihin tekerleğini” durduracak
araçlar arıyorlardı. Marx ve Engels, proletaryanın gelişmesi konusundaki genel
korkuyu paylaşmıyordu; bilâkis, bütün umutlarını proletaryanın sürekli
büyümesine bağlıyordu. Proleterler ne denli çoğalırsa, devrimci sınıf olarak
güçleri o denli büyük, sosyalizm o kadar yakın ve o kadar mümkün olacaktı. Marx
ve Engels’in işçi sınıfına yapmış oldukları hizmetler, birkaç sözcük içinde şöyle
ifade edilebilir: onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincine
ulaşmayı öğrettiler ve boş hayallerin yerine bilimi koydular.
İşte
bunun içindir ki, Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir.
İşte bunun içindir ki, bütün yayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının
bilincini uyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesinde de, modern
proletaryanın iki büyük öğretmeninden biri olan Friedrich Engels’in yaşamını ve
çalışmasını özetlemek zorundayız.
Engels,
1820 yılında, Prusya krallığının Ren eyaletindeki Barmen’de doğdu. Babası bir
imalatçıydı. 1838’de Engels, aile koşullarının zorlamasıyla, lise öğrenimini
yarıda bırakarak, Bremen’deki bir ticarethaneye kâtip olarak girmek zorunda
kaldı. Ticari işler Engels’in politik ve bilimsel eğitimini sürdürmesini
engellemedi. Daha lisedeyken otokrasi ve bürokratların zorbalığına karşı kin
beslemeye başlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ileri götürdü. Bu sırada
Hegel’in öğretisi, Alman felsefesine egemendi. Engels, onun takipçisi oldu. Her
ne kadar Hegel’in kendisi Berlin Üniversitesi’nde bir profesör olarak
hizmetinde bulunduğu mutlakıyetçi Prusya devletinin bir hayranı idiyse de,
Hegel’in öğretisi devrimciydi. Hegel’in insan aklına ve onun doğruluğuna
olan inancı ve Hegel felsefesinin evrenin sürekli değişen ve gelişen bir süreç
içinde olduğu yolundaki felsefesinin temel tezi, Berlinli filozofun bazı
takipçilerini, mevcut durumu kabul etmeyi reddedenleri bu duruma karşı
yürütülecek mücadelenin de, mevcut yanlışa ve hüküm süren kötülüklere karşı
mücadelenin de o öncesiz ve sonrasız, evrensel gelişim yasası içinde kök
saldığı düşüncesine götürdü. Eğer her şey gelişiyor, eğer kimi kurumların
yerini başkaları alıyorsa, neden Prusya kralının mutlakıyeti ya da Rus çarının
mutlakıyeti, geniş bir çoğunluğun zararına küçük bir azınlığın zenginleşmesi ya
da burjuvazinin halk üzerindeki egemenliği sonsuza dek devam etsindi?
Hegel’in
felsefesi aklın ve düşüncelerin gelişmesinden söz ediyordu, dolayısıyla
idealistti. Doğanın, insanın ve insan ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin
gelişmesi, Aklın gelişiminin eseri olarak görülüyordu. Marx ve Engels, Hegel’in
öncesiz ve sonrasız gelişme süreci düşüncesini savunup sahiplenirken, önyargılı
idealist görüşlerini reddetti; yaşama bakarken gördüler ki doğanın gelişmesini
açıklayan şey zihnin gelişmesi değildir, tersine, zihin doğa ve madde üzerinden
açıklanmalıdır.
Hegel
ve öteki Hegelcilerden farklı olarak Marx ve Engels, materyalisttiler. Dünyaya
ve insanlığa materyalist açıdan bakarak, tıpkı bütün doğal olayların temelinde
maddi nedenlerin yatmasında olduğu gibi, insan toplumunun gelişmesinin de maddi
güçlerin, üretici güçlerin gelişmesiyle koşullandırıldığını gördüler.
İhtiyaçların
giderilmesi için gerekli olan şeylerin üretiminde insanların birbiriyle olan
ilişkileri, üretici güçlerin gelişme düzeyine bağlıdır. Toplumsal yaşamın bütün
görüngülerini, insanın özlemlerini, fikirlerini ve yasalarını açıklayan da bu
ilişkilerdir. Üretici güçlerin gelişmesi, özel mülkiyet temeline dayanan
toplumsal ilişkileri yaratmaktadır, ama şimdi görüyoruz ki, üretici güçlerin bu
aynı gelişmesi, çoğunluğu mülkiyetten yoksun bırakıyor ve onu küçük bir
azınlığın elinde biriktiriyor. Modern toplumsal düzenin temeli olan mülkiyeti
ortadan kaldırıyor, bizzat o, sosyalistlerin önlerine koydukları hedefin ta
kendisi için çabalıyor. Sosyalistlerin yapması gereken tek şey, modern
toplumdaki durumuna bağlı olarak, hangi toplumsal gücün sosyalizmin gerçekleştirilmesinde
çıkarı olduğunu kavramak ve bu güce çıkarlarının ve tarihsel görevinin
bilincini vermektir. Bu güç, proletaryadır.
Engels
proletaryayı İngiltere’de, babasının ortağı bulunduğu ticarethanede çalışmak
için 1842 yılında geldiği, İngiliz sanayinin merkezi olan Manchester’da tanıdı.
Engels, burada, fabrikanın bürosunda oturmakla yetinmedi, işçilerin başlarını
soktukları sefil mahalleleri gezdi, onların yoksulluk ve sefaletini kendi
gözleriyle gördü. Ama kendisini kişisel gözlemleriyle sınırlamakla da kalmadı.
İngiliz işçi sınıfının durumu hakkında kendinden önce yazılanların tümünü
okudu, ele geçirebildiği bütün resmi belgeleri büyük bir dikkatle inceledi. Bu
çalışma ve gözlemlerin ürünü, 1845’te yayımlanan bir kitap oldu: İngiltere’de
Emekçi Sınıfın Durumu.
Engels’in
İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nu yazmakla yaptığı hizmetin
büyüklüğünü yukarıda belirtmiştik. Engels’ten önce de birçok kimse,
proletaryanın acılarını yazmış ve ona yardımın gerekli olduğunu belirtmiştir.
Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslında
proletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve nihai kurtuluşu için
savaşmaya zorlayan şeyin içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunu
söyleyen ilk kişi Engels’tir.
Savaşan
proletaryaya ancak kendisi yardım edebilir. İşçi sınıfının politik
hareketi, kaçınılmaz olarak, işçileri tek kurtuluşlarının sosyalizmde olduğunu
kavramaya götürecektir. Öte yandan sosyalizm, ancak, işçi sınıfının politik
mücadelesinin amacı olduğu zaman bir güç hâline gelecektir. Engels’in
İngiltere’de işçi sınıfının durumu üzerine yazmış olduğu kitabının temel
fikirleri, şimdi düşünen ve mücadele eden proletaryanın tümü tarafından
benimsenen, ama o zaman, tümüyle yeni olan fikirlerdir. Bu fikirler, İngiliz
proletaryasının sefaletinin gerçeğe en yakın ve en çarpıcı görüntüleriyle dolu
ve çekici bir üslupla yazılmış bir kitaba yerleştirilmişlerdi. Kitap,
kapitalizme ve burjuvaziye yönelik, müthiş bir içerikle dile getirilmiş bir
suçlamaydı ve bu çalışmanın etkisi epey derin oldu. Engels’in kitabı, modern
proletaryanın durumunu en iyi biçimde sergileyen bir belge olarak, her yerde
anılmaya başlandı. Ve gerçekten de ne 1845’ten önce, ne de daha sonra, işçi
sınıfının sefaletinin öylesine çarpıcı ve öylesine gerçek bir betimlemesine
rastlanmadı.
Engels’in
sosyalist oluşu, İngiltere’ye gelmesinden sonradır. Manchester’da o zamanın
İngiliz işçi hareketinde etkin olan kişileriyle ilişki kurdu ve İngiliz
sosyalist yayınları için yazmaya başladı. 1844’te Almanya’ya dönerken,
Paris’te, daha önceden mektuplaştığı Marx ile tanıştı. Bu şehir, aynı zamanda
Marx’ın da Fransız sosyalistleri ve Fransız yaşamının etkisiyle sosyalist
olduğu yerdi. Burada iki dost, Kutsal Aile ya da Eleştirel
Eleştirinin Eleştirisi adı altında ortaklaşa bir kitap yazdılar. İngiltere’de
Emekçi Sınıfın Durumu’ndan bir yıl önce yayımlanan ve büyük bölümü Marx
tarafından yazılan bu kitap, temel düşüncelerini yukarıda anlatmış olduğumuz,
devrimci materyalist sosyalizmin temellerini içermektedir.
“Kutsal
Aile”, filozof olan Bauer kardeşler ve onların izleyicilerine verilen mizahî
addır. Bu beyler, bütün gerçeklerin üstünde, partiler ve siyasetin üstünde
duran, bütün pratik eylemleri reddeden ve yalnızca çevredeki dünyayı ve orada
meydana gelen olayları “eleştirel” bir biçimde seyreden bir eleştiri
öğütlüyorlardı. Bu beyler, Bauer’ler, proletaryayı eleştirel olmayan, eleştiri
pratiğiyle alakası bulunmayan bir kitle olarak görüp küçümsüyorlardı. Marx ve
Engels, bu saçma ve zararlı eğilime şiddetle karşı çıktılar. Hayalî değil
gerçek insan olan bir kişi, egemen sınıflar ve devlet tarafından horlanan işçi
adına, kenardan seyreden bir tutum değil de, daha iyi bir toplum düzeni uğruna
verilecek bir mücadeleyi talep ediyorlardı. Onlar, kuşku yok ki, proletaryayı,
bu savaşımı yürütebilecek olan ve bundan yararlanacak olan güç olarak
görüyorlardı.
Daha
Kutsal Aile’den önce, Engels, Marx ve Ruge’nin Deutshe-Französische
Jahrbücher’inde [Almanya-Fransa Yıllıkları”], özel mülkiyet kuralının
zorunlu sonuçları olarak değerlendirdiği, çağdaş iktisadî düzenin başlıca
görüngülerini, sosyalist bir açıdan incelediği “Bir Ekonomi Politik Eleştirisi
Denemesi”ni yayımladı. Hiç şüphe yok ki Marx’ın ekonomi politik bilimini,
çalışmalarının gerçek bir devrim yarattığı bu bilimi incelemeye karar vermesi
Engels’le kurduğu temasın bir sonucudur.
1845’ten
1847’ye kadar Engels, Brüksel ve Paris’te bilimsel incelemeler ile Brüksel ve
Paris’teki Alman işçileri arasındaki pratik çalışmaları birleştirerek yaşadı.
Burada, Marx ve Engels, gizli Alman Komünist Birliği ile ilişkiler kurdu.
Birlik, onları kurmuş bulundukları sosyalizmin temel ilkelerinin açıklanması
ile görevlendirdi. Marx ve Engels’in ünlü Komünist Partisi Manifestosu böyle
doğdu, 1848’de yayımlandı. Bu küçük kitapçık ciltler değerindedir: bugüne kadar
onun ruhu uygar dünyanın örgütlenmiş ve mücadele vermekte olan tüm
proletaryasına güç vermiştir ve ona yol göstermiştir.
Önce
Fransa’da patlayan ve sonra da öteki Batı Avrupa ülkelerine yayılan 1848
Devrimi, Marx ve Engels’i gerisingeri, doğdukları ülkeye götürdü. Burada, Ren
Prusya’sında, Köln’de yayınlanan demokratik Neue Rheinische Zeitung’un
[“Yeni Ren Gazetesi”] yönetimini aldı. İki arkadaş, Ren Prusya’sındaki tüm
devrimci-demokratik hareketin kalbi ve ruhu hâline geldi. Gerici güçlere karşı,
halkın özgürlüğünü ve çıkarlarını savunmada sonuna kadar mücadele ettiler.
Bildiğimiz gibi, gericiler üstün geldiler. Neue Rheinische Zeitung yasaklandı.
Sürgün olduğu sırada Prusya yurttaşlığı hakkını yitirmiş olan Marx, sınır dışı
edildi; Engels silâhlı halk ayaklanmasında yerini aldı, üç muharebede, özgürlük
için dövüştü ve isyancıların yenilgisinden sonra, İsviçre üzerinden Londra’ya
kaçtı.
Marx
da Londra’ya yerleşti. Engels, kırklarda çalışmış olduğu Manchester ticarî
firmasında, kısa zaman sonra yeniden kâtip olarak çalışmaya başladı, daha sonra
da, oraya ortak oldu. 1870’e kadar Marx Londra’da, o da Manchester’da yaşadı,
ama bu, onların o capcanlı fikir alışverişini sürdürmelerini engellemedi: hemen
her gün mektuplaştılar. Bu mektuplaşmalarda, iki arkadaş, karşılıklı
görüşlerini ve buluşlarını birbirlerine ilettiler ve bilimsel sosyalizmin
hazırlanmasında işbirliğini sürdürdüler. 1870’te Engels, Londra’ya geçti ve
etkisi zirveye ulaşmış olan ortak entelektüel yaşantıları, 1883’te Marx’ın
ölümüne kadar sürdü. Bu çalışmalar, Marx şahsında, çağımızın ekonomi
politiğinin en büyük yapıtı olan Kapital, Engels yönünden de irili
ufaklı bir dizi eser üzerinden meyvesini verdi.
Marx,
kapitalist iktisadın karmaşık olgularının tahlili üzerinde çalıştı. Engels,
yalın bir dille yazılmış, çoğu polemik niteliğinde, tarihin materyalist
anlayışı ve Marx’ın iktisadî teorisinin ışığında, daha genel bilimsel sorunları
ve geçmişin ve bugünün değişik olgularını kapsayan eserler kaleme aldı.
Engels’in eserleri arasında şunları sayabiliriz: Felsefe, doğa bilimleri ve
toplumsal bilimlerin çok önemli sorunlarını tahlil ettiği polemik eser olarak Anti-Dühring.
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (Rusçaya çevrilmiş ve üçüncü
baskısı St. Petersburg’da 1895’te yayımlanmıştır), Ludwig Feuerbach (Rusça
çevirisini G. Plehanov yapmış, dipnotlar gene onun tarafından hazırlanmıştır,
Cenevre 1892), Rus hükümetinin dış politikası üzerine bir makale (Rusçaya
çevrilmiş ve Cenevre’de Sotsial Demokrat dergisinin birinci ve ikinci
sayılarında yayımlanmıştır), konut sorunu üzerine parlak makaleler ve en sonu,
Rusya’nın ekonomik gelişimi konusunda, iki küçük ama çok değerli makale (Rusya
Konusunda Friedrich Engels, Zasuliç tarafından 1894’te Cenevre’de Rusçaya
çevrilmiştir).
Marx,
sermaye üzerine yapmış olduğu engin çalışmasının son düzeltmelerini yapamadan
öldü. Ne var ki, müsveddeler tamamlanmıştı, arkadaşının ölümünden sonra Engels,
Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinin hazırlanması ve yayımlanması
gibi ağır bir görevi üstlendi. İkinci Cildi 1885’te, Üçüncü Cildi de 1894’te
yayımladı (ölümü dördüncü cildin hazırlanmasına mani oldu). Bu iki cilt, son
derece büyük bir emek gerektirmişti. Avusturyalı sosyal-demokrat Adler, haklı
olarak, Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayımlamakla Engels’in,
dostu olan bir dehaya yüce bir anıt, farkında olmadan, üzerine silinmez bir
biçimde kendi adını kazıdığı bir anıt diktiğini belirtmiştir. Gerçekten de Kapital’in
bu iki cildi, iki insanın, Marx ve Engels’in müşterek eseridir.
Eski
hikâyeler, dostluğun çeşitli dokunaklı örnekleriyle doludur. Avrupa
proletaryası diyebilir ki, onun bilimi, aralarında insanların kurduğu dostluk
ilişkilerine dair o eski ve oldukça dokunaklı hikâyelerin de ötesine geçen bir
ilişki bulunan bu iki bilim insanı ve verdikleri mücadelenin eseridir. Engels,
kendi ismini her daim, genel manada, çok da haklı bir tutum dâhilinde, Marx’ın
isminin yanına iliştirmiştir. Eski bir arkadaşına “Marx hayattayken, ben ikinci
keman oldum” diye yazmaktadır. Yaşayan Marx’a olan sevgisi ve ölen Marx’ın
anısına saygısı sınırsızdı. Bu boyun eğmez savaşçı, bu dili güçlü ve sert
düşünür, derin bir sevgiyle dolu bir ruh taşıyordu.
1848-49
hareketinden sonra, Marx ve Engels sürgünde kendilerini yalnızca bilimsel
araştırmalarla sınırlamadı. 1864’te Marx, Uluslararası İşçi Birliği’ni kurdu ve
bu kuruluşa bir on yıl boyunca önderlik etti. Engels de bu çalışmalarda aktif
bir görev aldı. Marx’ın fikirlerine uygun olarak, bütün ülkelerin
proletaryasını birleştiren Enternasyonal çalışması, işçi sınıfı hareketinin
gelişmesinde son derece önemli bir yer tutmaktadır. Ama Enternasyonal’in
yetmişlerde kapatılması bile, Marx ve Engels’in birleştirici rollerini sekteye
uğratamadı. Tersine, denilebilir ki, işçi sınıfının manevi önderleri olarak,
önemleri, hareketin kendisinin de kesintisiz büyümesi nedeniyle, sürekli olarak
arttı.
Marx’ın
ölümünden sonra Engels, Avrupa sosyalistlerinin danışmanı ve önderi olmayı tek
başına sürdürdü. Onun öğüt ve talimatları, aynı ölçüde, hükümetin zulmüne
karşın, hem güçleri hızla ve durmadan büyüyen Alman sosyalistleri tarafından,
hem de ilk adımlarını iyi düşünmek ve tartmak zorunda olan İspanya, Romanya ve
Rusya gibi geri kalmış ülkelerin temsilcileri tarafından ciddiye alınıyor, bu
insanlar o öğüt ve talimatlara göre hareket ediyorlardı. Bu isimlerin hepsi de
yaşlı döneminde, Engels’in zengin bilgi ve deneyim hazinesinden
yararlanıyorlardı.
Rusça
bilen ve Rusça kitaplar okuyan Marx ve Engels, bu ülkeye canlı bir ilgi
duymuşlardı, Rus devrimci hareketini sempatiyle izlemişler ve Rus devrimcileri
ile ilişkiyi sürdürmüşlerdi. Her ikisi de önce demokrat, sonra sosyalist
olmuştu, demokrat olarak politik despotluğa karşı duydukları kin son derece
güçlüydü. Politik despotlukla ekonomik baskı arasındaki bağın derin bir teorik
kavranışı ile bu dolaysız politik duygunun birleşmesi ve ayrıca da zengin
yaşamsal deneyimleri, Marx ve Engels’e, müstesna bir politik duyarlılık
kazandırmıştı. İşte bunun içindir ki, bir avuç Rus devrimcisinin zorlu çar
yönetimine karşı kahramanca yürüttüğü mücadele, o güçlü duygudaşlığın neticesi
olarak, bu iki güngörmüş devrimcinin kalbinde yankısını bulmuştu. Öte yandan,
insanı aldatan ekonomik yararlar uğruna, Rus sosyalistlerinin en acil ve en
önemli görevinden, yani politik özgürlüğün kazanılması görevinden yüz çevirme
eğilimini doğalında kuşkuyla karşılayan Marx ve Engels, hatta bu yüz
çevirmenin, toplumsal devrimin o büyük davasına doğrudan bir ihanet olarak
değerlendirdi.
“İşçilerin
kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır.” Marx ve Engels durup
dinlenmeden işte bu düsturu öğrettiler. Ama iktisadî kurtuluş uğruna dövüşmek
için proletarya, belli politik haklar kazanmak zorundadır. Ayrıca Marx
ve Engels, Rusya’daki bir politik devrimin, aynı zamanda Batı Avrupa işçi
sınıfı için de çok büyük önemi olacağını açıklıkla görmüşlerdi.
Mutlakıyetçi
Rusya, her daim Avrupa gericiliğinin kalesi olagelmiştir. Almanya ve Fransa
arasında uzun bir süre için anlaşmazlık tohumları eken 1870 savaşının bir
sonucu olarak, Rusya’nın yararlandığı olağanüstü elverişlilikteki uluslararası
durum, kuşku yok ki, yalnızca gerici bir güç olarak mutlakıyetçi Rusya’nın
önemini artırmış oldu. Ancak özgür bir Rusya, ne Polonyalıları, Finlileri,
Almanları, Ermenileri ya da öteki küçük uluslardan birini ezme, ne de durmadan
Fransa ve Almanya’yı birbirlerine düşürme gereğini duymayan bir Rusya, modern
Avrupa’nın savaş yükünden kurtulmasını, özgürce nefes almasını sağlayacak,
Avrupa’daki bütün gerici unsurları zayıflatacak ve Avrupa işçi sınıfını
güçlendirecektir. İşte bu yüzden Engels, Batıda da işçi sınıfı hareketleri
ilerleyebilsin diye, Rusya’da politik özgürlüklerin yerleşmesini, canı gönülden
istemişti. Rus devrimcileri onun şahsında en iyi dostunu yitirmiş oldu.
Friedrich
Engels’in, proletaryanın büyük savaşçısının ve öğretmeninin anısına her daim
hürmet edelim!
V. I. Lenin
1895
Sonbaharı
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder