“Yüz bin asker olsa yezid kırılmaz
Eli Zülfikar’lı Ali olmayınca.”
[Pir Sultan Abdal]
Parti-Cephe,
hem madde, hem diyalektik olabilmektir. Dönemsel kuruluşu 12 Mart ve 12 Eylül
koşullarında tasfiye edilmiş bir sıçramadır. İç tasfiyesi, 1974 affıyla
gerçekleştirilmiştir. Affı gerçekleştiren CHP’nin maddî varlığı, içteki
diyalektiği çürütmüş, belirli şahıslar nezdinde bu diyalektik, metafiziğe
dönüşmüştür. Süreç içerisinde parti, cephe içerisinde belirli bileşenlerine
doğru parçalanmış, her bir parça örgütlere, Marx’ın tabiriyle, sektlere
(tarikatlara) dönüşmüştür. Marx’ın bu tarikatları düzleyecek bir proleter
harekete işaret ettiği düşünüldüğünde, THKP çıkışlı örgütlerin hâlâ varlığını
şu veya bu biçimde sürdürmeleri, proleter hareketin, hem ruh hem de belkemiği
olarak, yokluğu ile ilgili olmalıdır. Demek ki aslolan, o ruha ve belkemiğine iştirak
etmektir. Bu iştirak, partisiz cephenin uzlaşmayla; cephesiz partinin
teslimiyetle sonuçlandığı gerçeklikte, önemli bir sigortadır.
THKP,
tıpkı Mustafa Suphilerin hurucu gibidir; kısadır, attığı kesik derindir, geriye
dönüşsüzdür, kalıcıdır. Böyle olmasını önemsizliğinin delili olarak sunanlardan
derhal uzaklaşmak zorunludur. Lenin’in vurgusuyla, “Marksistler, olması
gerekenden değil, olandan hareket etmek zorunda” ise, bu iki moment aslîdir,
vazgeçilmezdir, olacak olana dair birer devrimci ayettir.
1974
sonrası THKP içindeki tasfiye sürecinde, Mahir Çayan ve yoldaşlarının işaret
ettikleri politik-teorik başlıklar da ayrışmıştır. Onların düşünsel ve eylemsel
varlığında birbirine değen, iç içe geçen, dönüşen, dönüştüren, tüm
politik-teorik unsurlar, her türlü etkileşim imkânından mahrum
bırakılmışlardır. “Sömürge tipi faşizm”, “emperyalizmin içkinliği meselesi”,
“kırların devrimciliği”, “PASS”, “Halk tanımı”, “anti-faşizm”, “dar kadro-geniş
kitle”, “kesintisiz devrim” gibi unsurlar, belirli şahısların mülkü hâline
gelmişlerdir. Böyle olunca, özel şahısların mülkiyetinde olan kimi değirmenler
kurulmuş, bu değirmenler, liberal taşıma suyla döndürülmeye çalışılmıştır.
1974
sonrası kurulan örgütlerin şefleri, yazdıkları tarihlerde nedense şu soruyu
cevapsız bırakmışlardır: ortada bir parti varken, neden örgüt kurulmuştur? Bu
cevapsızlık, THKP’nin tasfiyesini gizlemiştir. Doğalında, soruyu sormamak da
tasfiyeyi örtbas etmektedir. Bu örgütler, ya “THKP” ismini mülk edinmiş ya da
bilinmeyen bir gelecekte parti olmayı düşünmüşlerdir. Dolayısıyla, bu toplam
pratikte Mahir’in teorik faaliyeti talileştirilmiş, tekil bir bireyin varlığına
indirgenmiş, böylelikle etkisizleştirilmiştir. Bu, Mahir’in ikinci katlidir.
Ortada
bir parti varken örgüt kurmak, örgütün Mahir’deki bir kavramı bayrak yapıp öne
çıkması, ancak partiyle yapılabilecek işlerin boşa düşmesine neden olmuştur. Devrimci
örgütler kolektifi olarak parti, katledilmiştir. Kolektif devrimci
örgütlenme pratiği olarak cephe, boşa düşmüştür. Taktik ve strateji, soyut bir
teorinin, pratik soyut bir taktik ve stratejinin önünde diz çöktürülmüştür.
Partinin
olmaması, oldurulmaması, Çin-Sovyet geriliminin dolaylı veya dolaysız olarak
kadrolar nezdinde belirleyici hâle gelmesine neden olmuştur. Bu da Mahir’in
tabiriyle, “dünyanın Türkiye’si”nde devrimin yolunu kesintiye uğratmıştır.
Kesintisiz devrim, devrimin kesilmesiyle boşa düşmüştür. Örgütler, her daim,
tam ve doğru olan öznenin kendileri olduğunu iddia ederek, mevcut eksiklik ve
yanlışların üzerine yürümüşlerdir. Eksiklik ve yanlışlıklardan kurulan bir
kolektif pratiğe, sonrasında, rastlanılmamıştır. Örgütler, kitlelere ve
kadrolara eksik ve yanlış nesneler olarak yaklaşmış, kendilerini metafizik
âleme fırlatmışlardır.
Mahir’deki
politik-teorik unsurların örgütlere kapatılması sonucu bu unsurlar, tefrit ve
ifrat arasında salınıp durmuşlardır. Örneğin Mahir, açıktan fokoculuğu
eleştirirken, ondaki PASS, taklid bir fokoculuğa indirgenmiştir. Ondaki diğer
politik-teorik unsurlar da aynı tefrit-ifrat arasındaki salınıma tabi
kılınmıştır. THKP içinden çıktığını iddia eden örgütler, mülkiyet ve rekabetin
girdabında düşmana değil, kendilerine karşı ideolojik ve politik mevziler
örmeyi iş zannetmişlerdir.
THKP
kavşağının Suphilerden gelen politik-teorik hattın bir başka boyutuyla,
Kaypakkaya’da somutlanan hatla kesişmesi de bu süreçte mümkün olamamıştır.
Dolayısıyla bugün bir tabela partisinin kurduğu sol cephenin Kürd ve Müslüman
düşmanlığı yaparak varlık imkânı bulması için gerekli koşullar oluşmuştur.
Kaypakkaya boyutundan mahrum kalmak, başka bir açıdan, ülke bütünlüğünü en iyi
hâliyle ebru ya da mozaik olarak kafasında kuran bir ideolojik yaklaşımın
türemesine neden olmuştur.
Komintern’in
kurduğu komünist partilerin ömrü, Mahir’e gelene dek çoktan tükenmiştir.
Mahir’in arayışı ve kendi kavgası dâhilinde ulaştığı formül, gene de bir
komünist partiye işaret etmektedir. Ancak ne onun ne de devamcıları bu türden
bir partiye ulaşmak gibi bir menzile ve ufka sahiptir.
THKP’nin
ilk aşamada gerçekleşen tasfiyesinde önemli bir etmen olan CHP, bugün de
çeşitli parti ve cephe pratiklerini tayin etmektedir. Dikkat edilmesi gereken
nokta, burasıdır.
Ne
HDP ne de TKP, bir “komünist parti”dir. Bunların koşulladıkları cephe
pratikleri, kitleleri ilkinde demokrasi, ikincisinde devlete bağlamaya
yazgılıdır. Marx’ın ifadesiyle, devlet ve demokrasiye eşit uzaklıkta bir
sosyalizmin ve devrimin mecbur olduğu kitleler, bu cephe pratikleri şahsında,
likide edilmektedir.
Gezi
sürecinin içindeki sol örgütlerin eriminin, menzilinin ve ufkunun 30 Mart
belediye seçimi ile sınırlı olduğu anlaşılmıştır. Ethem’in, Ali İsmail’in ve
diğer tüm şehidlerin bayrak olduğu dipteki komünist dava, alabildiğine, turaba
gömülmüştür. Gezi’deki tüm örgütler, oradaki öfkeyi de gasp edip, sandık önünde
hizalanmışlardır. (Bizim “Ethem Sarısülük adayımız olsun” önerimiz, yani
Gezi’nin öfkesini diri tutma çabamız karşılıksız kalmış, aylar sonra Ekmeleddin
aday gösterilince Halkevleri, istediğini alamadığı için, “adayımız Ethem
Sarısülük olsun” diyebilmiştir.)
HDP,
“cephe” olarak tanımlanıp seçim partisine indirgenmektedir. Buradan da radikal
demokrasiyi, mevcut liberal burjuva demokrasisinin ileri çekilmesi olarak
tanımlayan Laclau-Mouffe çizgisine bağlanılmaktadır. Bu çizgi, geri çekilmedir,
yenilginin teslimiyeti ve temsiliyetidir. Burada, olası tehditlerin hizaya
çekilmesi, pürüzlerin giderilmesi vardır. Başını kaldıran, “iktidar manyağı”
diye ezilecektir. Kolektife ve çalışmaya seslenen, “işçi kuyrukçuluğu”
suçlamasıyla karşılaşacaktır. Safları ayrıştırmaktan bahseden ve devrim hattına
işaret eden, “bütüncülük ve totaliterlik” eleştirisine maruz kalacaktır.
İlkinde düşman sızmalarına karşı gerçekleşen kontrol, ikincisinde disiplin ve
hiyerarşi, üçüncüsünde hareketin bütünsel varlığı tasfiye edilmek istenmektedir.
Özünde demokrasi mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin yerine ikame edilmektedir.
Bu gayret, batının Sovyetler’e ve toplamda tüm devrim pratiklerine yönelik
verdiği mücadelenin bir parçasıdır. Bugün örgütlerin hepsi, Sovyetler’in enkazı
altındadır.
Örgütten
söz etmek ve örgüt olmak, diyalektik olamayan maddî partiye işaret etmektir.
Örgüt, metafizik âlemdeki maddedir. Cephe, vicdanî oluşa, ahlâka kilitlenmek
zorundadır. Maddeyi reddeden, bir tür diyalektiktir. Kendi maddîliğine Allah
gibi tapanların varoluş biçimi, örgüttür. Kendi hareketini peygambervari
görenler, salt cepheye işaret edeceklerdir.
Bir
ruh ve belkemiği olarak THKP, Suphiler ve öncesine uzanan mücadelenin önemli
bir zirvesidir. TKP-Sol Cephe nezdinde Suphiler, HDP şahsında THKP, tasfiye
edilmektedir. Kürd ve Müslüman düşmanlığı belirli kavşaklarda buluşmaktadır.
Sol Cephe bileşenleri, açıktan, “ırkçı ve dinci” partilere oy verilmemesini
söylemektedir. Kürd hareketinin tüm pervasızlığı ile “ırkçı” olarak
nitelenmesi, CHP’nin alanına oynamakla veya orada varolmakla ilgilidir. Bu
saldırıların esbab-ı mucibesi, örgütlerin varlık imkânı buldukları CHP
gerçekliğinin muhafaza edilmesidir. Aynı şekilde, CHP’nin özellikle
doksanlardan beri olamadığı sosyal ya da liberal demokratlığı dışarıdan ona
dayatmak da çıkışsızdır. HDP, bu çıkışsızlıktadır.
Partisiz
cephe, iktidardan; cephesiz parti, sınıf ve sınıfsaldan uzaklaşmaktır.
Bunlarsız devrim yolunun sürekli kesintiye uğraması, kaçınılmazdır.
Suphi
ve yoldaşlarının değdiği yerler ile THKP’nin tüm bileşenlerinin değdiği yerler,
mücadelenin tek müşterek vatanıdır. İkincisinin ilkinin komünist niteliğine
kavuşmaması, önemli bir zaaftır. Seksenlerin ve doksanların tüm savunmacı
pratikleri anlamlı ve değerlidir, ancak yetersizdir. Saldırı hattında bu
savunmacılığın bıraktığı tortular temizlenmeli, enkaz kaldırılmalıdır.
THKP’nin
komünist kılınması, halkın KP’sinin oluşturulması, hurucun diyalektiğine ve
maddesine muhtaçtır. Bu huruc, “özel” bireylerin ihtiraslarına ve kaprislerine
kesinlikle kurban edilemez.
Eren Balkır
16 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder