“Göz görmez bilinç görür” denilir. İzan, “anlama ve
idrak etme yeteneği” olarak, sanki bu söze atıfta bulunuyor gibi. İzansız bir
göz, önündekini bile görmeyecektir. Gözün düşünme organı olarak belirlenmesi,
izanın kaybolması içindir. Göz bireysel; izan kolektiftir. Gözle düşünenler,
sadece kendisini görürler, yalnızca kendisiyle başlayanı ve biteni tanırlar;
izan sahipleri, hakikatin kavgasına koşulsuz ait olanlardır.
Tam da bu nedenle, HDP bireysel “görünürlük” ölçüsüne
vuruluyor. Göze sokuluyor. Kolektiften ve izandan kaçırılıyor. Cemden uzak
tutuluyor ki savaştan uzaklaşsın.
HDP’nin 30 Mart seçimiyle görünür olmasını
önemseyenler, onun arkasında işleyen anlama, idrak ve bilinci sorgulatmamak
istiyorlar.
Özünde HDP, genel siyaset ve özelde CHP’nin ayar
düğmesi olarak görülüyor. Böyle görenin, HDP’nin başarı ve başarısızlığını
değerlendirmesi mümkün değil. Seçim sonuçları üzerinden HDP kendisini AKP ve
CHP’ye göre kurarsa, “ben AKP ve CHP’yi yarına yönelik olarak aşabilecek
dinamikleri asla görmeyeceğim” demiş olacaktır. Seçim günü, borsa ekranı gibi,
sonuçları takip edenler, hisselerini nereye yatıracağı derdine düşeceklerdir.
Ortalığı, bugün CHP’yi “işgal” eden yuppie’ler gibi, yatırım uzmanları
kaplayacaktır. Bu uzmanların “yüce” tarih ve toplum malumatları, özünde,
batıldır.
HDP, CHP içi ve dışı demokratlığın ve liberalliğin
vücut bulması gerektiğine dair bir anlayışa ev sahipliği ediyor. “CHP,
Kemalizmden arınmış sosyal demokrat veya liberal olsa iyi olacak aslında”
diyor. Bu yaklaşımla, HDP’nin “proje” olarak görülmesi, araca indirgenmesi, onu
akim bırakıyor. HDP, AKP ve CHP’nin zulmettiği, küfrettiği halk kitlelerine,
halk sınıflarına örgütlenemiyor.
Oysa ezilenlerden ve sömürülenlerden oluşan o halk
kitlelerinin orta sınıfların demokratlığına ve liberalliğine ihtiyacı yok.
Proje ve araç olarak görüldüğü takdirde HDP, TİP’in
dönemsel olarak bıraktığı etkiyi bırakamaz. TİP tarihi, TİP’i proje olarak
gören “hafi” TKP’ye devrimci gençlerin ve diğer dinamiklerin itirazından
müteşekkildir. Devrimci gençlerin itirazı, gerçek bir partinin toprağa
kendisini yedirmesi derdiyle ilgilidir. Özellikle CHP’li ailelerden gelen
gençlerin ufku, aslında yetmişlerin sonunda mazlumlar hareketi olarak kurulup,
sonradan Hizbullah’a, Lübnan Hizbullahı’na evrilen süreçtir. Bunu bir tek
Kürtler gerçekleştirebilmiştir. Batıda gerçekleştirilememesi, CHP ve CHP
köklerinden kopamamakla bağlantılıdır. CHP’nin dışındaki CHP’li kitle, demokrat
ve liberal olmayan “dış CHP”ye örgütlenmiştir.
İç ya da dış, CHP’nin mayasını teşkil eden, hamurunu
karan Kemalizm, özünde “bu ülkede devrim olmasın” demektir. Devlet katında bu
amaç doğrultusunda imal edilmiş bir ideolojidir. Bu sebeple, devrim için
gerekli savaşın cemi ve cemin savaşı, CHP’nin varlığında imkânsızlaşmaktadır.
Esasında demokratlık ve liberallik, yeni koşullarda
CHP’nin yaşamsallığının birer ifadesidir. Kim demokrasi ve liberalizmden dem
vuruyorsa, CHP’ye kan taşıyor, cemi ve savaşı öldürüyordur. Sosyal
demokratlaşan veya liberalleşen sosyalistler, CHP’yi yaşatmak için
dönüş(türül)mektedirler.
Gerçekte demokratlık ve liberallik, bir tür “savaş
komünizmi”nin tasfiyesine işaret etmektedir. “Her şey savaşmak değil ki”
denilerek, önce savaşan sonra da cem olan kitleler, onların dayanan, direnen
yanları törpülenmek istenir. HDP içinde ve dışındaki demokratların ve
liberallerin derdi, kendi bireylikleri için rahat, huzurlu ve mutlu bir zemini
oluşturmaktır.
Politikadan nefret ve kaçış, doğalında,
antipolitizm-apolitizm arasında salınan bireylerin işidir. Soluk alamadıkları
yer savaşsa savaş, cemse cem, çözülmek zorundadır. Bugün, burnundan kıl
aldırmayan feministin, anarşistin, friksiyonistin, devrim’cinin, sosyalistin
Ankara’da telaşla çöp kutularındaki CHP (Mansur Yavaş dolayımıyla, MHP)
oylarını sayması, bu korkunun dışavurumudur.
AKP şahsında görülen, hissedilen, ürkülen, savaşa ve
ceme dair ihtimallerdir. “Savaşa karşı Yavaş”, yeni dönemin sloganıdır artık.
Gezi, bu slogana kilitlenmiştir. Bahanesi AKP’dir. AKP ise Kürt’ün dolayımıdır.
Demek ki Gezi’de bir daha savaşmamak, bir daha cem olmamak için, bir daha savaş
ve cem olmasın diye sokaklara dökülmüş bir kitle mevcuttur. Bu kitlenin galebe
çalması, baskın gelmesi, sınıflar mücadelesi bağlamında, burjuvazinin
mevzilenmesi, devletin gardını alması ile ilgilidir.
AKP, partinin/savaş partisinin, Cemaat, cemin
tasfiyesidir aslında. Savaşın tasfiyesinin cemin tasfiyesiyle dolaylı bir
ilişkisi vardır, tersi de geçerlidir. Bu anlamda, içinde olduğumuz seçim ve
“yolsuzluk” konjonktüründe Fethullah’ı “yoldaş” belleyenler, “liberter olmak
lâzım artık” diyenler, bu tasfiye sürecinin neferleri olup, karşı-devrimci bir
faaliyet içine girmişlerdir.
AKP’liler, bugün gayet Kemalist ifadelerle,
“cemaatlerin, dolayısıyla dinin siyasete müdahil olmaması gerektiğini”
söylüyorlar. Cemaat’se, iktidar mücadelesinin, savaşın tehlikeli yanlarını dile
getiriyor, AKP’yi savaştığı için eleştiriyor. Aradaki kavgayı futbol maçı gibi
izleyip kısa günün kârı mantığıyla taraf olanlar, kavganın tüm dolayımlarına,
etkilerine, sonuçlarına kördür, çünkü onların derdi, “hiç kavga olmasın”dır.
Yavaş’lama, Gezi’nin Haziran Kıyamı’na galebe
çalmasını ifade ediyor. Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, Gezi bir CHP
operasyonudur ve bu operasyon, biraz da çözüm sürecinin var kıldığı, inşa
ettiği HDP ve onun toplumsal ilişkilerine yöneliktir. HDP bileşenlerinin önemli
bölümünün Cemaat’in tapelerini bekleyen bir pozisyon alması ve kendisini orada
kurması, operasyonun içteki tezahürüdür.
Doğalında, Gezi sonrası bir iç savaş yaşanmış, bu
savaş kendi cemini kurmuş, orta sınıf siyaseti o cemi dağıtmak için türlü
taklalar atmıştır. HDP’nin başarısızlığı, nesnel olarak, bu orta sınıf
siyasetinin hâkimiyetine ait bir delil olmalıdır. “Kürt” olan ve Kürt’ün savaş
cemine örgütlenen bir siyasal hattın toplumsal açıdan “kökleşme”den söz etmesi,
abestir.
Sırrı Süreyya’nın günah keçisi ilân edilmesi, olası
seçim yenilgisi sonrası, bugün CHP’ye bakan kitlelerin adres olarak HDP’yi
görmelerine mani olmak içindir. Sömürülenlerin-mazlumların safında, oradan
dünyaya bakan bir partinin bu orta sınıf ayak oyunlarına prim vermemesi
gerekir. Savaşın partisi, bu küçük hamam böceklerini ezerek ilerlemek
zorundadır. Eşdüzleme oturacağı yer, CHP ve türevleri olmamalıdır. CHP’de
koltuk verilse koşarak gidecek isimlere kulak asılmamalıdır.
Dolayısıyla, liberal sosyologumuz Nazan Üstündağ,
“bize oy verecek gençler CHP’ye, Kürtler AKP’ye oy verdi” diyorsa, o partiden
istifa etmeli ya da partisinin işlevsizliğini dolaylı değil, doğrudan dile
getirmelidir. Bu sosyolojik saha analizlerinin bir anlamı yoktur. O gencin ve
Kürdün derdiyle dertlenmeyen, onun hayatına gözlemci değil, ortak olarak
karışmayan bir gözün görüp görebileceği, yeni yazılacak makaleler/tezler için
gerekli konular olacaktır. O gençleri ve Kürtleri tutacak bir parti yoksa,
zaten hiç olmamış demektir. Zira Üstündağ’ın yaptığı ayrım, mutlak ve kesin bir
şey olarak sunulmak için yapılmaktadır. Yani bu kıymetli sosyologumuz, “gençler
CHP’ye, Kürtler AKP’ye gitsin, meydan bize kalsın” demektedir. O gençlerle
Kürtlerin birlikteliğine dair tek fikir üretmemesi, bunun delilidir. Çünkü birliktelik,
aydınları işsiz bırakacaktır.
Tam da bu nedenle, Üstündağ, AKP-CHP geriliminin
ortasında örgütlenmeyi partisinin önüne koymakta, öte yandan da toplumsal
açıdan kökleşmek gerektiğini söylemektedir. Bir yandan, “seçimin iyi yanı,
HDP’nin görünür olmasını sağlaması” demekte, bir yandan da, görünür olmak için
adayların ünlü isimler arasından seçilmesini eleştirmektedir. Üstündağ, bir
yandan, “Türkiye’de iktidarın kaset siyasetiyle, cemaat direktifleriyle, yani
bir çeşit dış müdahaleyle devrilemeyeceğini göstermesini” önemsemekte, bir
yandan da, Cemaat’i, yıllardır mustarip olduğu “devletin kutsallığı”na son
verdiği için kutlamaktadır. Parti varsa, o kendisini bu sosyoloji bilgisine ram
etmeye çalışanlara mesafelenmek, “Allah devletinizden büyüktür” diyen Diba
Keskin’de temsil olunan hakikate örgütlenmek zorundadır. Çünkü o, devleti
kutsal görmeyen bir yere aittir, Üstündağ ise devleti “kutsal” gören bir yere.
Cem savaş; savaş da cem için zarurettir. Bugün ilk
dönem İslam tarihinde solculara sıcak gelen unsurlar, bir kavmin ve öncülerinin
savaş yürütmesi, savaşın cem örgütlemesi ve o cemin kendi ahlâkını/hukukunu
cebren teşkil etmesiyle alâkalıdır. Aynı dönem, tam da bu cemin ve savaşın
birlikte ve müstakil olarak tasfiyesine ait bir hattın işlediğine de tanık
olmuştur.
Bu anlamda HDP, cemin ve savaşın tasfiyesine mi yoksa
o cemin ve savaşın kökleşmesine mi örgütleneceğini tespit etmek zorundadır.
Seçim değerlendirmeleri de göstermektedir ki, savaşın, barikatın parlak
resimlerini satmayı sürdürenler ceme; cemin hülyalı, esrik yapısını
önemseyenler savaşa karşı mesafelidir. İkisi için de savaş ve cem
bitmiş/tamamlanmış bir şeydir, diyalektikten ve maddîlikten yoksundur.
Bugün HDP, otuz yıllık bir savaşın öznesini kenara
itenlerle, o savaşın oluşturduğu cemi boğucu bulanların panayırına dönmüş
durumdadır. Bu panayırda, Cemaat tapelerine iman edenler ve “Erdoğan toplumsal
barışın oluşmasını zorlaştırmaktadır” diyenler, köşe başlarındadır. Bu
röportajda da görüldüğü üzere, önümüzdeki sürecin ana repliği şudur: “Orası
Kürdistan, burası başka bir yer. Bu kümeste biz öteriz!” Propagandatif öğelerin
ayrıştırılması, sürekli “yüzde iki”den söz edilmesi, bu yüzden.
Savaşın cemine örgütlenmek, bir açıdan, el alıp o ceme
dedelik yapmak, bu koşullarda mümkün değildir. Yüzde iki hesabında olanların
savaş ve cem gibi bir derdi yoktur.
Burada proje, sarı-kırmızı-yeşil renklerinin yanına
“mor”u eklemekle ilgilidir. “Kürtler, Türkler, Araplar kardeş olsun”culuktur.
İslamî yeşile tiner katıp ekolojist bir postmodern “din” teşkil etmektir. Yani
hâsılı, cemi ve savaşı tasfiye etmektir. Cem cemse ve savaş savaşsa, sandıkta
boğulmayacağı açıktır.
Eren Balkır
4 Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder