“Şiddet, isyan ve savaş halkın hakkıdır. Birleşik Devletler
ve Batılı güçlerin üçüncü dünyaya yaptıkları göz önüne alınırsa, üçüncü dünya
halklarının savaşması zorunludur.”
[Yuri Koçiyama]
Uzun ömrü boyunca kadınların cinsiyet dışında sınıf ve etnik kimliklerin de etkisinde olduğuna dair görüş üzerinden ciddi bir
gayret sarfetmiş olan Yuri Koçiyama 93 yaşında, Kaliforniya’da 1 Haziran Pazar günü vefat etti.
Akrabası Tim Toyama’nın ifadesiyle, “O kesinlikle
zamanının ötesinde bir isimdi, bizler sadece ona yetişmeye çalıştık.”
Kaliforniya’da doğduğunda Mary Yuriko Nakahara ismini alan Koçiyama adaletsizlikle daha evdeyken tanıştı. Babası, Japonların Pearl Harbor’a gerçekleştirdikleri saldırı sonrası ilk tutuklananlar
arasındaydı:
“Babam
balıkçılık işiyle uğraşıyordu. Bu nedenle devlet ilkin balıkçılara vurdu, çünkü o balıkçıların denizi bildiğinden haberdardı, dolayısıyla eğer Japon gemileri yakınlaşırsa, Amerika’daki Japon balıkçıların Japonlara yardım edeceğini düşündü. Oysa Amerika’daki Japonlar, henüz Amerikalılaşmamış ilk nesil Japonlar bile, aslında epey Amerikalıydılar. Ama gene de Japonlara yönelik şüphe çok güçlüydü. Günün sonunda tüm Japonlar dostlarına şunu soruyorlardı: ‘Eve gelip birileri anneni ya da babanı götürdü mü?’[…]”
O dönemde Koçiyama’nın babası ülser ve diyabet
tedavisi görüyordu. Ama resmî makamlar ailenin ilâç tedavisi isteğini geri çevirdiler ve baba 43
gün hapiste kaldığı dönemde tek ilâç alamadı ve Ocak 1942’de öldü.
Bir ay sonra, 9066 sayılı kararnamenin yürürlüğe konulması sonrası Koçiyama ve ailesi
120.000 Amerikan yurttaşı Japon ile birlikte Arkansas’taki Jerome Kampı gibi bir dizi
enterne kampına yerleştirildi. Kız torunu Maya Koçiyama, 2010’da kamptaki hayatı şu şekilde anlatıyor:
“Bu
tecrit koşullarında serbest
kalacaklarına dair sarsılmaz bir inanç içerisindedirler.
Soluk, sıkışık barakalarda kalan Amerikalı Japonlar durumlarını biraz olsun iyileştirmeye çalışırlar, odun parçalarından birkaç küçük eşya yaparlar, manzarayı az da olsa güzelleştirmek için çiçek ekerler, çarşaf, masa örtüsü ve perde dikip
ellerindeki sınırlı mahremiyeti artırmaya çalışırlar.
Yuri
o dönemi şu şekilde anmaktadır: ‘Kısa sürede hayatta kalma konusunda elimizdeki en güçlü silâhların, takım çalışması, işbirliği ruhu, el becerileri ve başkaları ilgili kaygı duymak” olduğunu öğrendik.’
Kamp
deneyiminden Yuri’nin öğrendiği bir şey de kendisinin ait olduğu Amerikalı Japon toplumu ve
Amerikalı Japon kimliği olur. ‘Kampa gittiğimizde kendi halkımı tanımaya başladım. (…) Japon olduğum için gerçekten gurur duyuyordum.’
Yuri’de
dil bulan bu düşünceler ‘tümüyle Amerikalı’ olarak yetişmiş ve kendisini Japon geçmişiyle tanımlamayan ikinci nesil
Amerikalı Japonlarda da yankısını bulur. Kendi ülkesinin
ihanetine uğramış ikinci nesil Japonlar (Nisei) Japon kültürünü öğrenmeye ve Japon kimliğini benimsemeye,
hatta hiç görmedikleri Japonya’ya ‘geri dönme’ kararı vermeye başlarlar.
Hapis
ve savaş koşullarının orta yerinde Yuri yârine kavuşur; sonrasında kocası olacak yakışıklı, karizmatik bir Nisei
askeri olan Bill Koçiyama ile tanışır. Hayatının aşkı olan Bill, Tüm Amerikalı Japon Muharebe Timi
42. Alay’ın bir üyesidir, söz konusu dönemde Mississipi’deki Shelby Kampı’nda eğitim görmektedir. Sonrasında Bill savaşa, Avrupa’ya gönderilir.”
Çift, savaşın sona ermesi ve
ailesinin kamp cezasının bitmesi ardından, 1946’da evlenir ve New
York’a taşınır. Ancak birkaç on yıl sonra Koçiyama’lar 1988 Sayılı Temel Haklar Kanunu’nun imzalanmasına yol açan bir halk hareketinin içinde bulurlar kendilerini. Bu kanun üzerinden ABD hükümeti geçmişte kurulan kamplardan ötürü özür dilemekte, kamptan
kurtulan her bir kişiye 20.000 dolar tazminat ödenmesini öngörmektedir.
Yuri Koçiyama doğuya yaptığı yolculuk sonrası eylemcilik dünyasına adımını atar.
“Evimiz tıpkı aralıksız ayin yapılan kiliseler
gibiydi.” Koçiyama’nın en büyük kızı Audee Koçiyama-Holman’ın ifadesiyle, ev
Siyahların ve Porto Rikoluların toplandığı bir mekân hâline gelir.
Dört yıl sonra çift, Harlem’deki Manhattanville
Barınma Evleri’ne taşınır ve yereldeki
Ebeveynler Komitesi’ne katılır. Üç yıl sonra devlet okullarının boykot edildiği süreçte aile Audee ve
kardeşlerini Harlem Özgürlük Okulu’na kaydettirir. 1963’te Yuri ve en büyük oğlu Billy, Brooklyn’deki Downstate Tıp Merkezi inşaatında çalışan Siyah ve Porto Rikolu işçilerin yaptığı gösteride 600 kişiyle birlikte gözaltına alınır.
Yuri, aynı yılın Ekim ayında Malcolm X ile tanışır. Brooklyn Adliyesi’nde yargılandığı esnada Malcolm’ın elini sıkma fırsatı bulur ve ona yönelik eleştirilerini dillendirir:
“Sizin yaptıklarınızı takdir ediyorum ama bazı görüşlerinize katılmıyorum.” der Malcolm’a. Malcolm da karşılığında şunu sorar: “Hangi görüşüme katılmıyorsun?” Yuri şu cevabı verir: “Entegrasyon konusundaki sert duruşunuza.”
İlk tanışma anı pek hoş olmasa da ileride ciddi bir dostluğun başlamasına neden olur.
Malcolm’ın İslam Milleti’ni terk edip, Yuri’nin de iştirak ettiği, Afrikalı-Amerikalıların Birliği Örgütü’nü kurması sonrası bu dostluk daha da pekişir:
“O
yıl Yuri Malcolm’ı, atom bombasına maruz kalmış bir grup insanla (hibakuşa) tanıştırmak için evine davet eder. Hiroşima-Nagazaki Dünya Barış Heyeti ile birlikte seyahat eden bu grup, Amerika’da en çok Malcolm X ile tanışmak istemektedir. Yuri, Malcolm’ın geleceğinden pek emin değildir ama program başladığında birden kapı çalar. Karşısında, birkaç korumasıyla birlikte Malcolm X durmaktadır.
Yuri,
o akşam Malcolm’ın sarfettiği sözleri gayet iyi hatırlamaktadır. Malcolm, atom
bombasından kurtulan Japonlara ‘bombanın açtığı yaraları görüyorum, Harlem’de de ırkçılığın açtığı yaralar var.’ Devamında Malcolm, siyah milletlerin Asya’da Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş halklarla ortak bir
tarihi olduğundan söz eder ve şu tespitte bulunur: ‘Vietnam halkının mücadelesi Üçüncü Dünya’nın mücadelesidir, bu mücadele emperyalizme
karşı bir mücadeledir.’ Yuri, ertesi gün bile Malcolm’ın sözlerinin etkisinden
çıkamaz.
Audee’nin
ifadesiyle, ‘Malcolm, Amerika’daki ırkçılığın sahip olduğu derinlik konusunda Yuri’nin gözlerini açan isimdir. Belli bir noktada Yuri sadece insan haklarına inanmakla kalmaz, ayrıca bunun ötesine geçerek, ülkede ve dünyada hüküm süren politikaya bakar.’ Yuri, ayrıca Malcolm’ın kendini paraya
satmaya karşı koyan, her şeyi değiştirmeye içten bir arzu duyan
yanına saygı duyar. Oakland’daki Doğu Sanatları İttifakı’nın işlemesi konusunda kendisine yardım eden, aile dostu Greg Morozumi’nin ifadesiyle, ‘Malcolm, genel
politikayla ve toplumsal yapıyla asla uzlaşmamanın bir sembolüdür. O, siyah halkın kendi kaderini
tayin hakkı için mücadele etmekte ve her şekilde teslim olmaya
karşı koymaktadır.’
Malcolm,
Afrika seyahatinde Koçiyama ailesine dokuz ayrı ülkeden on bir kartpostal
gönderir. Birinde Malcolm şunları yazar: ‘Hâlâ seyahat etmeye ve ufkumu genişletmeye çalışıyorum, zira bağnaz insanların başa ne tür belâlar açtıklarını gayet iyi biliyorum. Kardeşiniz Malcolm X.’ (…)”
21 Şubat 1965’te Yuri ve kocası, Malcolm X’in konuşması esnasında vurulduğu Audubon Dans Salonu’ndadır. Life dergisi,
sadece onun ölümünü değil, son anlarında Yuri’nin de Malcolm’ın yanında olduğunu görüntülemiştir.
“Ona,
‘lütfen Malcolm, lütfen hayatta kal’ dedim. Ama çok fazla kurşun yemişti. Sahnenin üzerinde çok sayıda insan vardı. Gömleğini yırttılar ve kaç kurşun saplandığını gördüler. On üç kurşun saydılar. En belirgini, çenesine saplanmış olandı. Yüzünde bir kurşun vardı, göğsü ise delik deşikti.’[…]”
Koçiyama, Malcolm’ın vefatı sonrası çalışmayı
bırakmaz; Yeni Afrika Cumhuriyeti’ne, İspanyolların Harlem’i olarak bilinen
Porto Gençler Partisi’ne ve Asyalı Amerikan Eylem Birliği’ne katılır. “Duvarlar
değil, köprüler inşa edelim” sözü nesiller boyu eylemcilerin ilham aldığı bir
slogana dönüşür.
Bugün Yuri’nin ışığının çekilmesiyle dünya biraz daha
karanlık. Ama bence Yuri de vefatı sonrası bizim yasımızı, kendimizi yeniden
mücadeleye vakfetmemek, görevlerimizi yerine getirmek, birbirimizden öğrenmek
ve savaş çığlıklarımızı asla susturmayacağımıza dair yemin etmek suretiyle
tutmamızı isterdi.
Arturo R. García
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder