Pages

17 Şubat 2014

THKP


Yüz bin asker olsa yezid kırılmaz
Eli Zülfikar’lı Ali olmayınca.

[Pir Sultan Abdal]

 

Parti-Cephe, hem madde, hem diyalektik olabilmektir. Dönemsel kuruluşu 12 Mart ve 12 Eylül koşullarında tasfiye edilmiş bir sıçramadır. İç tasfiyesi, 1974 affıyla gerçekleştirilmiştir. Affı gerçekleştiren CHP’nin maddî varlığı, içteki diyalektiği çürütmüş, belirli şahıslar nezdinde bu diyalektik, metafiziğe dönüşmüştür. Süreç içerisinde parti, cephe içerisinde belirli bileşenlerine doğru parçalanmış, her bir parça örgütlere, Marx’ın tabiriyle, sektlere (tarikatlara) dönüşmüştür. Marx’ın bu tarikatları düzleyecek bir proleter harekete işaret ettiği düşünüldüğünde, THKP çıkışlı örgütlerin hâlâ varlığını şu veya bu biçimde sürdürmeleri, proleter hareketin, hem ruh hem de belkemiği olarak, yokluğu ile ilgili olmalıdır. Demek ki aslolan, o ruha ve belkemiğine iştirak etmektir. Bu iştirak, partisiz cephenin uzlaşmayla; cephesiz partinin teslimiyetle sonuçlandığı gerçeklikte, önemli bir sigortadır.

THKP, tıpkı Mustafa Suphilerin hurucu gibidir; kısadır, attığı kesik derindir, geriye dönüşsüzdür, kalıcıdır. Böyle olmasını önemsizliğinin delili olarak sunanlardan derhal uzaklaşmak zorunludur. Lenin’in vurgusuyla, “Marksistler, olması gerekenden değil, olandan hareket etmek zorunda” ise, bu iki moment aslîdir, vazgeçilmezdir, olacak olana dair birer devrimci ayettir.

1974 sonrası THKP içindeki tasfiye sürecinde, Mahir Çayan ve yoldaşlarının işaret ettikleri politik-teorik başlıklar da ayrışmıştır. Onların düşünsel ve eylemsel varlığında birbirine değen, iç içe geçen, dönüşen, dönüştüren, tüm politik-teorik unsurlar, her türlü etkileşim imkânından mahrum bırakılmışlardır. “Sömürge tipi faşizm”, “emperyalizmin içkinliği meselesi”, “kırların devrimciliği”, “PASS”, “Halk tanımı”, “anti-faşizm”, “dar kadro-geniş kitle”, “kesintisiz devrim” gibi unsurlar, belirli şahısların mülkü hâline gelmişlerdir. Böyle olunca, özel şahısların mülkiyetinde olan kimi değirmenler kurulmuş, bu değirmenler, liberal taşıma suyla döndürülmeye çalışılmıştır.

1974 sonrası kurulan örgütlerin şefleri, yazdıkları tarihlerde nedense şu soruyu cevapsız bırakmışlardır: ortada bir parti varken, neden örgüt kurulmuştur? Bu cevapsızlık, THKP’nin tasfiyesini gizlemiştir. Doğalında, soruyu sormamak da tasfiyeyi örtbas etmektedir. Bu örgütler, ya “THKP” ismini mülk edinmiş ya da bilinmeyen bir gelecekte parti olmayı düşünmüşlerdir. Dolayısıyla, bu toplam pratikte Mahir’in teorik faaliyeti talileştirilmiş, tekil bir bireyin varlığına indirgenmiş, böylelikle etkisizleştirilmiştir. Bu, Mahir’in ikinci katlidir.

Ortada bir parti varken örgüt kurmak, örgütün Mahir’deki bir kavramı bayrak yapıp öne çıkması, ancak partiyle yapılabilecek işlerin boşa düşmesine neden olmuştur. Devrimci örgütler kolektifi olarak parti, katledilmiştir. Kolektif devrimci örgütlenme pratiği olarak cephe, boşa düşmüştür. Taktik ve strateji, soyut bir teorinin, pratik soyut bir taktik ve stratejinin önünde diz çöktürülmüştür.

Partinin olmaması, oldurulmaması, Çin-Sovyet geriliminin dolaylı veya dolaysız olarak kadrolar nezdinde belirleyici hâle gelmesine neden olmuştur. Bu da Mahir’in tabiriyle, “dünyanın Türkiye’si”nde devrimin yolunu kesintiye uğratmıştır. Kesintisiz devrim, devrimin kesilmesiyle boşa düşmüştür. Örgütler, her daim, tam ve doğru olan öznenin kendileri olduğunu iddia ederek, mevcut eksiklik ve yanlışların üzerine yürümüşlerdir. Eksiklik ve yanlışlıklardan kurulan bir kolektif pratiğe, sonrasında, rastlanılmamıştır. Örgütler, kitlelere ve kadrolara eksik ve yanlış nesneler olarak yaklaşmış, kendilerini metafizik âleme fırlatmışlardır.

Mahir’deki politik-teorik unsurların örgütlere kapatılması sonucu bu unsurlar, tefrit ve ifrat arasında salınıp durmuşlardır. Örneğin Mahir, açıktan fokoculuğu eleştirirken, ondaki PASS, taklid bir fokoculuğa indirgenmiştir. Ondaki diğer politik-teorik unsurlar da aynı tefrit-ifrat arasındaki salınıma tabi kılınmıştır. THKP içinden çıktığını iddia eden örgütler, mülkiyet ve rekabetin girdabında düşmana değil, kendilerine karşı ideolojik ve politik mevziler örmeyi iş zannetmişlerdir.

THKP kavşağının Suphilerden gelen politik-teorik hattın bir başka boyutuyla, Kaypakkaya’da somutlanan hatla kesişmesi de bu süreçte mümkün olamamıştır. Dolayısıyla bugün bir tabela partisinin kurduğu sol cephenin Kürd ve Müslüman düşmanlığı yaparak varlık imkânı bulması için gerekli koşullar oluşmuştur. Kaypakkaya boyutundan mahrum kalmak, başka bir açıdan, ülke bütünlüğünü en iyi hâliyle ebru ya da mozaik olarak kafasında kuran bir ideolojik yaklaşımın türemesine neden olmuştur.

Komintern’in kurduğu komünist partilerin ömrü, Mahir’e gelene dek çoktan tükenmiştir. Mahir’in arayışı ve kendi kavgası dâhilinde ulaştığı formül, gene de bir komünist partiye işaret etmektedir. Ancak ne onun ne de devamcıları bu türden bir partiye ulaşmak gibi bir menzile ve ufka sahiptir.

THKP’nin ilk aşamada gerçekleşen tasfiyesinde önemli bir etmen olan CHP, bugün de çeşitli parti ve cephe pratiklerini tayin etmektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, burasıdır.

Ne HDP ne de TKP, bir “komünist parti”dir. Bunların koşulladıkları cephe pratikleri, kitleleri ilkinde demokrasi, ikincisinde devlete bağlamaya yazgılıdır. Marx’ın ifadesiyle, devlet ve demokrasiye eşit uzaklıkta bir sosyalizmin ve devrimin mecbur olduğu kitleler, bu cephe pratikleri şahsında, likide edilmektedir.

Gezi sürecinin içindeki sol örgütlerin eriminin, menzilinin ve ufkunun 30 Mart belediye seçimi ile sınırlı olduğu anlaşılmıştır. Ethem’in, Ali İsmail’in ve diğer tüm şehidlerin bayrak olduğu dipteki komünist dava, alabildiğine, turaba gömülmüştür. Gezi’deki tüm örgütler, oradaki öfkeyi de gasp edip, sandık önünde hizalanmışlardır. (Bizim “Ethem Sarısülük adayımız olsun” önerimiz, yani Gezi’nin öfkesini diri tutma çabamız karşılıksız kalmış, aylar sonra Ekmeleddin aday gösterilince Halkevleri, istediğini alamadığı için, “adayımız Ethem Sarısülük olsun” diyebilmiştir.)

HDP, “cephe” olarak tanımlanıp seçim partisine indirgenmektedir. Buradan da radikal demokrasiyi, mevcut liberal burjuva demokrasisinin ileri çekilmesi olarak tanımlayan Laclau-Mouffe çizgisine bağlanılmaktadır. Bu çizgi, geri çekilmedir, yenilginin teslimiyeti ve temsiliyetidir. Burada, olası tehditlerin hizaya çekilmesi, pürüzlerin giderilmesi vardır. Başını kaldıran, “iktidar manyağı” diye ezilecektir. Kolektife ve çalışmaya seslenen, “işçi kuyrukçuluğu” suçlamasıyla karşılaşacaktır. Safları ayrıştırmaktan bahseden ve devrim hattına işaret eden, “bütüncülük ve totaliterlik” eleştirisine maruz kalacaktır. İlkinde düşman sızmalarına karşı gerçekleşen kontrol, ikincisinde disiplin ve hiyerarşi, üçüncüsünde hareketin bütünsel varlığı tasfiye edilmek istenmektedir. Özünde demokrasi mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin yerine ikame edilmektedir. Bu gayret, batının Sovyetler’e ve toplamda tüm devrim pratiklerine yönelik verdiği mücadelenin bir parçasıdır. Bugün örgütlerin hepsi, Sovyetler’in enkazı altındadır.

Örgütten söz etmek ve örgüt olmak, diyalektik olamayan maddî partiye işaret etmektir. Örgüt, metafizik âlemdeki maddedir. Cephe, vicdanî oluşa, ahlâka kilitlenmek zorundadır. Maddeyi reddeden, bir tür diyalektiktir. Kendi maddîliğine Allah gibi tapanların varoluş biçimi, örgüttür. Kendi hareketini peygambervari görenler, salt cepheye işaret edeceklerdir.

Bir ruh ve belkemiği olarak THKP, Suphiler ve öncesine uzanan mücadelenin önemli bir zirvesidir. TKP-Sol Cephe nezdinde Suphiler, HDP şahsında THKP, tasfiye edilmektedir. Kürd ve Müslüman düşmanlığı belirli kavşaklarda buluşmaktadır. Sol Cephe bileşenleri, açıktan, “ırkçı ve dinci” partilere oy verilmemesini söylemektedir. Kürd hareketinin tüm pervasızlığı ile “ırkçı” olarak nitelenmesi, CHP’nin alanına oynamakla veya orada varolmakla ilgilidir. Bu saldırıların esbab-ı mucibesi, örgütlerin varlık imkânı buldukları CHP gerçekliğinin muhafaza edilmesidir. Aynı şekilde, CHP’nin özellikle doksanlardan beri olamadığı sosyal ya da liberal demokratlığı dışarıdan ona dayatmak da çıkışsızdır. HDP, bu çıkışsızlıktadır.

Partisiz cephe, iktidardan; cephesiz parti, sınıf ve sınıfsaldan uzaklaşmaktır. Bunlarsız devrim yolunun sürekli kesintiye uğraması, kaçınılmazdır.

Suphi ve yoldaşlarının değdiği yerler ile THKP’nin tüm bileşenlerinin değdiği yerler, mücadelenin tek müşterek vatanıdır. İkincisinin ilkinin komünist niteliğine kavuşmaması, önemli bir zaaftır. Seksenlerin ve doksanların tüm savunmacı pratikleri anlamlı ve değerlidir, ancak yetersizdir. Saldırı hattında bu savunmacılığın bıraktığı tortular temizlenmeli, enkaz kaldırılmalıdır.

THKP’nin komünist kılınması, halkın KP’sinin oluşturulması, hurucun diyalektiğine ve maddesine muhtaçtır. Bu huruc, “özel” bireylerin ihtiraslarına ve kaprislerine kesinlikle kurban edilemez.

Eren Balkır
16 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder