Bugünlerde Arap sosyal medyasında dönüp dolaşan popüler bir grafik var; grafik, Filistin Direnişi tarafından kullanılan silâhların çakıl taşlarından füzelere ve insansız hava araçlarına doğru seyreden evrimini gösteriyor. Bu da bize, İsrail işgaline karşı yürütülen direniş yöntemlerinin evrimine dair hikâyeyi veriyor.
İsrail işgaline karşı ilkin örgütlenen, direniş değildi; direniş, batıda çıkan yazılarda sunulan imajının aksine, Hacı Emin (Hüseynî) liderliğindeki bir kusurdan ibaretti. Bu liderlik, asla gerçek manada radikal değildi ve sadece seçmenlerinden gelen baskılar yüzünden kararlar alabiliyordu. İnsanlar, Hacı Emin’in başta İngilizlerin kullandığı bir piyon olduğunu ve onun her daim yozlaşmış Arap rejimlerinin arzularını yerine getirdiğini unutuyor. Filistinliler, düşmanları olan Siyonistler Avrupa’dan ithal edilmiş gelişkin silâhlara sırtını yaslarlarken, eski püskü av tüfekleriyle savaşmak zorunda kalmışlardı.
Kendi iktidarlarına yönelik tehditlerden kaçınmak amacıyla İsrail’e karşı her türlü askerî eylemi tekellerine almak adına Arap rejimleri, her zaman Filistinlilerin bağımsız askerîleşme süreciyle mücadele içinde olmuşlardır. Lübnan’da, elliler ve altmışlarda, makineli tüfeklerin yaygın olduğu bir ülkede, Filistinlilerin kendilerini korumak için bir silâh bile taşımalarına izin verilmiyordu. Filistinlilerin ağır bir askerîleşme programına başlamaları, ancak 1967 sonrası mümkün olabildi. Bu program, para ve silâh düzleminde, sosyalist ülkelerce desteklendi, ama bu ülkeler, her ne kadar Filistinlileri destekleseler de, asla Filistin’in özgürleştirilmesi hedefine inanmadılar ve onlara İsrail’e karşı verilen mücadelede ölçeği genişletebilecek hiçbir silâh vermediler (Arap rejimlerine sunulan askerî yardımlarda bile Sovyetler, Arap müttefiklerini belirli silâh sistemlerinden mahrum bıraktı.).
Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ın elinde muazzam mali kaynaklar vardı ve o önce bir ordu kurdu (Yezid Sayih’in Silâhlı Mücadele ve Devlet Arayışı isimli çalışması bu konuda hâlâ bir klasiktir.) ama silâhlı direniş için bir strateji geliştirmedi. Gerçekte Arafat, İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı verilecek bir silâhlı mücadele için Filistin’e özgü, etkin bir strateji geliştirme konusunda muhtelif Filistinli silâhlı grupların kendisine teslim ettiği tüm planlara karşı çıktı. FKÖ’nün Askerî Konseyi, FKÖ’nün en çok yozlaşmış liderlerinden olan Züheyr Muhsin’in kontrolüne verildi (Muhsin, Suriye rejiminin piyonu olan Es-Sayika isimli eşkıya çetesinin lideriydi). Züheyr Muhsin, kurtuluş davasını, hatta direnişi hiçbir zaman ciddiye almadı. Ebu Cihad’ın (Halil İbrahim Vezir) Çinli, Vietnamlı ve Cezayirli direniş komutanlarıyla temasları mevcutken, o, söz konusu şanlı devrimlerin sunduğu derslerden hiçbir vakit istifade etmedi. Ebu Cihad (FKÖ’de Arafat’ın emir subayı ve Fetih’in silâhlı kanadının komutanı) FKÖ’nün Lübnan’daki heyetini hiçbir zaman ciddiye almadı ve Batı Şeria ile Gazze’de ayaklanma çıkartmaya odaklandı.
FKÖ örgütlerinden biri olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık (Suriye rejimine sadık küçük bir FKÖ örgütüydü ve İsrail’e karşı gerçekleştirdiği, ünlü yelken kanat operasyonu gibi çarpıcı eylemleriyle tanındı.) FKÖ’nün Lübnan’da faaliyet yürüttüğü tüm alanlarda bir tünel sisteminin gerekli oluşuna vurgu yapan tek örgüttü. FHKC-GK lideri Ahmed Cibril, birçok kez Arafat’ın yanına gidip ondan, muhtemel İsrail işgaline karşı hazırlık yapmak amacıyla, güney Lübnan’da tüneller kazmak için gerekli makinelerin taşınmasına yardım etmesini istedi, Arafat ise beklendiği üzere, gene tutmayacağı sözler verdi. Cibril, Arafat’tan umudunu kesti ve örgütündeki adamlarına kendi örgütüne ait tüm askerî üslerde tünel kazma emri verdi. Tüneller, yıllar içerisinde, İsrail tarafından bombalana dek, epey etkin olduğunu kanıtladılar.
Arafat’ın askerî liderliğindeki hazırlıksızlık ve ehliyetsizlik, 1982’deki İsrail işgalinde açığa çıktı. Arafat, en ehliyetsiz askerî komutanlarından biri olan Hacı İsmail’i en üst mevkie getirdi (ve başarısızlıklarından dolayı onu asla cezalandırmadı, hatta sadakatinden ötürü onu Ramallah’taki kazancı bol bir göreve getirdi.).
Direnişi daha yüksek bir seviyeye taşıyan ilk Arap örgütü, Hizbullah’tır. Direniş, Hizbullah’ın uygulamaya soktuğu bir bilimdir. Konuyla ilgili daha fazla şey öğrenmek isteyenler, Mleeta’daki Direniş Müzesi’ni ziyaret etmelidirler. Burada partinin, düşmanı ve direnişe hazırlanma sürecini, nasıl bir titizlikle ve dikkatle incelediğini görmek mümkündür. Hizbullah, İbranîce eğitimi veren özel (içe hizmet eden) bir okul kurmuş, her yıl bu okuldan yüzlerce savaşçı mezun olmuştur (FKÖ’nün hâkim olduğu dönemde, FKÖ militanları Beyrut’taki Filistin Çalışmaları Enstitüsü’nden gelen İbranîce tercümanlarından yardım alıyorlardı.).
Süreç içerisinde Hizbullah’ın uygulamaları evrim geçirdi. Kendi hatalarından öğrenen örgüt, sivillerin hayatlarına ekstra dikkat göstermeye başladı (bu dikkat, düşman kamptaki sivillere bile gösterilmekteydi –Bir seferinde Hizbullah lideri Hasan Nasrallah bana şunu anlatmıştı: “Güney Lübnan ordusunun önemli komutanlarından biri olan Akil Haşim’e suikast düzenleyecektik, ama bu plan, komutanın ailesi yakınında olduğu için birkaç kez ertelenmek zorunda kaldı. Ailesinden uzaklaştığı noktada Hizbullah eylemini gerçekleştirdi.”). Nasrallah, partiyi, Subhi Tufeyli liderliği altında geçirdiği dehşet aşamasından kurtardı; bu dönemde hâkim olan anlayış, adam kaçırma, gasp, bombalı araç saldırıları vb. üzerine kuruluydu. 2006’da Hizbullah, bütünsel bir direniş stratejisini uygulama şansı buldu.
Sadece altı asker öldürüldüğü, bunun da dördünün kendi arkadaşlarınca vurulduğu 2008 yılına kıyasla İsrail ordusunun on kat daha fazla kayıp verdiği 2014’te Hamas’ın ortaya koyduğu performans, Hizbullah’ın direniş okuluna çok şey borçludur. 2009’da Mübarek rejimi, Gazze’deki direnişi destekleme, ona ekip sağlama ve eğitim verme amacıyla hücreler kurmaktan sorumlu “Sami Şihab”ı tutukladı. (Sonrasında Şihab, 2011’deki ilk Mısır ayaklanmasının ardından, Mısır’dan kaçtı. “Şihab”, Filistin direniş hareketine yardım etme konusunda uzman olan Hizbullah’a bağlı Birlik 1800’ün üyesiydi.).
Hamas ve onun Gazze’deki müttefiklerinin öğrendikleri birçok ders mevcuttur; sivillere yönelik intihar saldırıları (ki bu saldırılarının öncüleri ve onu geliştirenler, otuzların başlarında Filistin’deki Siyonist terörist çetelerdir, ama batı bu eylem tarzını doksanların başında bölgeye ve dünyaya ilk takdim edenin Hamas olduğunu söyler durur.) Araplar arasında olumsuz bir şöhreti koşullar. Sivillere yönelik saldırılar Araplar arasında popüler değildir, ABD’deki tüm ırkçı genellemelere karşın, gerçek budur. Düşman toplumda gerçekleşen sivil ölümleri karşısında sevinç naraları atmak, İsraillilere has bir kültürdür. Hamas ve Kassam Tugayları, sadece diğer taraftaki askerî alanları hedef alma konusunda ısrarcı olan ifadelerde bulunmaktadır (üstelik İsrail’deki ölü ve yaralı sayısı da iddialarını doğrulamaktadır) ama tüm bu ifadeler batı basınınca gözardı edilmektedir.
Dahası Gazze’de yaşanan bu son çatışmada, İsrail’in en caniyane savaş suçlarını işlediği koşullarda Hamas, İslamî Cihad ve FHKC (ve Gazze’deki Fetih hareketine bağlı bağımsız birlikleri içeren diğer gruplar) İsrail’le çarpışma konusunda etkin bir strateji geliştirdi ve bu stratejiyi başarıyla uyguladı. Sonuçta örgütler, geçmişte yaşananların aksine, bu sefer İsrail’in Gazze içine hızla ilerlemesine mani oldular. Gazze’de artık yeni bir direniş hareketinin olduğu ve bu hareketin esas olarak seleflerinin başarılarına dayandığı açık.
Soğuk Savaş’ın kullanışlı iklimi olmaksızın, İsrail ve Arap rejimlerinin kuşatması altında, Filistinli ve Lübnanlı direniş örgütleri, İsrail’e karşı strateji geliştirme konusunda epey ilerleme kaydettiler. Hepimiz İsrail’in de ilerlediğini biliyoruz: o, tüm bilinen savaş kanunlarını ve kurallarını ihlal eden gelişkin silâhlara ve savaş kabiliyetine sahip, ayrıca diğer taraftaki sivillerin hayatlarını hiçe sayıyor. Ama karşı taraf da boş durmuyor; Hamas ve diğer gruplara bağlı istihbarat da Hizbullah’ın o güçlü istihbarat aygıtının deneyiminden öğreniyor. Bu istihbarat aygıtı ile beşte biri İsrail ile işbirliği içerisinde olan Fetih’in elindeki istihbarat örgütü aynı şey değil elbette. İsrail bu savaşta tek bir direniş komutanını öldüremedi, sadece İslamî Cihad’a bağlı bir medya görevlisini öldürdü.
Yönelim gayet açık; direniş hareketi giderek daha da iyi oluyor, İsrail ordusu ile istihbarat aygıtı ise yalnızca daha da kötüleşiyor. Bu, kaçınılmaz çöküşüne doğru sürüklenen İsrail’in yüzleştiği birçok sorundan sadece birisi.
Esad Ebu Halil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder