Avrupa Parlamentosu seçimleri bölge genelinde sağcı
partilerin önemli bir atılım gerçekleştirmesine tanık oldu. Sağ, İskandinav
ülkeleri, Birleşik Krallık, Baltık ülkeleri ile Belçika, Lüksemburg ve
Hollanda’yı kapsayan bölgede, Fransa’da, Orta ve Doğu Avrupa ile Akdeniz
şeridinde yükselişe geçti.
Bu sağcı partilerin hepsi değilse de önemli bir kısmı
on yıldır krizde olan neoliberal, Hristiyan demokrat ve sosyal demokrat
partilerden kesin bir kopuşun gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor.
“Yeni Sağ” (“faşist”, “ırkçı” ve “antisemitik” gibi)
olumsuz kimi etiketler iliştirerek anlaşılabilecek basit bir olgu değil. Sağ’ın
yükselişi, yaşam standartlarındaki azalma, cemaat bağlarının çözülmesi ve
sınıfsal dayanışmanın aşınması ile politik, sosyal ve ekonomik kurumların
çöküşü bağlamına yerleştirilmek zorunda. Neoliberal partilerce inşa edilmiş
olan tüm mevcut politik yapı, sistemsel krizin ve gündelik hayattaki çürümenin
sorumluluğunu taşıyor. Dahası, neoliberal partiler, Sağ’a oy veren ve giderek
nüfus olarak büyüyen emekçi kitlelerce bu şekilde anlaşılıyor.
“Radikal Sol” denilen ve genelde iktidardaki sosyal
demokrat partilerin solundaki politik partiler olarak tarif edilen kesimse,
Yunanistan’daki SYRIZA istisna, neoliberal partilerdeki çöküşten istifade
etmeyi beceremedi. Sol-Sağ kutuplaşmasının eksikliğinin birkaç nedeni var. Son
tahlilde “Radikal Sol” kesimin önemli bir bölümü, şu veya bu işçi partisine ya
da sosyal demokrat partiye “ciddi destek” verdi ve müteakip süreçte yaşayacağı
politik-ekonomik felâketle aralarındaki “mesafe”yi kısalttı. İkinci olarak,
Radikal Sol’un kimi konulara yönelik yaklaşımı, işçilere ilgisiz veya saldırgan
geldi: yani eşcinsel evliliği ve kimlik politikaları işçilerin içine sinmedi.
Üçüncü olarak, Radikal Sol, eski, itibarsızlaşmış işçi partileri ve sosyal
demokrat partilerden devşirdi kadrolarını, bu nedenle işçiler bunların geçmişte
kendilerini aldatanların “yeni bir versiyon”u olduğunu düşündüler. Dördüncü
olarak, Radikal Sol, “yapısal değişimler” talep eden kitlesel gösterilerde
güçlü ancak çorba mutfakları, halkın gündelik sorunlarıyla uğraşan klinikler
gibi “hizmetler” sağlayan Sağ’ın patronaj ilişkisi kuran örgütlerinden mahrum.
Sağ, Brüksel elitlerinin elinde gücün toplaşmasına
itiraz ederek, neoliberal nizamın “dışında” durduğuna dair bir hava yarattı.
Öte yandan Sol ise bu konuda muğlâk bir tavır içerisinde: “Sosyal Avrupa”ya
verdiği destek itibarsızlaşmış, can çekişen bir yapının reforme edilmesi
vaadine denk düşüyor. Sağ, Brüksel’i dışarıda tutan, “millî bir kapitalizm”
öneriyorken, Sol, Avrupa Birliği içinde kalan bir “sosyalizm” öneriyor. Sol
partiler, eski komünist partiler ve görece yeni oluşan SYRIZA gibi toplaşmalar tuhaf
sonuçlar elde etti. SYRIZA hariç tüm yapılar duraksama içine girdi ya da
sistemin krizde olmasına karşın ciddi bir oy kaybına uğradı. Öte yandan SYRIZA
ise muazzam bir zafer elde etti ancak %30 bariyerini aşamadı. Tüm sol seçime
ittifaksız girdi. Sonuçta neoliberal statükoya anında cevap üretme imkânı yeni
sağ partilerin, solda ise, parlamento dışı sosyal hareketlerle sendikaların
eline geçti. Yakın dönemde Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu kriz, neoliberal
nizam ile yeni Sağ arasında kurulacak ilişkide vuku bulacakmış gibi görünüyor.
Yeni Sağ’ın Doğası
“Yeni Sağ” büyük destek gördü, zira neoliberal nizamın
dört ana dayanağına eleştiri yöneltti: küreselleşme, yabancıların finansal
kontrolü, Brüksel’deki troykanın yönetsel idaresi ve ucuz göçmen emeğinin
düzensiz akışı.
Milliyetçilik, yeni Sağ eliyle benimsendiği biçimiyle,
millî kapitalizmle bağlantılı bir mesele: yereldeki üreticiler, perakendeciler
ve çiftçiler, serbest ticaret yapan kesimler, şirket evlilikleri ve
uluslararası bankaların tedarikleri ile devasa çokuluslu şirketlerle yüzleşti.
“Yeni Sağ” desteğini şehir ve kasabalardaki küçük işletmelerden ve fabrikaları
kapanan, başka yerlere atılan işçilerden aldı.
“Yeni Sağ”ın milliyetçiliği, düşük ücret ödenen göçmen
emeği ve denizaşırı şirketler karşısında “âdil olmayan” bir rekabetten işçileri
ve sanayicileri korumayı öngören gümrük duvarlarını ve mevzuatları talep eden
bir tür “korumacılık”.
Mesele şu ki korumacılık, birçok küçük perakende
dükkânında satılan ucuz tüketim ürünlerinin ithalatını sınırlıyor ve özellikle
işçilerle alt orta sınıfa cazip geliyor. Sağ, liberal rekabetçi kapitalizmle
sınıf mücadelesi veren sendikalara karşı çıkma noktasında, millî işçilerle
sanayicilerin birleştiği bir korporatist model düşlüyor. Sınıf mücadelesi
etkisini yitirdikçe, neoliberal sağın üçayaklı siyaseti, Yeni Sağ eliyle
yeniden biçimlendiriliyor ve bu siyasete “millî sermaye” ile “babahancı devlet”
dâhil ediliyor.
Toplamda Sağ’ın milliyetçiliği, büyük dış sermaye ile
ucuz göçmen emeğine karşı koymak için ortak cemaatçi kimlik altında millî
sermaye ile emeğin birleştiği, geçmişe ait efsanevî uyuma çağrıda bulunuyor.
Politik Strateji: Seçim Politikası ve Parlamento Dışı
Politika
Hâlihazırda yeni Sağ, kitle desteği edindikçe, esas
olarak seçim politikasına yöneliyor. Bu partiler, özellikle buhranlı
bölgelerde, kitlesel seferberlikle cemaati seçim politikasıyla birlikte
örgütleyerek, seçimdeki paylarını artırdılar. Neoliberal sağın elindeki orta
sınıf oylarını ve eski solun elindeki işçi sınıfı oylarını hanelerine yazdılar.
Yunanistan’daki Altın Şafak gibi, Sağ’ın kimi kesimleri, açıktan kimi faşist
sembolleri, bayrakları ve üniformaları, kullanıp sokak kavgalarına girerken,
kimi kesimlerse, “illegal isimlerin sınır dışı edilmesi ve göçmenlikle ilgili
taleplerinin bir kısmını benimseme konusunda iktidardaki neoliberal sağa baskı
yapıyor. Bugün yeni Sağ’ın esas olarak odaklandığı husus, gündemini genişletmek
ve anayasal nizam dâhilinde saldırgan kimi talepler sunup şiddete meyyal
kesimleri kontrol altında tutarak, daha fazla destekçi elde etmek. Bunun
dışında, mevcut politik iklim, yeni Sağ’ın kolayca ezilemeyeceği parlamento
dışı “sokak savaşları”na kapı aralamak için pek uygun değil. Birçok sağcı
stratejist, mevcut bağlamın barışçıl yöntemler aracılığıyla güçlerin
biriktirilmesine uygun olduğu kanaatinde.
Sağ’ın Büyümesini Kolaylaştıran Koşullar
Avrupa’da Yeni Sağ’ın büyümesi sürecine katkı yapan
birkaç etmen var:
İlki ve en önemlisi, Brüksel’deki elitlerin eline
yasama ve yürütme yetkilerinin verilmesi üzerinden demokratik iktidarın ve
kurumların çökmesidir. Yeni Sağ’a göre, Avrupa Birliği, seçmenleri haklarından
mahrum kılan ve halkın bu yönde bir talep olmamasına karşın, sert tasarruf
tedbirleri dayatan otoriter bir politik kurum hâline gelmiştir.
İkinci olarak, millî çıkarlar, yereldeki sanayi
kollarını yıkıma sürükleyen ve yaşam standartlarını düşüren sert politikaların
sorumlusu olarak görülen finansal elitler karşısında talileşmiştir. Yeni Sağ,
kendisini Brüksel troykasının -IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa
Komisyonu’nun- karşısında konumlandırmıştır.
Üçüncü olarak, “liberalleşme”, yereldeki sanayileri
yıpratmış, cemaatleri dağıtmış, emeği koruyan yasaları ortadan kaldırmıştır.
Sağ, yoğun işsizlik koşullarında geniş ölçekli ucuz işçi akışına izin veren
liberal göç politikalarına karşı çıkmaktadır. Ucuz göçmen emeğinin eşlik ettiği
kapitalizmin krizi, sağın genelde işçilere, özellikle güvencesiz işlerde
çalışanlara veya işsizlere seslenmesi için gerekli maddî zemini teşkil
etmektedir.
Sağ: Çelişkiler ve Çifte Söylem
İşsizlik üzerinden neoliberal devleti eleştiren Sağ,
bir yandan da esas olarak istihdam ve işsizlik düzeylerini yatırım kararlarıyla
belirleyen kapitalistlerden ziyade, emek piyasasındaki millî unsurlarla rekabet
içinde olan göçmenlere odaklanmaktadır.
Sağ, Avrupa Birliği’nin otoriter yapısına saldırmakta
ama kendi yapısı, ideolojisi ve tarihi de aynı ölçüde baskıcı bir devleti
öngörmektedir.
Sağ, haklı olarak, ekonomi üzerindeki yabancı
elitlerin kontrolüne son vermeyi önerir ama “millî devlet” şeklinde
özetlenebilecek kendi vizyonu da, NATO, çokuluslu şirketler ve emperyalist
savaşlarla bağlantılıdır ve “millî bir ekonomiyi yeniden kurmak için gerekli
herhangi bir zemin sunmaz.
Sağ, mahrum bırakılmışların ihtiyaçlarından ve
“tasarruflara son verme” gerekliliğinden dem vurur ama mevcut eşitsizliklere
karşı koymanın yegâne etkin mekanizması olan sınıf örgütü ve sınıf
mücadelesinden de kaçınır. Onun “üretken sermaye ve emek arasında kurulacak
işbirliği” ile ilgili vizyonu, ücretlerin, sosyal hizmetlerin, emekli
maaşlarının düşürülmesine, çalışma koşullarının zayıflatılmasına ilişkin
kapitalist saldırganlık koşullarında, çelişkili bir nitelik arz eder. Yeni Sağ,
işsizliğin sebebi olarak göçmenleri görür ve onlara saldırır, öte yandan da
göçmenleri işe alıp işten atan, yurtdışına yatırım yapan, daha ucuz işgücü
kullanmak için şirketlerini başka yerlere taşıyan ve yeni teknolojileri gündeme
getiren kapitalistlerin rolünü gizler.
Yeni Sağ, işçilerin öfkesini, nihayetinde emek
piyasasını maniple eden üretim, finans ve dağıtım araçlarının sahiplerine
değil, göçmenlere yöneltir.
Buna paralel olarak Radikal Sol ise düşüncesizce,
kibirli, liberal bir önyargı ile, “uluslararası işçi dayanışması” denilen soyut
bir anlayış adına, göçmen işçileri sınırsız bir biçimde savunur, sanki bu
kesim, elverişsiz koşullara sahip olan ve kıt kanaat bulunan işler için
göçmenlerle rekabet etmek zorunda kalan gerçekteki işçilere hiç danışmamış
gibilerdir.
“Uluslararası dayanışma” bayrağı altında, Radikal Sol,
“enternasyonalizm”in örgütlü, çalışan işçilerin teşkil ettiği güçlü bir millî
temel üzerine inşa edilebileceğine dair tarihsel gerçeği göz ardı etmiştir.
Sol, Yeni Sağ’ın haklı milliyetçi davaları maniple ve
istismar etmesine izin vermiştir. Radikal Sol, milliyetçiliğin karşısına
sosyalizmi çıkartmış, özellikle Avrupa Birliği’nin emperyalist hâkimiyeti
koşullarında, bu ikisinin iç içe geçtiğini görmemiştir.
Millî bağımsızlık için mücadele, Avrupa Birliği’nden
kopmak, eldeki iş imkânları ve sosyal refah için sınıf mücadelesinin
derinleştirilmesi ve demokrasi mücadelesi bahsinde esası teşkil etmektedir.
Sınıf mücadelesi, Brüksel’deki uzak düşmana karşı konulduğunda değil, ülke
içinde yürütüldüğünde daha güçlü ve etkindir.
Birçok Radikal Sol liderinde görülen, Avrupa
Birliği’ni “Sosyal Avrupa” olarak “yeniden kurma”, AB’nin bir tür “Avrupa
Sosyalist Devletler Birliği”ne dönüştürme fikri, milletlerin AB’yi yöneten,
seçimle gelmemiş bankacılara teslimiyetini ve işçilerin çektikleri çilenin
sürgit devam etmesini sağlar. Deutsch Bank’taki hisseleri satın almanın ve
yıllık hissedarlar toplantısına katılmanın işçilerin bu bankayı bir “Halk
Bankası”na dönüştüreceğine ciddi manada inanan tek bir kişi yoktur. Ancak
“bankaların bankası”, IMF, Avrupa Komisyonu ve Merkez Bankası’ndan oluşan
“troyka”, AB üyesi her bir ülke için tüm temel politikaları oluşturmaktadır.
Kendini düzeltme yoluna gitmeyen ve “Avro” denilen metafiziğin halesine
kapılmış olan Sol, AB oligarklarına karşı verilecek millî mücadelenin yeniden
doğumu aracılığıyla, sınıf mücadelesinin geliştirilmesi rolünden vazgeçmiş
görünmektedir.
Sonuçlar ve Perspektifler
Avrupa genelinde Sağ, eş ölçüde olmasa da, hızla
gelişiyor. Elindeki destek geçici değil, aksine istikrarlı ve en azından orta
vadede giderek artacak gibi görünüyor. Bu yükselişin sebepleri “yapısal”;
yükseliş, yeni Sağ’ın neoliberal sağ hükümetlerin sosyo-ekonomik krizini
istismar etme, tepeden inme gelen AB oligarşisinin otoriter ve gayri millî
politikalarını kınayabilme becerisinin bir sonucu. Yeni Sağ’ın gücü,
“muhalefet”te olmasında. Yaptıkları gösteriler ses getiriyor ancak bu
gösteriler kapitalist ekonomi ile devletin komuta merkezlerinin uzağında
gerçekleşiyor.
Yeni Sağ, gösteriler yapan bir yapı olmaktan çıkıp
iktidara gelebilecek mi? Şurası açık ki neoliberallerle iktidarı paylaşmak,
onun mevcut sosyal zeminini zayıflatıp dağıtacak.
Yeni Sağ, muhalefet konumundan neoliberal sağla
iktidarı paylaşma konumuna geçtikçe, çelişkiler derinleşecek. Kitlesel
toplaşmalar ve göçmen işçilerin sınır dışı edilmesi kapitalist istihdam
politikalarını değiştirmeyecek, sosyal hizmetlerin yeniden temin edilmesini
sağlamayacak, hayat standartlarını artırmayacak. Emekle sermaye arasındaki
korporatist birlik üzerinden “millî” sermayeyi yabancı sermaye karşısında
teşvik etmek, sınıfsal çelişkiyi azaltmayacak. “Millî sermaye”nin kendi yabancı
ortaklarına emeğin çıkarına olacak şekilde karşı çıkmasını düşünmek, tümüyle
gerçek dışı bir hayal.
“Milliyetçi sağ” içindeki ayrışmalar, yani açıktan
faşist olanlarla seçimlere giren korporatist kesimler arasındaki bölünme,
giderek yoğunlaşacak. Muhtemelen “millî” sermayeyle uzlaşma, demokratik usuller
ve sosyal eşitsizlikler “milliyetçi” sağ eliyle sahte bir radikalizmin açığa
vurulmasına neden olacak yeni bir sınıfsal çatışma dalgasına kapı
aralayacaktır. Kendisini davaya adamış, kökleri ülkesinin derinliklerinde olan,
millî ve sınıfî gelenekleriyle gurur duyan, etnik ve dinî “kimlikler” üzerinden
işçileri birleştirebilen bir sol, kitlesini yeniden kazanarak, sağın neoliberal
ve “milliyetçi” iki yüzüne karşı gerçek bir alternatif olarak yeniden ortaya
çıkabilir. Uzun soluklu ekonomik kriz, hayat standartlarının kötüleşmesi,
işsizlik ve kişisel güvencesizlik milliyetçi sağın yükselişini koşullamışsa,
millete, sınıfa ve cemaate dair gerçekliklerle derin ilişkiler kurmuş bir solun
sahneye çıkışını da pekâlâ koşullar. Neoliberaller kendilerinin sebep oldukları
felâketler ve sorunlar için herhangi bir çözüm öneremezler; yeni sağın
milliyetçilerindeki cevap da yanlış ve tepkiselcidir. Sol’un elinde bir çözüm
var mı peki? O, sadece Brüksel’deki emperyalist despotik yönetimi devirerek
bile millî-sınıfî meseleleri ele almaya başlayabilir.
Zeyil ve Son Gözlemler
Sol alternatifin bulunmadığı koşullarda, işçi sınıfına
mensup seçmenlerin önünde iki seçenek durmaktadır: kitlesel olarak seçimlerde
oy kullanmama ve grevler. Son AB seçiminde Fransız seçmeninin %60’ı sandık
başına gitmemiş, işçi mahallelerinde bu oran %80’e yaklaşmıştır. Bu yol tüm AB
genelinde tekrar edilmiş veya daha da ilerisine geçilmiştir. Ya güçbelâ AB’ye
destek verilmiş ya da yeni sağa. Seçimden haftalar, günler önce işçiler
sokaklara çıkmıştır. Devlet memurları, dok işçileri ve diğer sektörlerden işçiler
kitlesel grevler gerçekleştirmiş, sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, emekli
maaşları, kapatılan fabrikalar, kütlesel işten çıkarmaları öngören AB dayatması
“tasarruf tedbirleri”ne karşı işsizler ve halk sınıfları birçok kitle
gösterileri tertiplemiştir. Çok sayıda seçmenin sandığa gitmemesi ve sokak
gösterileri, hem troykanın neoliberal sağına hem de “Yeni Sağ”ına halkın büyük
bir bölümünün itiraz ettiğini göstermektedir.
James Petras
30 Mayıs 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder