Lenin’in
dinle ilgili yazıları iki kategoriye ayrıştırılabilir: ilk kategori açık
biçimde dinle ilgilidir, ikinci kategoride ise dini örtük olarak ele alan
yazılar bulunur. Bu makalede ben ilk kategoriye odaklanıyorum. Çoğunlukla
Lenin, dine hiç zaman ayırmamış, doktriner bir ateist olarak kavranır. Oysa
onun dinle ilgili ifadelerinin detaylı bir biçimde dikkate alınması durumunda,
Lenin’in iki değerlikli ve karmaşık bir konum aldığı görülür. Ben burada dört
unsuru ele alıyorum:
[1]
Dinin, ıstıraba tepki ve ıstırabın sebebi olarak, sahip olduğu ikilik;
[2]
Afyon ve içki metaforları;
[3]
Din ve partiyle alâkalı olarak vicdan hürriyeti;
[4]
Marjinal din biçimlerinin sunduğu devrimci radikal imkânlar.
Lenin’in
açık ifadelerine dair ana metinler şunlar: “Sosyalizm ve Din” (Lenin, Toplu
Eserler 10:83-87), “İşçi Partisinin Dine Yönelik Tavrı” (15:402-413), “Din
ve Kiliseye Yönelik Tavrı Bakımından Sınıflar ve Partiler” (15:414-423) ve
“Militan Materyalizmin Önemi Üzerine” (33:227-236). Bu metinler üzerinden
edinilecek ilk izlenime göre Lenin dine düşmandır. O, Marksizmin “kesinlikle
ateist ve pozitif manada tüm dinlere düşman” olduğunu yazar (Lenin 15:402;
ayrıca bkz.: Lenin 19:23); o bir lânet, işçi sınıfının oyalanması, ölümden
sonra hayata dönük nafile umutlardır. “Dinî sis,” “ortaçağa özgü küf”
“bilmesinlercilik,” “şarlatanlık” (Lenin 10:84, 85, 87)[1] – gibi terimler, ilk
başta Lenin’in konumunu ifade ediyormuş gibi görünmektedir.
Tepki
ve Sebep
Daha
derinlikli bir okuma ise daha kapsamlı bir karışıklık çıkartır ortaya.[2]
Öncelikle, Lenin, dinin hem zulme dönük bir tepki hem de onun sebebi olduğunu
tartışır. İlk değerlendirmede din sosyo-ekonomik sömürüye dönük bir tepkidir
(Marx, Toplu Eserler 3:175-6; 5:4; Lenin 21:275-280). “Dinî
şarlatanlığın gerçek kaynağı ise ekonomik köleliktir. Dinin ana mesele olduğu
burjuva radikalizminin aksine, komünistler için dinin boyunduruğu ‘toplumdaki
ekonomik boyunduruğun bir ürünü ve yansıması’dır” (Lenin 10:87 ve 86; ayrıca
bkz.: Lenin 15:405-6). Aynı zamanda din, ıstırabın da sebebidir.
Bir
inanç sistemi olan din, sömürülenin zulümden kaynaklı acılarına katkı sunar,
“kitlelerin ruhanî ve ahlâkî hayatını (…) kabalaştırıp karartır” (Lenin,
10:83). “Biz, tanrıların bize yargılama esnasında yardım sağlayacağına, çare
bulmak için ettiğimiz duaların cevaplanacağına, Tanrı’nın mahkeme koltuğunda
oturup düşmanlarımızı cezalandıracağına, Tanrı’nın inayetinin mevcut
hayatımızdan daha iyi bir hayatı bize armağan edeceğine inanabiliriz. Ancak bu,
avuntudan başka bir şey değildir, zira söz konusu inançlar, sadece bizim
elimizdekiyle yetinmeye rıza göstermemize yarar” (Lenin, 5:338). Bizim
inançlarımız da sorunun parçasıdır, çünkü onlar “papaz cüppesi içindeki birer
jandarma” olan ruhban sınıfının işlediği birer suçtur (Lenin, 17:142; ayrıca
bkz.: Lenin, 5:385, 414; 6:259) Bu sınıf devlet iktidarıyla canciğer kuzu
sarmasıdır, iktidardan maaş, ev ve kilise binaları temin eder, tüm kilise
sistemini bu devlet iktidarı muhafaza eder.(3) Hâsılı, bu ruhban sınıfı, içinde
kendi imtiyazlı konumlarını muhafaza etmeye düşkün toprak ağalarının ve
kapitalistlerin de olduğu küçük yönetici sınıfın bir parçasıdır (Lenin, 19:28).
Bir
insan dine nasıl tepki verir? İlkin sistematik eğitim, işçilerin ve köylülerin
ışığı görmelerini sağlar. Ağızdan çıkan söz ve basın yoluyla, “dinî sisin
hakiki ekonomik ve tarihsel köklerine dönük bir izahat” aracılığıyla (Lenin,
10:86; ayrıca bkz.: Lenin, 15:404) dinin hakikati ifşa edilecektir. Bu, sadece
ilk adımdır, diğer adım, işçilerin kendi mücadeleleri aracılığıyla zulmün
bilincine vardıkları, dinin oynadığı rolü gördükleri devrimin ta kendisidir
(Lenin, 10:86-7). Ancak tüm çıplaklığıyla ortada duran soru şudur: en güçlü
silâhınızı konuşlandırdığınızda ve dinin ekonomik sebeplerini ortadan
kaldırdığınızda, din hâlâ mevcut ise ne olacak? Bir yaklaşıma göre, devrim
yabancılaşmanın tüm sebeplerini ortadan kaldıracaktır, ama gene de din
varlığını sürdüren kimi politik ve kültürel boyutlara sahiptir. Bir ara Lenin,
Skvortsof-Stepanof’u 1922’de din aleyhine bir kitap yazmaya teşvik eder, kitap,
din ile burjuvazi arasındaki bağlantıları ve ateizmin tarihini aktaracaktır
(Lenin, 29:110-11; 36:570). Ancak aynı yıl kaleme aldığı “Militan Materyalizmin
Önemi Üzerine” isimli yazısında Lenin, giderek artan bir sabırsızlıkla,
görevlerin ifasında sahip oldukları yetersizliklerin giderilmesi için devreye
sokulan eğitim programlarını kıyasıya eleştirir (Lenin, 33:229-30). Dinin
mevcut direncine yönelik yaklaşımında da görüldüğü üzere, Lenin (biraz da
gönülsüzce) şu iddiada bulunur: kitleler hâlâ yarı uykulu bir hâldedir, dinî
uyuşukluklarından henüz daha kurtulabilmiş değillerdir.
Ancak
bu yaklaşım, devrim sonrasında dinin neden hâlâ varlığını sürdürdüğü sorusunu
cevaplamamaktadır. Lenin, bu hususta doğrudan bir cevap vermez ve dinin hâlâ
ölmemiş olması gerçeğini üreten zulüm koşullarının sürdüğünü örtük olarak ifade
etmekle yetinir. Onun, hem proletarya diktatörlüğünün hayatî olduğu sınıf
mücadelesinin sürekliliği hem de burjuvazinin Rus devrimini engellemek için can
attığı uluslararası duruma yönelik sık sık yinelediği tartışma, sınıfsal zulmün
henüz tümüyle alt edilemediği iddiasını destekler niteliktedir. Ancak bu
argüman, din, sınıfsal çelişki ve zulüm koşulları bakımından devrimin pek fark
yaratmadığını söyleyen bir konuma meyletmektedir. O vakit Hristiyanlık gibi bir
dindeki devrimci imkânları tanımlamak mümkün müdür? Lenin’in bu imkânı görüp
görmediği sorusu, aşağıda aktarılan soruşturmanın temelini teşkil etmektedir.
Afyon
ve İçki
Buraya
kadar ben, Lenin’in dine yönelik yaklaşımının cevaplandırılmamış bir soru
olarak kaldığı iddiasını öne sürdüm. Dikkate aldığım metinler, eskiden beri
dillendirilen paradigmanın sınırlarını hiçbir vakit aşamıyorlar: bu paradigmaya
göre din, hem ıstırabın sonucu hem de onun sebebi olabilir; dine verilecek
cevap da zulmün ekonomik temelini ortadan kaldırmak için sabırlı bir eğitim ve
ajitasyondan oluşan bir bileşkedir. Ancak devrimden sonra varlığını sürdürdüğü
vakit dine nasıl cevap üretilecek? İlk ipucu, dinle ilgili en ünlü yorumlardan
birinde açığa çıkıyor: “din halkın afyonudur” [opium naroda]. Din,
sermayenin kölelerinin insan sureti [obraz] kazandıkları, az çok
kıymetli birer insan olarak yaşama taleplerini dile döktükleri, ruhanî bir
içkidir (Lenin, 10:83-4).
Bu
metin doğrudan Marx’ı anıştırmaktadır: “Dinî ıstırap, aynı zamanda hem
gerçek ıstırabın hem de gerçek ıstıraba karşı protestonun bir ifadesidir.
Din, mazlum varlığın iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların
ruhudur. Din halkın afyonudur [das Opium des Volkes]” (Marx, 3:175-76).
Afyonun
basit manada hisleri körelten bir uyuşturucuyu ifade ettiğine ilişkin olağan
izlenimin aksine, Marx’ın “afyon” sözcüğünü kullanması fiiliyatta
çokdeğerliklidir (McKinnon 2006; Boer 2012:223-30). O dönemde afyon lanetli bir
uyuşturucu olarak takdir gören, tehlikeli bir belâ olarak kınanan, bu iki
yaklaşım arasındaki çok sayıda ton dâhilinde değerlendirmeye tabi tutulan bir
maddedir. Afyon, hem fakirin ucuz yoldan temin ettiği bir belâ hem hayatî bir
ilâç hem yazarlar ve sanatçılar için ilhamın ve bağımlılığın kaynağı hem de
(Britanya İmparatorluğu’ndaki) sömürgeciliğe dayalı sömürü sisteminin ve Marx
ile Engels’in kendi devrimci çalışmalarını yapmalarına imkân veren ekonomik
koşulların temelidir. 1925’te sol eğilimli Moskova Metropolitanı Aleksandr Vvedenski’nin
de söylediği gibi, afyon sadece hisleri uyuşturan değil, ayrıca “hayattaki
acıları da azaltan bir uyuşturucudur ve bu bakış açısı üzerinden afyon, bize
kendisini damla damla sunmayı sürdüren bir hazinedir” (Vvedensky, 1985,
223).(4) Esasında Marx’ın kendisi de aşırı çalışma, uykusuzluk, sigara
tiryakiliği ve yoğun kahve tüketiminin yol açtığı çok sayıda rahatsızlığı
tedavi etmek amacıyla düzenli afyon kullanan birisidir. (Jenny Marx, 1983,
563).
Lenin’deki
“afyon” sözcüğünün de çokdeğerlikli olduğu söylenebilir mi? Lenin, Marx’ın
“halk afyonu [das Opium des Volkes]” cümlesini “halkın afyonu” [opium
naroda] olarak tercüme etmektedir. Kullanım aynı ama Rusça versiyonunda
genitif var (ayrıca bkz.: Lenin 15:402-3). Lenin, bir de cümleye şerh düşmekte
ve dinin “bir tür ruhanî içki” [rod dukhovnoi sivukhi][5] olduğunu
söylemektedir. Peki din, acıyı dindirmek için kullanılan bir şişe votkadan
fazlası değil midir? Bence içki, aynı zamanda daha zengin ve daha karmaşık bir
metafordur. “İçki” (sivukhoi) sözcüğünün “afyon”un en iyi tercümesi
olduğunu ilkin 1925’te Metropolitan Vvedenski dile getirmektedir (Vvedensky
1985:223) ki bu tercüme de muğlâklığa yol açmaktadır. Buna bir de Rus
kültüründe alkolün sahip olduğu rolü eklemek gerek: bugün (2011) bile bira,
çoğu insan öyle olduğunu düşünmese de, alkollü bir içecek olarak görülmektedir.
Birayla ilgili kanunun değişmesi sonrasında Rusya’da kamusal alanda içki
içtikleri için Putin’in polisinin gençlere cezalar yazması dışında, bira içme
kültüründe değişen pek bir şey yok. Dükkânlarda hâlâ iki litrelik şişelere
rastlanmaktadır. Bunun dışında, epey şöhrete sahip votka tek elle
kavranabilecek şişelerde alınabiliyor ki bu özelliği, şişenin dibinin
görülmesine dair Rus geleneği bağlamında, gerekli.
Ruslar,
sahip oldukları efsaneleşmiş içki içme maharetlerine hayrandırlar. Votka, uzun
bir tren yolculuğunun her daim önemli bir parçasıdır. Eve gelen misafire hemen
ikram edilen bir içkidir, kutlamaların ayrılmaz bir parçasıdır, ama aynı
zamanda çok uzun süredir önemli bir endişe kaynağıdır. Örneğin, Lenin ve Stalin
döneminde aşırı içki tüketimine mani olmaya dönük sürekli çaba sarfedilmiştir.
Sonrasında Hruşçev ve Brejnev, votkaya erişimi sınırlamaya çalışmış, ancak bu
çabalar, 1985’te Gorbaçev’in yürürlüğe koyduğu kapsamlı kampanyayla
kıyaslandığında sönük kalmıştır. Bizzat Lenin, Devrim sonrasında dış güçlerin
müdahalesi esnasında (tahılın nakliyesi için gerekli araçların yokluğunda)
dehşet verici kıtlık döneminde köylülere sarkıntılık eden ve tahıl çalıp duran
sarhoş askerlere ve tahıl yetiştiricilerine epey hiddetlenmiştir. Gene de
votka, hayatî bir ekonomik ürün olarak görülmüştür. Titiz ve detaylı bilgileri
içeren Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi isimli eserinde Lenin, damıtma
sanayinin hızla büyümesiyle ilgili grafikler ve veriler sunmaktadır (Lenin
3:288-91).
Alkol,
eğer daha fazlası değilse, afyon kadar karmaşık bir metafordur. O, hem ruhanî
içki hem de kutsal votkadır: hayatın yorgunluğunu atma, mazluma uzanan yardım
eli, kurtulması mümkün olmayan toplumsal arabulucu, hislerin uyuşması,
bağımlılık kaynağı, gücün ve azmin dağılmasıdır. Sert bir içki olarak din,
bunun yanında, Lenin’in düşüncesindeki dinle ilgili karmaşıklığın daha da
derinleşmesine neden olur.
Vicdan
Hürriyeti
Lenin’in
dine yaklaşımı, vicdan hürriyetini ele aldığı noktada görece daha da
çokdeğerlikli bir hâl alır. O, bu vicdan hürriyeti ifadesine dikkatini bir dizi
bağlamsal sebeple yöneltir, ama onun özellikle bu ifadeyi ele almasının nedeni,
güçlü bir hareket olan Alman Sosyal Demokratlarının dinle ilişkili olarak
“vicdan hürriyeti”ne başvurmaya dayalı konumlarıdır. 1891 tarihli Erfurt
Programı’nda da belirtildiği üzere, “din özel bir meseledir [Erklärung der
Religion zur Privatsache]” (SPD 1891a:3; 1891b:3; ayrıca bkz.: Lenin
15:404).
Lenin,
çoğu kez bu konuma bağlı kalır (Lenin 4:239; 6:28; 8:92; 12:296; 6:402; 7:79),
ancak hem “Sosyalizm ve Din”de hem de “İşçi Partisinin Dine Yönelik Tavrı”nda
Lenin birkaç nitelemede bulunur. Lenin, bu makalelerinde devlet ve partiyi
ayırır: din, saf anlamda özel bir mesele olmalı, her bakımdan devletten
ayrılmalıdır; parti, dini özel bir mesele hâline getirmemeli, ama aynı zamanda
ateizmi de parti üyeliği için bir önkoşul olarak belirlememelidir. İlk
yaklaşımı kabul etmek mümkünse de ikincisi hakkında kimi çekinceler vardır.
Devlet bahsinde en uygun komünist konum, kilise ile devletin radikal manada
ayrıştırılması, buna kilise ile eğitimin ayrıştırılmasının eklenmesidir (Lenin
10:194-5; 11:35). Kilisenin devletle kurduğu o kirli ama ehemmiyetsiz ilişkinin
mevcut tarihi düşünüldüğünde, kilisenin etkisinin sıfırlanması gerekli bir
husustur (Lenin 10:84-5; 6:28, 30; 6:347-8; 6:402).
Bu
noktada Lenin önemli bir nitelemede bulunur: parti, dini özel bir mesele hâline
getirmemelidir. Bağlamsal açıdan Lenin, toplumun her yüzeyinde vicdan
hürriyetinin Batı Avrupa’daki uygulama biçimine karşı koymaya çalışmaktadır.
Dinin hem ekonomik zulmün bir semptomu hem de bu zulmün sürekliliğine dair bir
ifade olarak sürece katkı sunan bir etmen oluşu üzerinden düşünüldüğünde,
sosyalistlerin bu türden bir zulme karşı halk içinde dövüşmeleri zorunludur.
Savaşçılar, “dinî inançlar şeklinde hüküm süren sınıf bilinci yoksunluğuna,
cehalete ya da bilmesinlerciliğe (obskürantizm) karşı asla kayıtsız kalamazlar”
(Lenin 10:85). Dolayısıyla kilise ve devletin ayrılması, partinin hiçbir
engelle karşılaşmaksızın dine karşı ideolojik mücadele verilmesini mümkün kılacaktır.
Din, parti için tam da bu nedenle kamusal bir meseledir.
Bu,
parti üyesi olan birinin aynı zamanda ateist olması gerektiği anlamına mı
geliyor? Katiyen: Her ne kadar sosyalistler, materyalist bir dünya görüşünü
benimseyip, kilise karşıtı eğitim programları düzenleyerek tarihsel materyalist
konumun herkesi ikna edeceğini umut etseler de (Lenin 8:509-10; 10:23;
10:47-8), partinin ateizmi üyelik için bir önkoşul olarak belirlemesine gerek
yoktur. Hatta dindar diye bir kişi partiden çıkartılamaz: “Rusya Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’ne bağlı örgütler üyelerini dine göre tasnif etmemiş,
onların dini hakkında hiçbir şey sormamıştır, bundan sonra da sormayacaktır”
(Lenin 6:331, dipnot; ayrıca bkz.: Lenin 15:408).[6]
Bu
yaklaşımın üç nedeni mevcuttur. İlki, dine karşı çıkmanın tam da 1870’lerde
Alman Roma Katolik Partisi’ne karşı Bismarck’ın yürüttüğü Kulturkampf’ta
(kültür savaşı) görüldüğü biçimiyle, dinî örgütler içindeki tepkiselci
unsurları güçlendirmesidir (Lenin 15:403). İkinci neden, dine saldırmanın
ekonomik boyunduruğa karşı direnişe dönük dikkatlerin dağılmasına yol
açmasıdır. Bu aşamada başladığımız noktaya geri dönüyoruz: eğer din tali ve
idealist bir olgu ise, o vakit dine saldırı, hedefi bir biçimde ıskalamaktadır.
Din ilga edilse bile hiçbir şey değişmeyecektir, zira patronlar işçilere
zulmetmeyi sürdüreceklerdir. Üçüncü neden, dine odaklanmanın proletaryanın
birleşik cephesini dağıtacak olmasıdır (Lenin 15:407-8). Sağ bunu gayet iyi
bilmekte, din üzerinden proletaryayı parçalamaya çalışmakta, kiliseye bağlılığı
teşvik etmekte ve sosyalizmin tanrısız ateizmin programını savunduğunu iddia
etmektedir. Burjuvazi de eski düzene karşı yürüttüğü mücadelesinde ruhban
karşıtlığı ile dinle uzlaşma arasında bocalayıp durmaktadır.
Bu
nedenlerden ötürü parti, ateizmi programına “almaz, almamalıdır” (Lenin 10:87).
Ya da Lenin’in karakteristik ifadelerinden birine başvurmak mümkünse: “Dünya
üzerinde cennetin yaratılması için mazlum sınıfın gerçek manada devrimci
mücadelesinde gerçekleşecek birlik, bizim için proleterlerin ötedünyadaki
cennetle ilgili görüşlerinin birleşmesinden daha önemlidir” (Lenin 10:87).
Acil
gerekli olan, mümin ile ateist arasında değil, işçilerle sermaye sahipleri
arasında çizgi çeken birleşik bir cephedir. Hâlihazırda dindar olan insanlar
mücadeleye katıldıkları ölçüde partiye davet edilirler: Yahudiler,
Hristiyanlar, Ermeniler, Tatarlar, Polonyalılar, Ruslar, Finliler, İsveçliler
ve Almanlar, hep birlikte sosyalizmin ortak bayrağı altında yürürler. Tüm
işçiler kardeştirler ve onların somut birliği tüm emekçi, mazlum insanlığın
esenliği ve saadetinin yegâne güvencesidir (Lenin 8:348; ayrıca bkz.: 8:509-10;
10:23; 10:47-8).
Lenin,
ilk kez, din içindeki devrimci potansiyeli kabul eder. Daha önce dile
getirdiğim soruya birazdan geri döneceğim ama ilkin Lenin’in vicdan
hürriyetiyle ilgili argümanı dâhilinde yeterince ileri gitmediğini belirtmem
gerek.
Bu
hususta Lenin yeterince diyalektik değildir. Mesele, Hristiyan bir müminin
partiye üyeliğidir ve Lenin, görebildiğimiz kadarıyla, partinin ateizme
bağlılık yemini etmesinin gerekli olmadığını söylemektedir. Bu noktada o, din
ve partiye dönük kolektif ve bireysel yaklaşım arasındaki ayrıma başvurur.
Aslına bakılırsa Lenin şu soruyu sormaktadır: parti içerisinde bireysel vicdan
hürriyetinin tam anlamıyla hüküm sürmesine imkân vermek suretiyle özel,
bireysel olanın üzerinden mi hareket edeceğiz yoksa parti içerisinde yeni
kollar keşfedip işe kolektif olanla mı başlayacağız? Bu soru Lenin’in şu
tespitini koşullar: “Biz, parti içerisinde fikir hürriyetine
izin veriyoruz ama sadece gruplaşma hürriyetince tayin edilmiş belirli sınırlar
dâhilinde” (Lenin 15:409). Eğer kolektif, ortak kabul edilmiş belirli konumlara
sahip olursa ve bunu da açık tartışma (ki Lenin sağlıklı bir partinin oluşmasının
bir koşulu olduğu için hararetli ve açık bir tartışmayı savunan bir isimdir) ve
meclisler aracılığıyla gerçekleştirirse, o vakit partiye katılanlar söz konusu
konumlara riayet etmek zorunda kalacaklardır.
Aynı
yaklaşım dine de tatbik edilir. Lenin, papaz ve işçi ile ilgili iki örnek verir
(Lenin 15:408-9). Papazın tercihi keyfîdir, çünkü bu tercih, o dönemde yaygın
bir meseleye işaret eder. Olağan cevap genelde kayıtsız şartsız olumlu olur ama
Lenin aynı fikirde değildir. Eğer bir papaz, partinin amaçlarını paylaşıp o
amaçlara ulaşmak için faal olarak çalışırsa, partiye girebilir. Eğer papazın
dinî inancı ve komünizm arasında belirli bir gerilim mevcut ise o vakit bu
gerilim bizatihi papazın kendi meselesidir. Ama eğer papaz, başkalarını kendi
dinî görüşüne ikna etmeye çalışıp, partinin kolektif konumuna riayet etmiyorsa,
üyeliği düşürülür. Aynı ilke, mümin bir işçi için de geçerlidir. Bu işçi, parti
içinde faal olarak çalışmalıdır ama eğer kendi görüşlerine başkalarını ikna
etmeye kalkarsa, partiden atılır.
İlk
bakışta bu argüman makulmüş gibi görünebilir, zira politik bir örgüte giren
herkes parti platformuna bağlanmak zorundadır. Ama bu tümüyle kolektif bir
konum mudur? Eğer demokratik açıdan kabul edilmiş bir platformun onu kabul
etmeyen bir azınlık üzerinde bağlayıcı olduğuna dair asgari anlayışta kalırsak,
o vakit bu platform kolektif olarak kabul edilebilir. Ancak bu yaklaşım
(kapitalist) parlamenter demokrasilerdeki politik partilerin yaklaşımından hiç
de farklı değildir. Bu nedenle bizim bir adım daha atmamız gerekir: sosyalizm
gibi kolektif bir hareket dâhilinde birinin iradesini başkasına dayatması
aforozdan başka bir şey değildir.
Kolektif
irade, yukarıdan dayatılan tekbiçimliliğinin tasdik edilmesi ya da çoğunluğun
oyunun azınlığa karşı başat olması değil, inançların, arzuların, hatta tümüyle
ve açık biçimde ifade imkânı bulan kusurların bile karmaşık bir biçimde üst
üste gelmesinden doğan kolektif bir uzlaşmadır. Ancak bu çok renkli ifadelerin
serbest alan bulmasına imkân verilmesi ve diyalektik bir tükeniş dâhilinde söz
konusu ifadelerin çökmesine dek tüm imkânlarını peşine düşülmesi suretiyle bir
kolektif zuhur eder. Daha doğrusu, bu türden özgür ifade ve vicdan hürriyetini
mümkün kılmak kolektivitenin cisimleşmesini sağlar, bunun sonucunda da kolektif
irade ortaya çıkar. Hâsılı, tümüyle kolektif bir yaklaşım eksiksiz bir vicdan
hürriyetinin en iyi güvencesidir.
Radikal
İmkânlar
Şimdi
artık dinin politik anlamda iki değerlikli oluşuna, özellikle dinin imkânları
ve devrimci tarihini Lenin’in nasıl fark ettiği sorusuna geri dönebiliriz.
İlgili dönemde Lenin bu türden imkânlara bakmıştır. Kapsamlı toplu eserlerinden
bu konuda iki örnek vermek mümkün. İlki örnek, iktidarın ve söz konusu dönemde
kilisenin önemli bir özelliği olan çürümeden mustarip olan Rus Ortodoks din
adamları ile ilgilidir. Bu süreç, Metropolitan Aleksandr Vvedenski liderliğinde
oluşturulmuş olan, Islahatçılar denilen güçlü radikal
hareketin ortaya çıkışına tanık olur.
Bu
gerçeğin ışığında Lenin, bazı din adamlarının “bürokratik uygulamalara ve
bürokrasiye karşı tepki göstermekte, hürriyet talep etmekte ve polisin
‘Tanrı’nın hizmetkârları’na dayattığı ajanlığa karşı çıkmakta” olduğunu söyler
(Lenin 10:85; ayrıca bkz.: Lenin 8:448; 5:469 dipnot; 6:296-7; Walling
1908:392-401). Bu tarz bir gelişmenin yeterli olmadığını belirtmek gerek, zira
sosyalistler, bu yaklaşımı tümüyle desteklemeli, kilise, polis ve devlet
arasındaki zaafa uğratıcı bağların kopartılmasına dönük arzularını
gerçekleştirmeleri yönünde din adamları her şekilde teşvik edilmelidir. Sonuç
olarak Lenin şunu söyler: “Siz papazlar silâhınızın ruhanî gücüne inanmak
zorundasınız” (Lenin 10:85). Ama devletin teşviklerine boyun eğerseniz o vakit
yazık size, çünkü Rus işçileri sizin düşmanınız olacak.
Ekim
Devrimi sonrası, görece daha derin bir farkındalığın oluşması için gerekli
ikinci momente tanık olunur. 1 Mart 1921’de Lenin, Devlet Bankası ve Yüksek
Ekonomi Konseyi başkanı N. Osinki’ye (V. V. Obolenski) bir mektup yazar. Bu
mektupta Lenin, emekçi köylülerin geliştirilmesi ile ilgili çalışmalara büyük
bir hevesle katılan İvan Afanasiyeviç Çekunof isimli bir köylüden bahseder.
Kendi çiftliğini geliştiren bu köylü, diğer bölgeleri (Novgorod ve Simbirsk’i)
gezer ve Lenin’e köylülerin Sovyet iktidarına olan güvenlerini yitirdiğini
söyler. Yeni bir toplumun inşasında köylülerin sahip olduğu hayatî rolün
bilincinde olan ve Çekunof’un coşkusunu bizzat hisseden Lenin, Osinski’den
Çekunof’u Halk Tarım Komiserliği temsilcisi yapmasını ister ve Partisiz Köylüler
Konseyi kurulmasını önerir. Tam da burada şu hayatî mesele gündeme gelir:
Çekunof, “komünistlere sempati duymakta ama partiye katılmamaktadır, çünkü o
kiliseye gitmektedir ve Hristiyan’dır (Çekunof ayinleri reddettiğini ama
kendisinin bir mümin olduğunu söylemektedir.)” (Lenin 45:91). Karşısında duran
kişi, komünizme meyli olan, muhtemelen komünist yeniden inşanın geniş cephesine
adını yazabilecek bir Hristiyan köylüdür. Dahası Lenin, yaşlı bir çiftçi ile
yola koyulan Partisiz Köylüler Konseyi’nin tahıl üretilmeyen bir bölgeden gelen
başka bir kişiyle birlikte faaliyet yürütmesini önermektedir. Can alıcı nokta
şudur: tecrübeli olmaları tabii ki önemlidir ama “hem partisiz hem
de Hristiyan olan insanlar için bu konsey gayet hayırlıdır” (Lenin
45:91). Bunun nedeni belirtilmemişse de açık olan şu ki, bu türden bir örgüt
köylülerin güvenini kazanacak, komünist hükümete dönük komünistlerin safından
olmayan insanlardan destek gelmesini sağlayacak hem de Hristiyan ve komünist
bir köylü olmanın çelişkili olmadığını ispatlayarak, Hristiyanların da
komünizmi tercih edebileceklerini gösterecektir.
Sonuç
Lenin’in
dine yönelik konumu, her bir sapakta ve dönemeçte giderek daha da karmaşık bir
hâl almıştır. Artık karşımızda bir belâ ve kurgu olarak dini reddeden bir Lenin
yoktur. Bilâkis, onda dini ıstırabın sebebi, aynı zamanda dini ıstıraba bir
cevap olarak gören ikili yaklaşıma, afyon ve içki metaforlarının çokdeğerlikli
oluşuna dair görüşe, devrimden sonra dinin varlığını muhafaza edişindeki
muammaya, partinin din karşıtlığıyla parti üyeliği için ateizmin şart koşulması
fikrinin reddi arasındaki gerilime, hatta dinin devrimci potansiyeline dönük
farkındalıkla ilgili argümanlara rastlarız. Ancak gene de yazıyı bir üzüntüyü
dile getirerek bitirmek gerek: Lenin’in dinî solun mümkün olduğunu gördüğü
momentler, dine saldırdığı momentlere kıyasla görece daha azdır. Onun bu türden
imkânların açık biçimde farkında olmaması gerçekten de üzücüdür. Belki de Rus
Devrimi bu imkânları görebilmiş olsaydı, karşılaştığı sorunları daha kolay
atlatabilirdi.
Roland Boer
[Yazar,
bir sanayi şehri olan Newcastle’da ikamet eden Avustralyalı bir solcudur.
Yazarın esas olarak ilgilendiği konular Marksizm ve din arasındaki
kesişimlerdir. Bu hususta beş ciltlik The Criticism of Heaven and Earth (“Cennetin
ve Dünyanın Eleştirisi” -Haymarket, 2009-13) isimli bir eseri bulunmaktadır.
Boer, kısa süre önce Lenin ve din üzerine uzun soluklu bir çalışma kaleme
almıştır. Sık sık Asya’yı ziyaret etmekte olan yazar, 2014’te Çin’de bulunan
Renmin Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmaya başlayacaktır.]
Dipnotlar:
[1] Bu tarz bir “ders kitabı”nın mevcut konumu üzerinden bakıldığında, Lenin
fiiliyatta hem bir zamanlar yoldaşı olan Aleksinski hem de liberal Milyukof
gibi kimi çağdaşlarına daha yakın durur (Alexinsky 1913:307-17; Miliukov 1962:
60-104).
[2]
Lenin’in Marx’ın “insanın teorik varoluşu”na ve ondaki “din, bilim ve diğer
unsurlar”a eş ölçüde dikkat edilmesi gerektiğine dair yorumuna bakınız (Lenin
1:161-2; Marx 3:143).
[3]
Ya da Lenin’in karakteristik bir sağlamlıkla tespit ettiği biçimiyle: “Tüm
zalim sınıflar kendi hâkimiyetini korumak için iki toplumsal işleve ihtiyaç
duyarlar: cellâdın işlevi ve papazın işlevi” (Lenin 21:231-2; ayrıca bkz.:
Lenin 223:242; 5:290-1; 6:413, 422, 424, 427; 8:87; 9:464; 11:40; 12:275;
18:555-561; 19:260; 19:269; 19:332; 20:40; 21:228, 229, 231; 22:295; 23:128;
23:185; 23:265; 23:336; 31:149; 36:244-246).
[4]
Vvedenski’nin yirminci yüzyılda bile melankoli ve diğer rahatsızlıkları tedavi
etmek için afyon kullanan doktorlardan edindiği bu gözlem, afyonun mevcut
imajındaki ikirciklikle ilgili ilk gözlemdir.
[5]
Diğer bir tespiti de şudur: “Dinin halkı aptallaştıran afyonu” (Lenin 25:455;
Lenin 15:422-23).
[6]
Bu hususta Lenin Birinci Enternasyonal ile ilişkili olarak Marx ve Engels’in
aldığı konuma dikkatle kulak kabartır (Marx 21:208; ayrıca bkz.: Marx 23:142;
Engels 23:275-6; 43; Marx ve Engels 23:460).
Kaynakça:
Alexinsky, Gregor. 1913. Modern Russia. Çev.: B. Miall. Londra: T.
Fisher Unwin.
Boer,
Roland. 2012. Criticism of Earth: On Marx, Engels and Theology. Leiden
ve Chicago: Brill ve Haymarket.
Engels,
Friedrich (bkz.: Marx, Karl ve Friedrich Engels).
Lenin,
V.I. 1960-72. Collected Works. Moskova: Progress Publishers, 45 cilt.
Marx
(senior), Jenny. 1857 [1983]. “Jenny Marx to Engels in Manchester”, Londra, 12
Nisan 1857 civarı. Marx ve Engels, Collected Works içinde, Cilt: 40.
Moskova: Progress Publishers, 563.
Marx,
Karl ve Friedrich Engels. 1975-2004. Marx ve Engels, Collected Works. 55
cilt. Moskova: Progress Publishers.
McKinnon,
Andrew M. 2006. “Opium as Dialectics of Religion: Metaphor, Expression and
Protest.” Marx, Critical Theory and Religion: A Critique of Rational Choice
içinde. Yayına Hz.: W. S. Goldstein. Leiden: Brill.
Miliukov,
Paul. 1962 [1905]. Russia and Its Crisis. Londra: Collier-Macmillan.
Sozialdemokratischen
Partei Deutschlands (SPD). 1891a. Erfurt Program. German History in
Documents and Images: Wilhelmine Germany and the First World War, 1890–1918 içinde.
Şuradan temin edilebilir.
Sozialdemokratischen
Partei Deutschlands (SPD). 1891b. Protokoll des Parteitages der
Sozialdemokratischen Partei Deutschlands: Abgehalten zu Erfurt vom 14. bis 20.
Ekim 1891. Berlin: MIA.
Vvedensky,
Aleksandr Ivanovich. 1985 [1925]. Otvetnoe Slovo, A.I. Vvedensky. Religia i
Prosveshchenie içinde. Yayına Hz.: V. N. Kuznetsova. Moskova: Sovetskaia
Rossiia, s. 214-23.
Walling,
William English. 1908. Russia’s Message: The True World Import of the
Revolution. New York: Doubleday, Page & Company.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder