“Bir teorinin desteklenmesinde ikna
edici bir argüman olarak sabırsızlığı anmak,
nasıl da safdil bir çocuksuluk!”
[Friedrich Engels]
“Bana saksı muamelesi yapamazsınız!”
[Erol Büyükburç]
Peşrev
İştirakî dergisi, daha taze. Bir tesadüf olarak
Haziran kıyamına denk düştü, üzerine geldi. Pratikte yoldaşlarımız,
arkadaşlarımız sahada başkalarına değdiler, işe, meseleye ve derde, onları mülk
edinmeksizin, işaret ettiler. Yoldaşlaşmaya çağırdılar, cirmince. Çatışmalar
kaçınılmazdı; sol, böylesi kalkışmada mülkiyete ve rekabete dair tutamaklarına
daha da sıkı sarıldı. Kıyamın o tutamakları parçalamasına izin verilmedi. Gezi
metafizik âleme fırlatıldı, ruha indirgendi, “o ruh da benim bedenimde” demek
için türlü taklalar atıldı. Şimdilerde hakkında konuşulurken uzun yıllar önce
yaşanmış bir vaka muamelesi görüyor. Nostaljik bir antika eseri olarak
reyondaki yerini alıyor. Bugün sol örgütler gene masonik localarına üye
kayıtları yapmakla meşgul. Sahadaki irade ve onun açtığı hattın üzeri
kapatılıyor. Kimileri, kendi “kendi”leri adına süreci kendiliğindencilik
eleştirilerine kurban ediyorlar. Sol, Gezi’yi savuşturmakla meşgul bugünlerde. Çünkü
solun yaşaması için Gezi’nin ölmesi gerek.
Dergi, bu hengâmenin ortasına düştü. Eskiden blog iken
ufak, zararsız bulunan, şimdi tehdit ve tehlikeli idi. Dostlar, birer birer
uzaklaştı. O ayaktaki nasır, burundaki sümük, gözdeki çöptü. Yeni dönemin
ihtiyaç duyduğu imaj, dayattığı konum gereği ondan uzak durmakta fayda vardı.
Ezilenden, işçiden dem vuranlardı bu uzaklaşanlar üstelik. Nasırsız, sümüksüz,
çöpsüz bir “ezilen” var zannedenlerdi onlar. Ezilenin, sömürülenin derdine,
öfkesine örgütlenmek, o derdi ve öfkeyi örgütlemekten ayrıştırılmazdı oysa. O
derde ve öfkeye örgütlenmek, politik mücadeleyi sıçratacak, derdin ve öfkenin
örgütlenmesi, kolektif hareketi ileri çekecekti.
İştirakî, politik alana “işçi ve mazlum” olarak,
politik teorik düzlemde yapılan bir müdahale. Marksistliğimiz, bizim
başkalarıyla yarıştırdığımız bir mülk ya da rakiplerimize karşı temellük
ettiğimiz bir oluş değil. Marksizm, işçinin ve mazlumun kılcal damarlarında
akmıyorsa, dökülmüyorsa oradan sokağa, önemsizdir, kıymetsizdir. Marksizm
malumatını mülk edinmek ve onu yarıştırmak anlamsız. Marksolog değil, Marksist
olmak, devrimci mücadeleye örgütlenmeyi ve onu örgütlemeyi gerektiriyor.
Marksizmi Marx öncesi sol kurgulara kapatmaya itiraz
etmek zorunlu. O kurgularda merkezde bir şeyh var, etrafında birkaç bina,
eğitim, iyi niyetli bir ortak yaşam. Bu kurguların savaş alanına çekilmesi için
uğraştığından önemli Marksizm, gerisi entelektüel gevezelik. İktisadî ve sosyal
kriz sonucu kendi dükkânının ideolojisini politik alandan kaçıranlara inat,
Marx’ın yaptığı, o dükkânları yıkmak, ideolojik birikimini politikanın
namlusuna sürmek. Buna dükkân sahipleri elbette ki karşı çıkacaklardı,
çıktılar.
Marksist devrimci bir hatta işaret ettik,
düşmanlarımız çoğaldı. Sevindik. Onlar, bizi kendi burjuva dünyalarına karşı
düşman kılmaya çalıştılar. “Bunlar sizi kesecek olan İslamcılar!” dediler sağa
sola. Bir kısmı da “bunlar sizin bireysel özneliğinize kıymet vermiyor!” diye
gıybet etti. İlk cümlede hangi dinin, ikinci cümlede hangi felsefenin
karşımızda konumlandığını biliyorduk, Allah’a şükür!
Öz-Neden
Öz ve biçim: Neden ve sonuç.
Küçük burjuva siyaseti, öze ve nedene ipotek ve hüküm
koymaktır. O, bunu biçimi ve sonucu muhafaza etmek için yapar. Değişim ve
devrim talepleri biçimsel ve sonuca ilişkindir. Tahayyül ettiği devrim ve
sosyalizm, ancak kendisini özne ve öz-neden olarak oluşturmasıyla mümkündür.
Öze ve nedene koyduğu hüküm ve ipotek, onu her şeyi mülk edinmeye mecbur eder.
Kendisi dışında her şey yalandır. Ondaki materyalizm, sadece kendisini madde,
geri kalanı ruh/eter görmek demektir. Diyelim, biçimsel ve sonuç itibarıyla iyi
ve başarılı bir teorik veya politik faaliyet var ortada, o hemen istila edilmek
zorundadır.
Öze ve nedene ipotek ve hüküm koymak, başka bir öze ve
nedene imkân vermemek içindir. Orta sınıf siyasetini emek hareketine öğütleyip
Gezi’yi milat/başlangıç belirlemek, bunun bir sonucudur. Gezi’de herkes
toplaşırken küçük burjuva siyaset onu bölüp parçalamak zorundadır.
Bu siyaset, Haziran kıyamından en az Tayyip kadar
korkmuştur. Şaşkınlık korkuyla ilgilidir. Hemen öne geçme cevvalliği, bu
korkunun sonucudur. Gezi pazarının oluşması da buradadır. Gezi’yi İsa Mesih
gibi görmek, onu çarmıha germek içindir.
İpotek ve hüküm koymanın bir yönü de varolan bir
biçimi öz, sonucu neden olarak görmektir. Devrimci şiddetin mücadelenin bir
biçimi olmaktan çıkartılıp, neden hâline getirilmesi ve özselleştirilmesi, bu
korumacı hamleyle ilgilidir. Yani aslında devrimci şiddete odaklananlar, başka
türden siyaset imkânlarını öldürmek derdindedirler. Bir yanıyla devrimci
şiddeti, kızıl fular takmak gibi bir moda olarak görüyorlardır. Onu esasen piyasada
öne çıkmak için ifa ediyorlardır. O şiddetin kitlelerin siyasî mücadelesinde
nereye denk düştüğüne dair tek bir fikir yoktur. Bu biçimin ve sonucun öz ve
neden olarak mülk edinilmesi, ilgili devrimci şiddetin özsel ve nedensel kimi
etkilere yol açmasına da imkân tanımayacaktır.
“Bugün kitleler devrim yapmıyor işte” diye
hayıflanmak, devrime ilişkin umudunu yitirmenin bir ifadesidir. Küçük
burjuvanın uhrevî dünyaya fırlatıp attığı devrim, her kitlesel kalkışmada
semanın daha üst bir katına taşınacaktır, taşınmak zorundadır. Dolayısıyla adım
adım, sabırla yürütülen bir mücadelenin esamisi okunmaz. Liberal ya da
muhafazakâr olanla mücadele, bu şiddet kurgusunda askıya alınır, şiddetin
kendisi o mücadeleden kaçırılmış olur. Aynı şekilde, mücadele de şiddetten ari
tutulur.
Devrimci olanla politik olan arasında belirli bir açı
vardır. Saf devrimcilik politikadan kaçmak ya da varolan burjuva siyasetine ram
olmak zorundadır. Devrimci olan politiktir, olmak zorundadır; her politik olan
devrimci değildir, olmak zorunda değildir.
“Gezi miladı” sonrası siyasetin sokakta kurulmasına
dönük tüm çağrılar, esasında kitleleri sokağa döken özsel ve nedensel
meselelerden kaçan sol öznelerin seslenişleridir. Kendisini öz ve neden olarak
görenin dışındaki her şeyi biçim ve sonuç olarak görmesi kaçınılmazdır. Sokak
burada bir dolayımdır, mecazdır. Sadece birilerinin özünü ve neden oluşunu
imliyordur. Dolayısıyla, o sokak kitlelerin özsel ve nedensel hareketliliğini
asla içermez. Sokağa çağırmak, çoğu zaman kendi öznelliğine işaret etmekten
ibarettir. Bu da sokağın ucu açıklığına karşı kendini koruma biçimidir. Sokağın
ucu kapatılınca, hiçbir şekilde alanlara akmayacaktır. Ama sol özneler,
bozulmaz, akmaz kokmaz bir öz ve neden olduklarını zannettiklerinden, bir
momentte sokaktaki burjuva siyasetin musluğunun başına oturmakta bir beis
görmeyeceklerdir. Tayyip gibi, “abdestim sağlam, ben bu işi yaparım” demek,
çoğu zaman teslimiyetle sonuçlanacaktır.
“Lenin momenti”nden dem vurmak ama bunu “emeğin
sınıfsal hak taleplerini barış ve demokrasi talepleri ile iç içe geçirmek”
olarak tarif etmek, emek hareketinin biçim ve sonuç, bu tarifi yapanın kendisi
olarak gösterdiği, barış ve demokrasi mücadelesinin öz ve neden olduğu anlamına
gelir. Ama bu noktada emeğin barış ve demokrasi isteyip istemediği, önemsiz bir
sorudur. Burada sadece öze bir biçim, nedene sonuç aranmaktadır. Sadece kendi
yaptıklarını ve kendi bildiklerini gerçek hükmünde görenlerin, sadece bunları
tanıyanların, emeğe sunduğu barış ve demokrasi de aslında burjuva bir biçime ve
sonuca tabi olacaktır. Dövüşmeyen bir barışın ve demokrasinin sokakta bir hükmü
olmasa gerektir.
Bir Nehir Akar
Lenin Lena’dır. Plehanov’un Volga nehrine atfen
“Volgin” müstear ismini kullanması üzerinden, İliç de “Lena” nehrine atfen
“Lenin” ismini alır. Lenin’e göre, 1912’deki Lena Katliamı, 1910-1914 arası
“atılım yılları” olarak belirlediği dönemin zirvesidir. Lena’da maden
işçilerine çok az ücret ödenmektedir. Ücretin bir kısmı, kesilen cezalara ve
maden bölgesindeki dükkânlardan alışveriş yapılması amacıyla hazırlanan
kuponlara gitmektedir. Grev, dükkânlarda bozuk et dağıtılması üzerine başlar.
18 Nisan’da ise savcıya kendilerine yönelik baskıları şikâyet etmek amacıyla
yürüyüş düzenledikleri esnada işçiler askerlerin saldırısına uğrarlar ve 150
işçi katledilir. Lenin’e göre, bu olay üzerinden Bolşevikler Menşevikleri
yenmiş, ciddi bir ilerleme sağlanmış, hareket önemli bir itki kazanmıştır. Bu
da gene Lenin’e göre, legal ve illegal alan arasında somut bağların
kurulabilmesiyle mümkün olmuştur. Menşeviklerin yenilgisi, esasında işçilerin
mücadelesinin iş sahasının dışına taşması ve devleti karşıya almasıyla
ilgilidir. İllegal faaliyetlerin legal olanla ilişkisi tam da burada gündeme
gelmiştir. Bu noktada Menşevikler boşa düşmüş, Bolşevikler öne çıkmıştır. Çünkü
1902’den beri işçiyi kimliği değil, ne’liği üzerinden devrimci bir anlama
kavuşturan ve onu hayatın tüm politik sahasına teşmil eden, Bolşevikler
olmuştur. Meslekî açıdan avukat olan Lenin’in bu dönemde madencilik yasası
üzerine yazı yazdığına tanık olunmamıştır. Bugün yazanlar, Lenin pozu kesmenin
derdindedir.
Öte yandan, Lena’da Bolşevikler yoktur. Ama onların
teori ve pratiğinde Lena, merkezî bir konum işgal eder. Yani bugün Gezi,
biçimsel ve sonuca dair bir yere kapatılmışsa, özü ve nedeni birilerince
temellük edilmişse, bu olayın üzerinden ciddi bir kabarmanın gerçekleşmesi
mümkün değildir. Zira bugün sol özneler, Gezi’yi biçime ve sonuca kapatmış,
kendilerinin gizli kasalarında saklı öz ve neden, bir biçimde muhafaza
edilmiştir. Gezi, sırda saklı öz ve nedenin muhafazası için bir bahane olarak
kullanılmıştır. Dolayısıyla, Gezi’nin bu özü ve nedeni dönüştürmesine izin
verilmemiş, Gezi’nin öze ve nedene dair ortaya koydukları tarihin çöplüğüne
atılmıştır.
Gezi’nin Lena olmasına izin verilmemiş, devrim
imkânları diplere itilmiştir. Esasında yenilen işçicilik dâhil tüm kimlikçi
siyasettir ve bir biçimde Bolşevik hat uç vermiştir. Ama zahirde kazanan,
kimlikçi siyasetmiş gibi görünmektedir. Bolşeviklik, nehrin yüzeyindeki
köpüklere bakıp dip akıntıyı görmektir.
Söz konusu anlayışın kendisi dışında yaşananlara
sürekli aynı muameleyi yapması kaçınılmazdır. Kendisine ait olmayan şeylerden
bir bina kuran Lenin’in çöpe atılması zorunludur. Gezi’nin mülkiyet ve rekabet
ölçütleri uyarınca lime lime edilmesi, buradan öznelerin sadece istediklerini
alması, Gezi’nin bir mecazı olarak “Lenin”e kıymıştır. Devrimci örgütsel kavga,
gerilere itilmiştir.
Her nesnel olaya biçim ve sonuç üzerinden yaklaşmak, o
olayın öz ve neden olma ihtimallerini bastırır. Küçük burjuvalar için öz-ne
olmak öz-neden olmaktır, her şeye özneden bakmak, kendi özünü muhafaza
etmektir. Bu da onun belirli bir dönemde yaşanan biçimi ve sonucu
mutlaklaştırıp onları öze ve nedene dönüştürmesiyle ilgilidir. Nesnelliğin öze
ve nedene dair pratiği, solcu siyasetin süzgecinden geçirilmekte, eleğin
üzerinde sadece kabuk kalmaktadır.
Ruh ve bedenden hangisinin öz-neden olarak
belirlendiğinin bir önemi yoktur. Ruhçular kendilerini burjuvazi; bedenciler
devlete karşı kuracaklardır. Bu kuruluşta burjuvazi ve devlet soyut olduğundan,
öznelliğin kendisi de soyut kalacaktır. Esasında “işte burjuvazi somut” diyen,
kendisini soyut görüyordur ve o somutlukla tanımlı bir maddîlik tasavvur
ediyordur. “İşte devlet somut” diye bağırıp duran da aynı şekilde kendi
soyutluğunu somuta taşımak derdindedir. Dolayısıyla, somut her olay ve olgu
küçümsenecek, dışsallaştırılacak, parçalanacak, ezilecektir. Burjuvazi ve
devlet ne yapıyorsa o yapılacaktır. Soyutun somutlaşma derdi, somut güçlerin
gölgesinde gerçekleşecektir. Bu hengâmede “somut durumun somut tahlili” gereksizleşecektir.
Politik Tecrit
Biçim ve sonucu mutlaklaştırmak ve öz-nedene
indirgemek, politik mücadeleyi boğar. Küçük burjuva, kendisi dışındakine
tahammül edemeyendir. Dolayısıyla, her şeye kendisini dayatmaya, cümle politik
unsuru kendisine indirgemeye ve kendisiyle tanımlı kılmaya mecburdur. Öz
felsefeyle, neden bilimle ilgilidir. Felsefenin ve bilimin gerilimi, bu küçük
burjuva öznede giderilir. Bu özne, felsefenin ve bilimin maddîleşmesidir.
Felsefe kategorilerle, bilim kavramlarla işler.
Herhangi bir kategorinin ya da kavramın kendisi dışındakileri biçim olarak
anlaması doğaldır. Doğal olmayan, o kategorilerin ve kavramların gerçeğin ta
kendisi olduğunu düşünüp, onların dışındaki dünyanın boş ve değersiz görülmesi,
öznenin boşluğu dolduran, dünyaya değer katan şey olarak anlaşılmasıdır. Bu,
ikna edici bir gayrettir. Başkaları da aynı şekilde boş ve değersiz kabul
edilecek, onlar bu konuda ikna edilecek, sonrasında dolu ve değerli olmalarının
özneye benzemek olduğu propagandası yapılacaktır. Öznenin kurulumu tam da bu
boşluk hissiyle, kaygısıyla tanımlıdır. Bu kurulumun özne olması mümkün ama
irade olması namümkündür. Böylesi bir öznenin her meseleye aidiyet değil,
mülkiyetle yaklaşması zorunludur.
Kendi özneliğini kuran neyse dil onu söyleyecek, göz
onu görecektir. O dilde neyin sürekli yinelendiğinin bir hükmü yoktur, söz,
sadece özneyi kuranın dışa dönük bir alametinden ibarettir. Öznenin
örgütlenmeden anladığı, kendisini kuran güçlerin örgütlenmesidir esasında. O
özneyi kuran meta ise meta, para ise para konuşacaktır örgütlenmede. İnsanlar
paraya kul, emtia döngüsüne kurban edilecektir. Birine iş yaptırmak ve ağzına
iki ideolojik laf sıkıştırmak, örgütlenmek zannedilecektir.
Özneliğin kurulduğu yer yıkılmadan, kolektif iradeye
ait olmak imkânsızdır. Esasında o kuruluşun gerçekleştiği yer ve moment,
belirli bir huzurun ve rahatın yeri ve momentidir. Dolayısıyla, özne de ısrarla
bu rahat ve huzurun basit bir taşıyıcısından başka bir şey olmayacaktır.
Ağzındaki ideolojik laflar gevezelikten ibarettir. Pratikte bu öz-ne kendisine
yedirilen özün sahipleri, neden olan güçler için hareket edecektir. Bundan
çıkış, kurtuluş yoktur. İyi bir şey görse istismar edecek, sahip çıkacak, “sen
aslında benim efendilerimin dediklerini diyorsun, onlardan öğrendin bunları”
diyecektir. Bu da kolektif pratiği boşa düşürecek, likide edecek, bu öz-ne,
kolektif pratiğin “kazanımlar”ını kendi efendilerinin önüne sereceği günü
bekleyecektir. Bu da politik tecridin bir başka tezahürüdür.
Böylesi bir öznenin, felsefenin ve bilimin, öz ile
nedenin kendisinde birleştiğini zanneden öznenin teorik planda ilgilendiği
herhangi bir konu, esasında tehdit altındadır. Bu konu, küçük burjuvanın elinde
tüm toplumsal-tarihsel bağlarından kopartılacaktır. İlgili konunun etrafına bir
çember çizilecek, onun pratik seyir içinde edindiği ilişkiler fazlalık bulunup
atılacaktır. Bu anlamda, teorik soyutlama işlemi küçük burjuva öznede bir
biçimde karşılığını bulacaktır. Soyutlama işlemi, pratikte politik tecritle
sonuçlanmak zorundadır.
İşçicilik gibi devrimcicilik de tehlikelidir. İlki
işçiyi, ikincisi devrimciyi toplumsal-tarihsel bağlardan azade kılmaya çalışır.
Kendisinden başkasına tahammül edemeyen küçük burjuva pratik, bu bağları engel
olarak görür. İşçiye ve devrimciye özgürlük edebiyatı satar, “seni o bağlardan
kurtaracağım” der. “Bak Spartaküs de Marksizm olmadığı için yenildi” diye
megafondan bağırır, kendini satar. İşçicilik ve devrimcicilikte Marksizm
toprağa gömülmek zorundadır. Mücadele bağlarla ilgili ve onlara dair
olduğundan, askıya alınacaktır. Bu ağızda mücadele, yalandan ve kaçıştan
ibarettir.
Söz konusu sol anlayış, Gezi’deki kitleyi, beden,
halk, şiddet, özne, demokrasi, kimlik gibi parantezlere alacak, fazlalıkları
törpülemek, politika yapmak zannedilecektir. Bu kavramların somut karşılıkları,
kendi gönül tellerinin titrediğini düşünüp bu tuzağa düşeceklerdir. Oysa küçük
burjuva siyaset, burjuva siyasetinin oltasından başka bir şey değildir. Çünkü
burjuva siyasetinin zeminini teşkil eden fikrî altyapı, belirli bir felsefeye
ve bilime dairdir. O felsefe ve bilimi öğrenmek, düşmanla dövüşme noktasında
başat değil, talidir aslında. Ama düşmanı yenmek için düşmana benzemek tek
çıkar yol zannedilmektedir. Devrim, sosyalizm ve Marksizm de bu yola yoldaş
kılınmaktadır.
Bağları kesmeye çalışanlara karşı mücadele şarttır.
Aslında politik açıdan gerekli olan, o bağlara bakmaktır. Bir masayı parçalara
ayırıp, yumruğu attığında tüm masanın sarsılmasını beklemek ahmaklıktır.
Mücadelenin özgürleşmesi bu noktada esası teşkil eder. Mücadelenin
özgürleşmesi, bir bakıma burjuva devrimlerle parçalanan tarihsel-toplumsal
hattın teorik ve politik olarak yeniden kurulması ile mümkündür. Bu, belirli
bir yüce özneye işaret etmez. Yani o hattın gene düşmandan ödünç alınan felsefe
veya bilimle kurulması çıkışsızdır. O zihniyet devreye girdiği noktada, bağlar
gene kesilecektir. Devrim, sosyalizm ve Marksizm arasındaki bağlar da
kopartılmak zorunda kalacaktır. Devrimin, sosyalizmin ve Marksizmin
tarihsel-toplumsal bağları kesilecektir.
Öz ve neden olarak kurgulandığı vakit bir devrimci
devrimin, sosyalizmci sosyalizmin, marksizmci marksizmin tarihsel-toplumsal
bağlarının kendisini boğduğunu düşünecektir. Öz-nedenin bizatihi kendisi olma
iddiası, devrimin, sosyalizmin ve Marksizmin hayatî yürüyüşünü durdurmak
zorundadır. Çünkü onda öz ve neden gerilimini yitirmiş, pratikten
kaçırılmıştır. Öz ve neden, biçim ve sonuç olarak gördüklerinin devrime,
sosyalizme ve Marksizme dönük katkılarını çöpe atmak zorundadır.
Öz-neden olmak tecride eğilimlidir. Bu özne,
ilgilendiği konuyu kendisine boğmak zorundadır. Beden, halk, şiddet, öznellik,
demokrasi veya kimlik gibi düşünüp hareket etmek, burjuva ve devletin pratiğine
kolayca eklemlenir. Zira burjuvazinin ve devletin de meramı, derdi, düşmanını
hücrelere bölmektir. Burjuvazinin ve devletin haylaz, uçarı çocukları olup
itirazlar yükseltmek yerine, onları alt etmenin araçlarına örgütlenmek, o
araçları örgütlemek gerekir.
Solun meramı ve derdi, ya soyut bir burjuvaziye ya da
soyut bir devlete karşı soyut, düşünsel olana sızıp ikna gayreti yürütmektir.
Bu noktada ilgili olguların ve kavramların bizatihi kendisi olarak hareket
etmek zorunda kalmaktadır. Bir poliste düşünen ve hareket eden devletse, bir
solcuda düşünüp hareket edenin bir tür devlet ya da bir tür burjuva olup
olmadığını anlamak, görmek gerekir.
Eğer bedenini mutlaklaştırıp, elinin fazla olduğunu
düşünen biri varsa, o el emeği temsil ettiğinden, çalışmaya düşmanlık
edecektir. Sömürüye karşı olayım derken, işçilerin birlikte çalışmasına ve
üretmesine karşı olacaktır.
Devlet ve burjuvazinin pratikte beden, halk, şiddet,
öznellik, demokrasi veya kimlik olarak düşünme ihtiyacı duymasıyla ilgilidir
solun varlığı. Sağ ise devletin ve burjuvazinin söz konusu düşünmeye karşılık,
bunlar olarak hareket etmesiyle ilgilidir. Sağ-sol kavgası, efendilerin
düşünce-eylem kavgasıdır. Beden ya da biyopolitika üzerine teorik çalışmalar
sola, onu kamplarda, okullarda ve orduda uygulamak sağa düşmüştür. Reagan’la
birlikte eski Marksistlerin sahaya sürülmesi, tek başına kişisel bir hainlik
veya döneklikle ilgili değildir. Bu kişilerde Marksizm, zaten malumat
düzeyindedir ve pratik tecimsel amaçlar doğrultusunda birer araca
dönüştürülmüştür.
Sağcıya kızılmasının nedeni, solcunun düşüncesinin bir
esprisinin kalmamasıdır. Sağcı da solcuya, esasında eylemini geçici ve tali
kılacak potansiyel düşünme ihtimaline itiraz etmektedir. Bu ülkede ilk
milliyetçilerin önemli bir bölümü solcudur. Aynı fikriyat sonrasında efendiler
adına namluya sürülmüştür. Düşüncenin sorgulanmadığını, meselenin şahıslarla
ilgili olduğuna dair görüşlerin geliştirildiğini görmek gerekir. Sol, tecrit
işlemi dâhilinde ülkeyi ve vatanı yüceltmiş, bunun bekçiliğini yapmak sağcıya
düşmüştür. Bu ayrım aldatıcıdır. Tecrit duvarlarının kırılması zaruridir.
Sınır Çizmek
Postmodernizm gibi başlıklar, emperyal kapitalizmin
sınır aşırılığı ile ilgili meselelerdir. Sol siyasetin belirli bir kesimi,
beden, halk, şiddet, öznellik, demokrasi veya kimliğin bizatihi kendisi olarak,
ilgili konu başlıklarının sınırlarının genişlemesine bakmışlar ve mevcut
sınırlara meydan okumuşlardır. Oysa kabuk, ısrarla içeri doğru büyür. Sınırları
aşıp büyüdüğü hissine kapılanlar, küçüldüklerini fark etmemişlerdir.
Nitelik-nicelik ayrımı da bu aşamada silinmek
zorundadır. Nicelik niteliğin, özün bizatihi kendisi olarak yüceltilir. Solun
öz-neden olmadaki ısrarı, aslında biçimsel-sonuçsal olanın direnciyle
ilgilidir. Diyalektik de maddî süreç de onu asla kesmez. İkna gayreti içinde
öz-neden olmak üzerinden kendisini kuran özne, pazarın genişlemesiyle daha da
büyüyeceğine dair bir yanılsamaya kapılmıştır. Modernizmin kurduğu bu özne,
pazar genişlediğinde önüne açılan uçsuz bucaksız arazide gene modernizmin ajanı
olmak zorundadır. İtiraz edilenler, sadece o geniş arazide daha rahat etmek
için kurtulmak zorunda olunan bazı ağırlıklardır. Mesele, kendini modernizm ve
aydınlanma karşıtlığı veya yandaşlığı ile kurmak değil, devlete ve burjuvaziye
karşı kavga bağlamında modernizmi ve aydınlanmayı eleştiriye tabi tutmaktır.
Sınır çizmek, kesik atmaktır. Sınırları aşmanın,
büyümenin, niceliğini artırmanın peşinde olanın böylesi bir derdi olmayacaktır.
Sınırın kendisidir aslında ağırlık görülen. Sınırlayıcı her şey genişleyen
pazarda özneyi boğacaktır. Bu öznenin politika yapması, öz-neden oluşunu
pazarlamasıyla sınırlıdır. O, ne kendine ne de gerçeğe kesik atabilir. Huruc
örgütleyip verili siyaset sathında bir yarık açmak, onu sınırlandıracağından,
korkup geri kaçacaktır. Klikler arası mevcut gerilimde yerleşeceği huzurlu
kovuklar aramak, siyaset zannedilecektir. Kimi zaman devletin uçsuz
bucaksızlığı, kimi zaman da burjuvazinin sınırsızlığından rol çalınacaktır.
Sınırlayıcı her politik müdahale, sınırsız burjuvaziden rol çalanlarca
“devletçi” olmakla eleştirilecektir.
Geri kaçmanın en sarih biçimi, ana rahmine dönmek,
anarşist olmaktır. Ana rahmine dönme çağrısı olarak anarşizm, bugünün sömürü ve
zulmüne karşı yıkıcı-kurucu herhangi bir pratiğe asla izin vermez. Hiza ana
rahminden çekildiğinde, her şey düzlenecek, birey rahatlayacak,
sınırsızlaşacak, politik gerçekliğini yitirecektir. Oysa mazlumlar-sömürülenler
için rahman ve rahim olan, onların yıkıcı-kurucu pratikleridir. Gerisi
batıldır.
Hat Açmak
Kendi yürüdüğü yolu devrimci hat zannetmek, ne büyük
yanılgıdır. Devrimi kendine kapatan bir iradenin esasında devrim yapmak gibi
bir derdi yoktur. Devrimin yapılmazlığı ve sadece olurluğuna ilişkin Lenin’in
uyarısı üzerinden, devrimi kendisine kapatan irade, devrimin özneliği hilafına
gerçekleşir. Devrime ve sosyalizme örgütlenmemişlik, ayrıca örgütlenmemiş
devrimcilik ve sosyalistlik, düşman arazisinde kolayca esir ve teslim
olacaktır.
Devlet ve burjuvaziye dair ve doğrudan onu
ilgilendiren politik her meselede sömürülenlere-mazlumlara dair ve onları
ilgilendiren bir yan vardır. Hat açmak, tam da bu yana meyletmekle ilgili
olmalıdır. “Kimse karışmasın, bu kirliliğe bulaşmasın” denilebilecek politik
herhangi bir mesele yoktur. Politik her mesele, dikine kesen bir devrimci hattı
verili olarak açar. İş, o hattı görene, o hatta girene kalmıştır. Söz konusu
hat, özneci bir yerden asla görünmez. Özne, sadece kendi başlattığını ve
bitireceği hattı görür.
Örgütlerin disiplin, işbölümü ve hiyerarşi bağlamında
likide olmaları, örgütlerin kendi masonik hücrelerine kapalı olmalarıyla ilgili
bir meseledir. Birçok iş, tek kişinin sırtına yüklenir ve o kişi, her şey
olmakla politik süreci tüketir. Politik mücadele, o kişinin ihtiras ve
kaprislerine kurban edilir. Bayraklar yarıştırılır, kimse başkasının eylemine
gitmez, başka bir örgütün sözü ve eylemine kıymet verilmez. Söz ve eylemin
örgüsü dağılır, örgütün söz ve eylemi berhava olur.
Hat açanın, nakibin işi, kendi bildiğinin ajanlığını
yapmak değil, bilinenin kavgacılığını yapmaktır. Hakikat savaşçılığı, “emr-i
bil maruf nehy-i ani’l münker” üzre olmak, yani bilineni emretmek, inkâr
edileni yasaklamaktır. Kendi bildiğini “bilinen” kılmak da bir meseledir ama
tüm politik, pratik, ideolojik faaliyet kendi bildiğini “bilinen” kılmaya
indirgenemez. “Bizim programımız var, gelin onu tavaf edin” demek anlamsızdır.
Zira o program da kitlelerin mücadelelerinden neşet etmemiştir. Tersten, o
mücadelelerin geri çekilme dönemine aittir ya da geri çeken unsurların
sistematize edilmesinden başka bir şey değildir.
Bugün “kimse bu kirliliğe bulaşmasın” diyenler, iki
gün sonra Fethullahçı olmayı önermektedirler. Bunu da “Fethullah’ın kapsadığı
alanı boş bırakmamak için yapıyoruz” yalanıyla süslemektedirler. Siyaset bir
alan tasavvuru, alanın işgal edilmesi, bir biçimde tutulması olarak
algılanmaktadır. Bu anlayışın hat açma pratiği içine girmesi mümkün değildir.
Alan kavgasında, son süreçteki iktidar kavgasında görüldüğü üzere, Fethullah’ın
kuyruğuna tutunmak tek yol bellenmektedir. Alanda yer tutmak isteyenin hat açma
derdi yoktur.
İştirakçilik
Komünist hareket, sol küçük burjuva siyasetin
eleştirisi üzerinden ilerler. Ama bu eleştiri yeterli değildir. Solun eli,
eleştirinin kendisini de malzeme hâline getirmeye yetecek kadar güçlüdür. Sol
ile dövüşmek, dolaylı olarak burjuvazi ve devletle dövüşmektir. Komünist
hareketin işçi parantezini her gerçeğe dayatma lüksü yoktur. O parantez de
küçük burjuva tasallut altındadır. En geri sendika ya da mecliste olmak,
legal-illegal tartışmaları, bu parantez üzerinden ele alınamaz.
Komünist hareketin tüm kazanımları kadar yenilgileri
de önemli bir müfredattır. Kazanımların belirli ambalajlara kapatılıp
satılmasına izin verilmemelidir. Kazanımlara ilişkin malumatın taşıyıcılarının
amacı, o kazanımlar için dökülen kanı ve teri silmektir. O malumat, onlara tam
da bu nedenle verilmiştir.
Geçen yüzyıl boyunca akademide ya da parti bürolarında
tartışılan konular, komünistlerin içinde oldukları belirli devrimlerin dolaylı
veya doğrudan etkilerini boğmakla ilgilidir. Örneğin Althusser aslında hep bir
FKP ajanı olarak, Çin Devrimi’nin olası etkilerini ezmekle tanımlı bir teorik
faaliyet ifa etmiştir. Onun için parti, kilise gibidir ve partinin bilimsel bir
ortodoksiye ihtiyacı vardır. Bu, Althusser’in gerisin geri kiliseye mecbur
olmamak için yaptığı öznel bir hamledir.
Komünist hareketin bu topraklara ait ve dair hâli
olarak iştirakçilik, artık devrimsiz bir coğrafyada dövüştüğünün bilincinde
olmaktır. Bu nedenle, bir dönem akademilerde veya parti bürolarında çekilen
sınırların hükmü kalmamıştır. Bugün başka sınırlar çekmeye ve belirli sınırları
aşmaya ihtiyaç vardır. Gene de geçmişin sınırlarından öğrenmek zorunludur.
İştirakçilik, dolayısıyla, sömürü ve zulme karşı tüm
mücadele biçimlerini ve pratiklerini görmek, kendisini oradan kurmak, düşmanın
kalelerini oradan yıkmaktır. Öz-nedeni Allah’a, biçimi ve sonucu
devrimcileştirmeyi müşterek iradeye havale etmektir. Tüm sahte öz-neden’lere,
putlara kılıç sallamaktır. İştirakçilik, sömürülenlerin-mazlumların tarihsel
mücadele geleneğine bugünden bağlanmak, ona ait olmaktır.
Bu aşamada cem olmak zorunludur. Kendinden menkul,
saf, steril bir sınıf, ezilen, halk üzerinden cem olmaksa mümkün değildir.
“Sınıf” deyince cem olunmaz. İşçiler cem olmak için dövüştüklerinde sınıf
olurlar. Sınıfın kendisi gibi öz-nedenler sayesinde oluştuğunu düşünmek,
yanılgıdan ibarettir. Düşüncede netleştirilmiş özün ve nedenin, biçimi ve
sonucu oluşturması hayaldir. Çünkü o öz ve neden, kendisine ait biçimin ve
sonucun mutlaklaştırılmış hâlidir.
Devrimcicilik, Marksizmcilik, sosyalizmcilik
arasındaki mülkiyet ve rekabet ilişkilerine odaklanmanın anlamı yoktur.
Devrimcicilik, ömründe aslında devrimci olmayacak olana devrimcilik satmaktır.
Bu tespit, diğerleri için de geçerlidir. Tersten, bu işin ticaretiyle
uğraşanlar, “bakın, bizim sayemizde devrimcilik, Marksizm ve sosyalizm yaşıyor”
diyeceklerdir. İslamî kesimde de aynı anlayış hüküm sürmektedir. Cübbeli Ahmet
gibiler, “ben olmazsam Allah, Peygamber, Kitap olmaz” cümlesine kitleleri ikna
etmek demektir. Burada dimyattaki pirinç için evdeki bulgurdan olunur.
Devrimciliğe hayatında hiç devrimci olmayacak olanı
ikna etmeye çalışmak, sonuçta devrimciliği eritecektir. Aynı tespit Marksizm ve
sosyalizm için de geçerlidir. Ortalıkta bu üç olguyu kendi yaşamsallıklarına
bağlamış ve bu olguların yaşamsallıklarını kendi pratiklerine indirgemiş
tüccarlar vardır. Bunlar arasındaki pazar kavgasının bir önemi yoktur.
Kimsenin derdi, eşcinsel, kadın, doğa, Kürd, Alevî vs.
değildir. Sıkışmışlığın sonucunda bu tüccarlar öne çıkmış ve bu kesimleri nasıl
devrimci, Marksist ya da sosyalist yapacağına dair sahte reçetelerini
yarıştırmaktadır. Bu yemi, bu oltayı kimse yemez, yutmaz. Kimlikler kapatmadır,
örneğin Kürd’den, Alevî’den öğrenmemektir. Onun dışa dönük bağlarını kesmektir.
İştirakçilikse kendisini o bağlarla kurmaktır. Suyun başını tutma, öznelliğini
dayatma, maddî ilişkilerini öznellik zannetme yanılsamasından kurtulmaktır.
Mesele, ikna etmek değildir. İkna etmek, kanaat
oluşturmak, kanaat önderliğine soyunmak, düşmanı kendisi gibi öz-nedene
indirgeme, kendi öznelliğini onun üzerinden kurma ve dolayısıyla, sadece özne
olabilenle muhatap olmakla ilgili bir meseledir. Kafasının içindekileri
satanlar, önemseyenler, karşısındaki düşmanın ve kitlenin kafasının içini satın
almaya çalışır, önemserler. Burada kural, mütekabiliyettir. Karşılıklılık
arayan özne, ikna gayretini asli görev zanneder. Kişilere odaklanır, hareketi
küçümser, bireylere bakar, dinamikleri kenara atar. Onun için işe koyulacak
kişiler ve bireyler lâzımdır. Hareketlerin ve dinamiklerin varlığı karşısında
kendi örgütünün varlığının talileşmesine asla izin vermez.
Solun sıkışmışlığına çare üretmek, Gezi’de sokağa
dökülen sekiz milyon kitlenin içinde ellerinde balık ağlarıyla dolaşmak,
politiklik değildir. Devrimcilik, sosyalizm ve Marksizm için önce politik
mücadele şarttır. Politik mücadele yoksa bunlar kıymetsizdir. Devrimciliğin,
sosyalizmin ve Marksizmin satılabilmesinin önşartı, bunların politik alandan
çıkmış olmasıdır.
Politika kirlidir, kirletir. Dolayısıyla, her gün
elmalarını silen manav gibi, birilerinin çıkıp bu olguları temizlemeye
çalışması nafiledir. Son altı aya bakıldığında, sol öznelerin belirli köşelere
yerleşip halkın öfkesini kendi büro faaliyetlerine tahvil ettikleri görülür.
Dolayısıyla, kitlenin mobilize edilmesi artık güçtür. En fazla bürolar sokağa
açılmaktadır, hepsi bu.
Esnaf-zanaatkâr zihniyeti suyun başını tutmuş, halkın
öfkesini zararsız bir mecraya çekmiştir. Oysa bugün aslolan, işçilik yapmak ve
işçi olmaktır. Proletaryanın kavgasına yoldaş olmaktır. Mazlumların ve
sömürülenlerin derdine ve öfkesine örgütlenmek, bu derdi ve öfkeyi gerekli
hedeflere örgütlemektir.
Eren Balkır
11 Nisan 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder