Pages

12 Nisan 2014

Öz-neden


Bir teorinin desteklenmesinde ikna edici bir argüman olarak sabırsızlığı anmak,
nasıl da safdil bir çocuksuluk!

[Friedrich Engels]

Bana saksı muamelesi yapamazsınız!
[Erol Büyükburç]


Peşrev

İştirakî dergisi, daha taze. Bir tesadüf olarak Haziran kıyamına denk düştü, üzerine geldi. Pratikte yoldaşlarımız, arkadaşlarımız sahada başkalarına değdiler, işe, meseleye ve derde, onları mülk edinmeksizin, işaret ettiler. Yoldaşlaşmaya çağırdılar, cirmince. Çatışmalar kaçınılmazdı; sol, böylesi kalkışmada mülkiyete ve rekabete dair tutamaklarına daha da sıkı sarıldı. Kıyamın o tutamakları parçalamasına izin verilmedi. Gezi metafizik âleme fırlatıldı, ruha indirgendi, “o ruh da benim bedenimde” demek için türlü taklalar atıldı. Şimdilerde hakkında konuşulurken uzun yıllar önce yaşanmış bir vaka muamelesi görüyor. Nostaljik bir antika eseri olarak reyondaki yerini alıyor. Bugün sol örgütler gene masonik localarına üye kayıtları yapmakla meşgul. Sahadaki irade ve onun açtığı hattın üzeri kapatılıyor. Kimileri, kendi “kendi”leri adına süreci kendiliğindencilik eleştirilerine kurban ediyorlar. Sol, Gezi’yi savuşturmakla meşgul bugünlerde. Çünkü solun yaşaması için Gezi’nin ölmesi gerek.

Dergi, bu hengâmenin ortasına düştü. Eskiden blog iken ufak, zararsız bulunan, şimdi tehdit ve tehlikeli idi. Dostlar, birer birer uzaklaştı. O ayaktaki nasır, burundaki sümük, gözdeki çöptü. Yeni dönemin ihtiyaç duyduğu imaj, dayattığı konum gereği ondan uzak durmakta fayda vardı. Ezilenden, işçiden dem vuranlardı bu uzaklaşanlar üstelik. Nasırsız, sümüksüz, çöpsüz bir “ezilen” var zannedenlerdi onlar. Ezilenin, sömürülenin derdine, öfkesine örgütlenmek, o derdi ve öfkeyi örgütlemekten ayrıştırılmazdı oysa. O derde ve öfkeye örgütlenmek, politik mücadeleyi sıçratacak, derdin ve öfkenin örgütlenmesi, kolektif hareketi ileri çekecekti.

İştirakî, politik alana “işçi ve mazlum” olarak, politik teorik düzlemde yapılan bir müdahale. Marksistliğimiz, bizim başkalarıyla yarıştırdığımız bir mülk ya da rakiplerimize karşı temellük ettiğimiz bir oluş değil. Marksizm, işçinin ve mazlumun kılcal damarlarında akmıyorsa, dökülmüyorsa oradan sokağa, önemsizdir, kıymetsizdir. Marksizm malumatını mülk edinmek ve onu yarıştırmak anlamsız. Marksolog değil, Marksist olmak, devrimci mücadeleye örgütlenmeyi ve onu örgütlemeyi gerektiriyor.

Marksizmi Marx öncesi sol kurgulara kapatmaya itiraz etmek zorunlu. O kurgularda merkezde bir şeyh var, etrafında birkaç bina, eğitim, iyi niyetli bir ortak yaşam. Bu kurguların savaş alanına çekilmesi için uğraştığından önemli Marksizm, gerisi entelektüel gevezelik. İktisadî ve sosyal kriz sonucu kendi dükkânının ideolojisini politik alandan kaçıranlara inat, Marx’ın yaptığı, o dükkânları yıkmak, ideolojik birikimini politikanın namlusuna sürmek. Buna dükkân sahipleri elbette ki karşı çıkacaklardı, çıktılar.

Marksist devrimci bir hatta işaret ettik, düşmanlarımız çoğaldı. Sevindik. Onlar, bizi kendi burjuva dünyalarına karşı düşman kılmaya çalıştılar. “Bunlar sizi kesecek olan İslamcılar!” dediler sağa sola. Bir kısmı da “bunlar sizin bireysel özneliğinize kıymet vermiyor!” diye gıybet etti. İlk cümlede hangi dinin, ikinci cümlede hangi felsefenin karşımızda konumlandığını biliyorduk, Allah’a şükür!

Öz-Neden

Öz ve biçim: Neden ve sonuç.

Küçük burjuva siyaseti, öze ve nedene ipotek ve hüküm koymaktır. O, bunu biçimi ve sonucu muhafaza etmek için yapar. Değişim ve devrim talepleri biçimsel ve sonuca ilişkindir. Tahayyül ettiği devrim ve sosyalizm, ancak kendisini özne ve öz-neden olarak oluşturmasıyla mümkündür. Öze ve nedene koyduğu hüküm ve ipotek, onu her şeyi mülk edinmeye mecbur eder. Kendisi dışında her şey yalandır. Ondaki materyalizm, sadece kendisini madde, geri kalanı ruh/eter görmek demektir. Diyelim, biçimsel ve sonuç itibarıyla iyi ve başarılı bir teorik veya politik faaliyet var ortada, o hemen istila edilmek zorundadır.

Öze ve nedene ipotek ve hüküm koymak, başka bir öze ve nedene imkân vermemek içindir. Orta sınıf siyasetini emek hareketine öğütleyip Gezi’yi milat/başlangıç belirlemek, bunun bir sonucudur. Gezi’de herkes toplaşırken küçük burjuva siyaset onu bölüp parçalamak zorundadır.

Bu siyaset, Haziran kıyamından en az Tayyip kadar korkmuştur. Şaşkınlık korkuyla ilgilidir. Hemen öne geçme cevvalliği, bu korkunun sonucudur. Gezi pazarının oluşması da buradadır. Gezi’yi İsa Mesih gibi görmek, onu çarmıha germek içindir.

İpotek ve hüküm koymanın bir yönü de varolan bir biçimi öz, sonucu neden olarak görmektir. Devrimci şiddetin mücadelenin bir biçimi olmaktan çıkartılıp, neden hâline getirilmesi ve özselleştirilmesi, bu korumacı hamleyle ilgilidir. Yani aslında devrimci şiddete odaklananlar, başka türden siyaset imkânlarını öldürmek derdindedirler. Bir yanıyla devrimci şiddeti, kızıl fular takmak gibi bir moda olarak görüyorlardır. Onu esasen piyasada öne çıkmak için ifa ediyorlardır. O şiddetin kitlelerin siyasî mücadelesinde nereye denk düştüğüne dair tek bir fikir yoktur. Bu biçimin ve sonucun öz ve neden olarak mülk edinilmesi, ilgili devrimci şiddetin özsel ve nedensel kimi etkilere yol açmasına da imkân tanımayacaktır.

“Bugün kitleler devrim yapmıyor işte” diye hayıflanmak, devrime ilişkin umudunu yitirmenin bir ifadesidir. Küçük burjuvanın uhrevî dünyaya fırlatıp attığı devrim, her kitlesel kalkışmada semanın daha üst bir katına taşınacaktır, taşınmak zorundadır. Dolayısıyla adım adım, sabırla yürütülen bir mücadelenin esamisi okunmaz. Liberal ya da muhafazakâr olanla mücadele, bu şiddet kurgusunda askıya alınır, şiddetin kendisi o mücadeleden kaçırılmış olur. Aynı şekilde, mücadele de şiddetten ari tutulur.

Devrimci olanla politik olan arasında belirli bir açı vardır. Saf devrimcilik politikadan kaçmak ya da varolan burjuva siyasetine ram olmak zorundadır. Devrimci olan politiktir, olmak zorundadır; her politik olan devrimci değildir, olmak zorunda değildir.

“Gezi miladı” sonrası siyasetin sokakta kurulmasına dönük tüm çağrılar, esasında kitleleri sokağa döken özsel ve nedensel meselelerden kaçan sol öznelerin seslenişleridir. Kendisini öz ve neden olarak görenin dışındaki her şeyi biçim ve sonuç olarak görmesi kaçınılmazdır. Sokak burada bir dolayımdır, mecazdır. Sadece birilerinin özünü ve neden oluşunu imliyordur. Dolayısıyla, o sokak kitlelerin özsel ve nedensel hareketliliğini asla içermez. Sokağa çağırmak, çoğu zaman kendi öznelliğine işaret etmekten ibarettir. Bu da sokağın ucu açıklığına karşı kendini koruma biçimidir. Sokağın ucu kapatılınca, hiçbir şekilde alanlara akmayacaktır. Ama sol özneler, bozulmaz, akmaz kokmaz bir öz ve neden olduklarını zannettiklerinden, bir momentte sokaktaki burjuva siyasetin musluğunun başına oturmakta bir beis görmeyeceklerdir. Tayyip gibi, “abdestim sağlam, ben bu işi yaparım” demek, çoğu zaman teslimiyetle sonuçlanacaktır.

“Lenin momenti”nden dem vurmak ama bunu “emeğin sınıfsal hak taleplerini barış ve demokrasi talepleri ile iç içe geçirmek” olarak tarif etmek, emek hareketinin biçim ve sonuç, bu tarifi yapanın kendisi olarak gösterdiği, barış ve demokrasi mücadelesinin öz ve neden olduğu anlamına gelir. Ama bu noktada emeğin barış ve demokrasi isteyip istemediği, önemsiz bir sorudur. Burada sadece öze bir biçim, nedene sonuç aranmaktadır. Sadece kendi yaptıklarını ve kendi bildiklerini gerçek hükmünde görenlerin, sadece bunları tanıyanların, emeğe sunduğu barış ve demokrasi de aslında burjuva bir biçime ve sonuca tabi olacaktır. Dövüşmeyen bir barışın ve demokrasinin sokakta bir hükmü olmasa gerektir.

Bir Nehir Akar

Lenin Lena’dır. Plehanov’un Volga nehrine atfen “Volgin” müstear ismini kullanması üzerinden, İliç de “Lena” nehrine atfen “Lenin” ismini alır. Lenin’e göre, 1912’deki Lena Katliamı, 1910-1914 arası “atılım yılları” olarak belirlediği dönemin zirvesidir. Lena’da maden işçilerine çok az ücret ödenmektedir. Ücretin bir kısmı, kesilen cezalara ve maden bölgesindeki dükkânlardan alışveriş yapılması amacıyla hazırlanan kuponlara gitmektedir. Grev, dükkânlarda bozuk et dağıtılması üzerine başlar. 18 Nisan’da ise savcıya kendilerine yönelik baskıları şikâyet etmek amacıyla yürüyüş düzenledikleri esnada işçiler askerlerin saldırısına uğrarlar ve 150 işçi katledilir. Lenin’e göre, bu olay üzerinden Bolşevikler Menşevikleri yenmiş, ciddi bir ilerleme sağlanmış, hareket önemli bir itki kazanmıştır. Bu da gene Lenin’e göre, legal ve illegal alan arasında somut bağların kurulabilmesiyle mümkün olmuştur. Menşeviklerin yenilgisi, esasında işçilerin mücadelesinin iş sahasının dışına taşması ve devleti karşıya almasıyla ilgilidir. İllegal faaliyetlerin legal olanla ilişkisi tam da burada gündeme gelmiştir. Bu noktada Menşevikler boşa düşmüş, Bolşevikler öne çıkmıştır. Çünkü 1902’den beri işçiyi kimliği değil, ne’liği üzerinden devrimci bir anlama kavuşturan ve onu hayatın tüm politik sahasına teşmil eden, Bolşevikler olmuştur. Meslekî açıdan avukat olan Lenin’in bu dönemde madencilik yasası üzerine yazı yazdığına tanık olunmamıştır. Bugün yazanlar, Lenin pozu kesmenin derdindedir.

Öte yandan, Lena’da Bolşevikler yoktur. Ama onların teori ve pratiğinde Lena, merkezî bir konum işgal eder. Yani bugün Gezi, biçimsel ve sonuca dair bir yere kapatılmışsa, özü ve nedeni birilerince temellük edilmişse, bu olayın üzerinden ciddi bir kabarmanın gerçekleşmesi mümkün değildir. Zira bugün sol özneler, Gezi’yi biçime ve sonuca kapatmış, kendilerinin gizli kasalarında saklı öz ve neden, bir biçimde muhafaza edilmiştir. Gezi, sırda saklı öz ve nedenin muhafazası için bir bahane olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, Gezi’nin bu özü ve nedeni dönüştürmesine izin verilmemiş, Gezi’nin öze ve nedene dair ortaya koydukları tarihin çöplüğüne atılmıştır.

Gezi’nin Lena olmasına izin verilmemiş, devrim imkânları diplere itilmiştir. Esasında yenilen işçicilik dâhil tüm kimlikçi siyasettir ve bir biçimde Bolşevik hat uç vermiştir. Ama zahirde kazanan, kimlikçi siyasetmiş gibi görünmektedir. Bolşeviklik, nehrin yüzeyindeki köpüklere bakıp dip akıntıyı görmektir.

Söz konusu anlayışın kendisi dışında yaşananlara sürekli aynı muameleyi yapması kaçınılmazdır. Kendisine ait olmayan şeylerden bir bina kuran Lenin’in çöpe atılması zorunludur. Gezi’nin mülkiyet ve rekabet ölçütleri uyarınca lime lime edilmesi, buradan öznelerin sadece istediklerini alması, Gezi’nin bir mecazı olarak “Lenin”e kıymıştır. Devrimci örgütsel kavga, gerilere itilmiştir.

Her nesnel olaya biçim ve sonuç üzerinden yaklaşmak, o olayın öz ve neden olma ihtimallerini bastırır. Küçük burjuvalar için öz-ne olmak öz-neden olmaktır, her şeye özneden bakmak, kendi özünü muhafaza etmektir. Bu da onun belirli bir dönemde yaşanan biçimi ve sonucu mutlaklaştırıp onları öze ve nedene dönüştürmesiyle ilgilidir. Nesnelliğin öze ve nedene dair pratiği, solcu siyasetin süzgecinden geçirilmekte, eleğin üzerinde sadece kabuk kalmaktadır.

Ruh ve bedenden hangisinin öz-neden olarak belirlendiğinin bir önemi yoktur. Ruhçular kendilerini burjuvazi; bedenciler devlete karşı kuracaklardır. Bu kuruluşta burjuvazi ve devlet soyut olduğundan, öznelliğin kendisi de soyut kalacaktır. Esasında “işte burjuvazi somut” diyen, kendisini soyut görüyordur ve o somutlukla tanımlı bir maddîlik tasavvur ediyordur. “İşte devlet somut” diye bağırıp duran da aynı şekilde kendi soyutluğunu somuta taşımak derdindedir. Dolayısıyla, somut her olay ve olgu küçümsenecek, dışsallaştırılacak, parçalanacak, ezilecektir. Burjuvazi ve devlet ne yapıyorsa o yapılacaktır. Soyutun somutlaşma derdi, somut güçlerin gölgesinde gerçekleşecektir. Bu hengâmede “somut durumun somut tahlili” gereksizleşecektir.

Politik Tecrit

Biçim ve sonucu mutlaklaştırmak ve öz-nedene indirgemek, politik mücadeleyi boğar. Küçük burjuva, kendisi dışındakine tahammül edemeyendir. Dolayısıyla, her şeye kendisini dayatmaya, cümle politik unsuru kendisine indirgemeye ve kendisiyle tanımlı kılmaya mecburdur. Öz felsefeyle, neden bilimle ilgilidir. Felsefenin ve bilimin gerilimi, bu küçük burjuva öznede giderilir. Bu özne, felsefenin ve bilimin maddîleşmesidir.

Felsefe kategorilerle, bilim kavramlarla işler. Herhangi bir kategorinin ya da kavramın kendisi dışındakileri biçim olarak anlaması doğaldır. Doğal olmayan, o kategorilerin ve kavramların gerçeğin ta kendisi olduğunu düşünüp, onların dışındaki dünyanın boş ve değersiz görülmesi, öznenin boşluğu dolduran, dünyaya değer katan şey olarak anlaşılmasıdır. Bu, ikna edici bir gayrettir. Başkaları da aynı şekilde boş ve değersiz kabul edilecek, onlar bu konuda ikna edilecek, sonrasında dolu ve değerli olmalarının özneye benzemek olduğu propagandası yapılacaktır. Öznenin kurulumu tam da bu boşluk hissiyle, kaygısıyla tanımlıdır. Bu kurulumun özne olması mümkün ama irade olması namümkündür. Böylesi bir öznenin her meseleye aidiyet değil, mülkiyetle yaklaşması zorunludur.

Kendi özneliğini kuran neyse dil onu söyleyecek, göz onu görecektir. O dilde neyin sürekli yinelendiğinin bir hükmü yoktur, söz, sadece özneyi kuranın dışa dönük bir alametinden ibarettir. Öznenin örgütlenmeden anladığı, kendisini kuran güçlerin örgütlenmesidir esasında. O özneyi kuran meta ise meta, para ise para konuşacaktır örgütlenmede. İnsanlar paraya kul, emtia döngüsüne kurban edilecektir. Birine iş yaptırmak ve ağzına iki ideolojik laf sıkıştırmak, örgütlenmek zannedilecektir.

Özneliğin kurulduğu yer yıkılmadan, kolektif iradeye ait olmak imkânsızdır. Esasında o kuruluşun gerçekleştiği yer ve moment, belirli bir huzurun ve rahatın yeri ve momentidir. Dolayısıyla, özne de ısrarla bu rahat ve huzurun basit bir taşıyıcısından başka bir şey olmayacaktır. Ağzındaki ideolojik laflar gevezelikten ibarettir. Pratikte bu öz-ne kendisine yedirilen özün sahipleri, neden olan güçler için hareket edecektir. Bundan çıkış, kurtuluş yoktur. İyi bir şey görse istismar edecek, sahip çıkacak, “sen aslında benim efendilerimin dediklerini diyorsun, onlardan öğrendin bunları” diyecektir. Bu da kolektif pratiği boşa düşürecek, likide edecek, bu öz-ne, kolektif pratiğin “kazanımlar”ını kendi efendilerinin önüne sereceği günü bekleyecektir. Bu da politik tecridin bir başka tezahürüdür.

Böylesi bir öznenin, felsefenin ve bilimin, öz ile nedenin kendisinde birleştiğini zanneden öznenin teorik planda ilgilendiği herhangi bir konu, esasında tehdit altındadır. Bu konu, küçük burjuvanın elinde tüm toplumsal-tarihsel bağlarından kopartılacaktır. İlgili konunun etrafına bir çember çizilecek, onun pratik seyir içinde edindiği ilişkiler fazlalık bulunup atılacaktır. Bu anlamda, teorik soyutlama işlemi küçük burjuva öznede bir biçimde karşılığını bulacaktır. Soyutlama işlemi, pratikte politik tecritle sonuçlanmak zorundadır.

İşçicilik gibi devrimcicilik de tehlikelidir. İlki işçiyi, ikincisi devrimciyi toplumsal-tarihsel bağlardan azade kılmaya çalışır. Kendisinden başkasına tahammül edemeyen küçük burjuva pratik, bu bağları engel olarak görür. İşçiye ve devrimciye özgürlük edebiyatı satar, “seni o bağlardan kurtaracağım” der. “Bak Spartaküs de Marksizm olmadığı için yenildi” diye megafondan bağırır, kendini satar. İşçicilik ve devrimcicilikte Marksizm toprağa gömülmek zorundadır. Mücadele bağlarla ilgili ve onlara dair olduğundan, askıya alınacaktır. Bu ağızda mücadele, yalandan ve kaçıştan ibarettir.

Söz konusu sol anlayış, Gezi’deki kitleyi, beden, halk, şiddet, özne, demokrasi, kimlik gibi parantezlere alacak, fazlalıkları törpülemek, politika yapmak zannedilecektir. Bu kavramların somut karşılıkları, kendi gönül tellerinin titrediğini düşünüp bu tuzağa düşeceklerdir. Oysa küçük burjuva siyaset, burjuva siyasetinin oltasından başka bir şey değildir. Çünkü burjuva siyasetinin zeminini teşkil eden fikrî altyapı, belirli bir felsefeye ve bilime dairdir. O felsefe ve bilimi öğrenmek, düşmanla dövüşme noktasında başat değil, talidir aslında. Ama düşmanı yenmek için düşmana benzemek tek çıkar yol zannedilmektedir. Devrim, sosyalizm ve Marksizm de bu yola yoldaş kılınmaktadır.

Bağları kesmeye çalışanlara karşı mücadele şarttır. Aslında politik açıdan gerekli olan, o bağlara bakmaktır. Bir masayı parçalara ayırıp, yumruğu attığında tüm masanın sarsılmasını beklemek ahmaklıktır. Mücadelenin özgürleşmesi bu noktada esası teşkil eder. Mücadelenin özgürleşmesi, bir bakıma burjuva devrimlerle parçalanan tarihsel-toplumsal hattın teorik ve politik olarak yeniden kurulması ile mümkündür. Bu, belirli bir yüce özneye işaret etmez. Yani o hattın gene düşmandan ödünç alınan felsefe veya bilimle kurulması çıkışsızdır. O zihniyet devreye girdiği noktada, bağlar gene kesilecektir. Devrim, sosyalizm ve Marksizm arasındaki bağlar da kopartılmak zorunda kalacaktır. Devrimin, sosyalizmin ve Marksizmin tarihsel-toplumsal bağları kesilecektir.

Öz ve neden olarak kurgulandığı vakit bir devrimci devrimin, sosyalizmci sosyalizmin, marksizmci marksizmin tarihsel-toplumsal bağlarının kendisini boğduğunu düşünecektir. Öz-nedenin bizatihi kendisi olma iddiası, devrimin, sosyalizmin ve Marksizmin hayatî yürüyüşünü durdurmak zorundadır. Çünkü onda öz ve neden gerilimini yitirmiş, pratikten kaçırılmıştır. Öz ve neden, biçim ve sonuç olarak gördüklerinin devrime, sosyalizme ve Marksizme dönük katkılarını çöpe atmak zorundadır.

Öz-neden olmak tecride eğilimlidir. Bu özne, ilgilendiği konuyu kendisine boğmak zorundadır. Beden, halk, şiddet, öznellik, demokrasi veya kimlik gibi düşünüp hareket etmek, burjuva ve devletin pratiğine kolayca eklemlenir. Zira burjuvazinin ve devletin de meramı, derdi, düşmanını hücrelere bölmektir. Burjuvazinin ve devletin haylaz, uçarı çocukları olup itirazlar yükseltmek yerine, onları alt etmenin araçlarına örgütlenmek, o araçları örgütlemek gerekir.

Solun meramı ve derdi, ya soyut bir burjuvaziye ya da soyut bir devlete karşı soyut, düşünsel olana sızıp ikna gayreti yürütmektir. Bu noktada ilgili olguların ve kavramların bizatihi kendisi olarak hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bir poliste düşünen ve hareket eden devletse, bir solcuda düşünüp hareket edenin bir tür devlet ya da bir tür burjuva olup olmadığını anlamak, görmek gerekir.

Eğer bedenini mutlaklaştırıp, elinin fazla olduğunu düşünen biri varsa, o el emeği temsil ettiğinden, çalışmaya düşmanlık edecektir. Sömürüye karşı olayım derken, işçilerin birlikte çalışmasına ve üretmesine karşı olacaktır.

Devlet ve burjuvazinin pratikte beden, halk, şiddet, öznellik, demokrasi veya kimlik olarak düşünme ihtiyacı duymasıyla ilgilidir solun varlığı. Sağ ise devletin ve burjuvazinin söz konusu düşünmeye karşılık, bunlar olarak hareket etmesiyle ilgilidir. Sağ-sol kavgası, efendilerin düşünce-eylem kavgasıdır. Beden ya da biyopolitika üzerine teorik çalışmalar sola, onu kamplarda, okullarda ve orduda uygulamak sağa düşmüştür. Reagan’la birlikte eski Marksistlerin sahaya sürülmesi, tek başına kişisel bir hainlik veya döneklikle ilgili değildir. Bu kişilerde Marksizm, zaten malumat düzeyindedir ve pratik tecimsel amaçlar doğrultusunda birer araca dönüştürülmüştür.

Sağcıya kızılmasının nedeni, solcunun düşüncesinin bir esprisinin kalmamasıdır. Sağcı da solcuya, esasında eylemini geçici ve tali kılacak potansiyel düşünme ihtimaline itiraz etmektedir. Bu ülkede ilk milliyetçilerin önemli bir bölümü solcudur. Aynı fikriyat sonrasında efendiler adına namluya sürülmüştür. Düşüncenin sorgulanmadığını, meselenin şahıslarla ilgili olduğuna dair görüşlerin geliştirildiğini görmek gerekir. Sol, tecrit işlemi dâhilinde ülkeyi ve vatanı yüceltmiş, bunun bekçiliğini yapmak sağcıya düşmüştür. Bu ayrım aldatıcıdır. Tecrit duvarlarının kırılması zaruridir.

Sınır Çizmek

Postmodernizm gibi başlıklar, emperyal kapitalizmin sınır aşırılığı ile ilgili meselelerdir. Sol siyasetin belirli bir kesimi, beden, halk, şiddet, öznellik, demokrasi veya kimliğin bizatihi kendisi olarak, ilgili konu başlıklarının sınırlarının genişlemesine bakmışlar ve mevcut sınırlara meydan okumuşlardır. Oysa kabuk, ısrarla içeri doğru büyür. Sınırları aşıp büyüdüğü hissine kapılanlar, küçüldüklerini fark etmemişlerdir.

Nitelik-nicelik ayrımı da bu aşamada silinmek zorundadır. Nicelik niteliğin, özün bizatihi kendisi olarak yüceltilir. Solun öz-neden olmadaki ısrarı, aslında biçimsel-sonuçsal olanın direnciyle ilgilidir. Diyalektik de maddî süreç de onu asla kesmez. İkna gayreti içinde öz-neden olmak üzerinden kendisini kuran özne, pazarın genişlemesiyle daha da büyüyeceğine dair bir yanılsamaya kapılmıştır. Modernizmin kurduğu bu özne, pazar genişlediğinde önüne açılan uçsuz bucaksız arazide gene modernizmin ajanı olmak zorundadır. İtiraz edilenler, sadece o geniş arazide daha rahat etmek için kurtulmak zorunda olunan bazı ağırlıklardır. Mesele, kendini modernizm ve aydınlanma karşıtlığı veya yandaşlığı ile kurmak değil, devlete ve burjuvaziye karşı kavga bağlamında modernizmi ve aydınlanmayı eleştiriye tabi tutmaktır.

Sınır çizmek, kesik atmaktır. Sınırları aşmanın, büyümenin, niceliğini artırmanın peşinde olanın böylesi bir derdi olmayacaktır. Sınırın kendisidir aslında ağırlık görülen. Sınırlayıcı her şey genişleyen pazarda özneyi boğacaktır. Bu öznenin politika yapması, öz-neden oluşunu pazarlamasıyla sınırlıdır. O, ne kendine ne de gerçeğe kesik atabilir. Huruc örgütleyip verili siyaset sathında bir yarık açmak, onu sınırlandıracağından, korkup geri kaçacaktır. Klikler arası mevcut gerilimde yerleşeceği huzurlu kovuklar aramak, siyaset zannedilecektir. Kimi zaman devletin uçsuz bucaksızlığı, kimi zaman da burjuvazinin sınırsızlığından rol çalınacaktır. Sınırlayıcı her politik müdahale, sınırsız burjuvaziden rol çalanlarca “devletçi” olmakla eleştirilecektir.

Geri kaçmanın en sarih biçimi, ana rahmine dönmek, anarşist olmaktır. Ana rahmine dönme çağrısı olarak anarşizm, bugünün sömürü ve zulmüne karşı yıkıcı-kurucu herhangi bir pratiğe asla izin vermez. Hiza ana rahminden çekildiğinde, her şey düzlenecek, birey rahatlayacak, sınırsızlaşacak, politik gerçekliğini yitirecektir. Oysa mazlumlar-sömürülenler için rahman ve rahim olan, onların yıkıcı-kurucu pratikleridir. Gerisi batıldır.

Hat Açmak

Kendi yürüdüğü yolu devrimci hat zannetmek, ne büyük yanılgıdır. Devrimi kendine kapatan bir iradenin esasında devrim yapmak gibi bir derdi yoktur. Devrimin yapılmazlığı ve sadece olurluğuna ilişkin Lenin’in uyarısı üzerinden, devrimi kendisine kapatan irade, devrimin özneliği hilafına gerçekleşir. Devrime ve sosyalizme örgütlenmemişlik, ayrıca örgütlenmemiş devrimcilik ve sosyalistlik, düşman arazisinde kolayca esir ve teslim olacaktır.

Devlet ve burjuvaziye dair ve doğrudan onu ilgilendiren politik her meselede sömürülenlere-mazlumlara dair ve onları ilgilendiren bir yan vardır. Hat açmak, tam da bu yana meyletmekle ilgili olmalıdır. “Kimse karışmasın, bu kirliliğe bulaşmasın” denilebilecek politik herhangi bir mesele yoktur. Politik her mesele, dikine kesen bir devrimci hattı verili olarak açar. İş, o hattı görene, o hatta girene kalmıştır. Söz konusu hat, özneci bir yerden asla görünmez. Özne, sadece kendi başlattığını ve bitireceği hattı görür.

Örgütlerin disiplin, işbölümü ve hiyerarşi bağlamında likide olmaları, örgütlerin kendi masonik hücrelerine kapalı olmalarıyla ilgili bir meseledir. Birçok iş, tek kişinin sırtına yüklenir ve o kişi, her şey olmakla politik süreci tüketir. Politik mücadele, o kişinin ihtiras ve kaprislerine kurban edilir. Bayraklar yarıştırılır, kimse başkasının eylemine gitmez, başka bir örgütün sözü ve eylemine kıymet verilmez. Söz ve eylemin örgüsü dağılır, örgütün söz ve eylemi berhava olur.

Hat açanın, nakibin işi, kendi bildiğinin ajanlığını yapmak değil, bilinenin kavgacılığını yapmaktır. Hakikat savaşçılığı, “emr-i bil maruf nehy-i ani’l münker” üzre olmak, yani bilineni emretmek, inkâr edileni yasaklamaktır. Kendi bildiğini “bilinen” kılmak da bir meseledir ama tüm politik, pratik, ideolojik faaliyet kendi bildiğini “bilinen” kılmaya indirgenemez. “Bizim programımız var, gelin onu tavaf edin” demek anlamsızdır. Zira o program da kitlelerin mücadelelerinden neşet etmemiştir. Tersten, o mücadelelerin geri çekilme dönemine aittir ya da geri çeken unsurların sistematize edilmesinden başka bir şey değildir.

Bugün “kimse bu kirliliğe bulaşmasın” diyenler, iki gün sonra Fethullahçı olmayı önermektedirler. Bunu da “Fethullah’ın kapsadığı alanı boş bırakmamak için yapıyoruz” yalanıyla süslemektedirler. Siyaset bir alan tasavvuru, alanın işgal edilmesi, bir biçimde tutulması olarak algılanmaktadır. Bu anlayışın hat açma pratiği içine girmesi mümkün değildir. Alan kavgasında, son süreçteki iktidar kavgasında görüldüğü üzere, Fethullah’ın kuyruğuna tutunmak tek yol bellenmektedir. Alanda yer tutmak isteyenin hat açma derdi yoktur.

İştirakçilik

Komünist hareket, sol küçük burjuva siyasetin eleştirisi üzerinden ilerler. Ama bu eleştiri yeterli değildir. Solun eli, eleştirinin kendisini de malzeme hâline getirmeye yetecek kadar güçlüdür. Sol ile dövüşmek, dolaylı olarak burjuvazi ve devletle dövüşmektir. Komünist hareketin işçi parantezini her gerçeğe dayatma lüksü yoktur. O parantez de küçük burjuva tasallut altındadır. En geri sendika ya da mecliste olmak, legal-illegal tartışmaları, bu parantez üzerinden ele alınamaz.

Komünist hareketin tüm kazanımları kadar yenilgileri de önemli bir müfredattır. Kazanımların belirli ambalajlara kapatılıp satılmasına izin verilmemelidir. Kazanımlara ilişkin malumatın taşıyıcılarının amacı, o kazanımlar için dökülen kanı ve teri silmektir. O malumat, onlara tam da bu nedenle verilmiştir.

Geçen yüzyıl boyunca akademide ya da parti bürolarında tartışılan konular, komünistlerin içinde oldukları belirli devrimlerin dolaylı veya doğrudan etkilerini boğmakla ilgilidir. Örneğin Althusser aslında hep bir FKP ajanı olarak, Çin Devrimi’nin olası etkilerini ezmekle tanımlı bir teorik faaliyet ifa etmiştir. Onun için parti, kilise gibidir ve partinin bilimsel bir ortodoksiye ihtiyacı vardır. Bu, Althusser’in gerisin geri kiliseye mecbur olmamak için yaptığı öznel bir hamledir.

Komünist hareketin bu topraklara ait ve dair hâli olarak iştirakçilik, artık devrimsiz bir coğrafyada dövüştüğünün bilincinde olmaktır. Bu nedenle, bir dönem akademilerde veya parti bürolarında çekilen sınırların hükmü kalmamıştır. Bugün başka sınırlar çekmeye ve belirli sınırları aşmaya ihtiyaç vardır. Gene de geçmişin sınırlarından öğrenmek zorunludur.

İştirakçilik, dolayısıyla, sömürü ve zulme karşı tüm mücadele biçimlerini ve pratiklerini görmek, kendisini oradan kurmak, düşmanın kalelerini oradan yıkmaktır. Öz-nedeni Allah’a, biçimi ve sonucu devrimcileştirmeyi müşterek iradeye havale etmektir. Tüm sahte öz-neden’lere, putlara kılıç sallamaktır. İştirakçilik, sömürülenlerin-mazlumların tarihsel mücadele geleneğine bugünden bağlanmak, ona ait olmaktır.

Bu aşamada cem olmak zorunludur. Kendinden menkul, saf, steril bir sınıf, ezilen, halk üzerinden cem olmaksa mümkün değildir. “Sınıf” deyince cem olunmaz. İşçiler cem olmak için dövüştüklerinde sınıf olurlar. Sınıfın kendisi gibi öz-nedenler sayesinde oluştuğunu düşünmek, yanılgıdan ibarettir. Düşüncede netleştirilmiş özün ve nedenin, biçimi ve sonucu oluşturması hayaldir. Çünkü o öz ve neden, kendisine ait biçimin ve sonucun mutlaklaştırılmış hâlidir.

Devrimcicilik, Marksizmcilik, sosyalizmcilik arasındaki mülkiyet ve rekabet ilişkilerine odaklanmanın anlamı yoktur. Devrimcicilik, ömründe aslında devrimci olmayacak olana devrimcilik satmaktır. Bu tespit, diğerleri için de geçerlidir. Tersten, bu işin ticaretiyle uğraşanlar, “bakın, bizim sayemizde devrimcilik, Marksizm ve sosyalizm yaşıyor” diyeceklerdir. İslamî kesimde de aynı anlayış hüküm sürmektedir. Cübbeli Ahmet gibiler, “ben olmazsam Allah, Peygamber, Kitap olmaz” cümlesine kitleleri ikna etmek demektir. Burada dimyattaki pirinç için evdeki bulgurdan olunur.

Devrimciliğe hayatında hiç devrimci olmayacak olanı ikna etmeye çalışmak, sonuçta devrimciliği eritecektir. Aynı tespit Marksizm ve sosyalizm için de geçerlidir. Ortalıkta bu üç olguyu kendi yaşamsallıklarına bağlamış ve bu olguların yaşamsallıklarını kendi pratiklerine indirgemiş tüccarlar vardır. Bunlar arasındaki pazar kavgasının bir önemi yoktur.

Kimsenin derdi, eşcinsel, kadın, doğa, Kürd, Alevî vs. değildir. Sıkışmışlığın sonucunda bu tüccarlar öne çıkmış ve bu kesimleri nasıl devrimci, Marksist ya da sosyalist yapacağına dair sahte reçetelerini yarıştırmaktadır. Bu yemi, bu oltayı kimse yemez, yutmaz. Kimlikler kapatmadır, örneğin Kürd’den, Alevî’den öğrenmemektir. Onun dışa dönük bağlarını kesmektir. İştirakçilikse kendisini o bağlarla kurmaktır. Suyun başını tutma, öznelliğini dayatma, maddî ilişkilerini öznellik zannetme yanılsamasından kurtulmaktır.

Mesele, ikna etmek değildir. İkna etmek, kanaat oluşturmak, kanaat önderliğine soyunmak, düşmanı kendisi gibi öz-nedene indirgeme, kendi öznelliğini onun üzerinden kurma ve dolayısıyla, sadece özne olabilenle muhatap olmakla ilgili bir meseledir. Kafasının içindekileri satanlar, önemseyenler, karşısındaki düşmanın ve kitlenin kafasının içini satın almaya çalışır, önemserler. Burada kural, mütekabiliyettir. Karşılıklılık arayan özne, ikna gayretini asli görev zanneder. Kişilere odaklanır, hareketi küçümser, bireylere bakar, dinamikleri kenara atar. Onun için işe koyulacak kişiler ve bireyler lâzımdır. Hareketlerin ve dinamiklerin varlığı karşısında kendi örgütünün varlığının talileşmesine asla izin vermez.

Solun sıkışmışlığına çare üretmek, Gezi’de sokağa dökülen sekiz milyon kitlenin içinde ellerinde balık ağlarıyla dolaşmak, politiklik değildir. Devrimcilik, sosyalizm ve Marksizm için önce politik mücadele şarttır. Politik mücadele yoksa bunlar kıymetsizdir. Devrimciliğin, sosyalizmin ve Marksizmin satılabilmesinin önşartı, bunların politik alandan çıkmış olmasıdır.

Politika kirlidir, kirletir. Dolayısıyla, her gün elmalarını silen manav gibi, birilerinin çıkıp bu olguları temizlemeye çalışması nafiledir. Son altı aya bakıldığında, sol öznelerin belirli köşelere yerleşip halkın öfkesini kendi büro faaliyetlerine tahvil ettikleri görülür. Dolayısıyla, kitlenin mobilize edilmesi artık güçtür. En fazla bürolar sokağa açılmaktadır, hepsi bu.

Esnaf-zanaatkâr zihniyeti suyun başını tutmuş, halkın öfkesini zararsız bir mecraya çekmiştir. Oysa bugün aslolan, işçilik yapmak ve işçi olmaktır. Proletaryanın kavgasına yoldaş olmaktır. Mazlumların ve sömürülenlerin derdine ve öfkesine örgütlenmek, bu derdi ve öfkeyi gerekli hedeflere örgütlemektir.

Eren Balkır
11 Nisan 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder