Pages

02 Şubat 2014

Eksiklik Kendi Özümüzde

[…] Eksik ve yanlış arayışındayız.
Durmadan eksik ve yanlış bulmak için uğraşıyoruz. Bunu yaparak, tamın ve doğrunun bizde olduğunu satma şansını elde ediyoruz.
Genel anlamda teoriyle, ideolojiyle ve politikayla ilişki biçimimiz bu. Oysa teorik, ideolojik ve politik mücadele, tam da bu tamlıkta ve doğrulukta değersizleşiyor, anlamsızlaşıyor. Demek ki teoriyi, ideolojiyi ve politikayı eksik ve yanlışa doğru değil, eksik ve yanlıştan kurup yıkarak, yıkıp kurarak ilerletmek şart. “Ben tamım ve ben doğruyum” demek, hiçbir şey yapmamak…
Eksiklik oluşla, yanlışlık eylemle ilgili. Peki ama oluşun eksik, eylemin yanlış olduğunu nereden öğreniyoruz, anlıyoruz?
Oluş konusunda mülkiyet, eylem konusunda rekabet konuşuyor içimizde. Dolayısıyla, oluş'umuzun eksik, eylem'imizin yanlış olduğunu bunlar öğretiyor olmalı. Marksist oluşun kendisini mülk edinmek ve rekabete sokmak, ister istemez, hâlihazırda popüler olana boyun eğmeyi dayatıyor. Eylemli görüneyim derken, oluş, basit bir kimliğe doğru kapanıyor. Dolayısıyla teoride, ideolojide ve politikada her şey düzleniyor, sürekli eksik ve yanlış aranıyor, daha doğrusu, her şey düzlendiğinden, tekil bir unsur bir ânda pürüz, sapma, eksilme, leke olarak görünüyor. Öznenin kendisi ise Allah gibi, tam ve doğru olarak kodlanıyor. Allah olan, kulluk yükünden kurtuluyor.
Olmak isteyen, eylemden kaçıyordur; sürekli eyleme koşanın, olmak gibi bir derdi yoktur. 
Oluş, ummanda, harmanda, aşkta, damarda, dârda olmaktır, gerisi yalan. Olmak isteyen, özünde ummana, harmana, aşka, damara, dara karşıdır, düşmandır. 
Olmak isteyenin derdi sınırdır; eylemek isteyeninse sınıf. Oluşa abanan, umman, harman vd. onu sınırlayacağından onları sevmez. Eyleme yüklenense, sınıfsal varlığından kaçıyordur. Sahte bir cennet peşindedir, barikat, tam da bu nedenle yapay cennettir.
Olan, oluşu kendisine kapatan, her türlü eylemi bozucu, dağıtıcı bulur. Yapan, eylemi kendisine kapatan, her türlü oluşu boğucu, sınırlayıcı kabul eder. Oluşta konuşan mülkiyet, eylemde konuşan rekabet ideolojisidir.
Eylem, ummanda dalga, harmanda rüzgâr, aşkta vuslat, damarda kan, dârda teslimiyettir. Yapmak isteyen, eylemini mutlaklaştıran, özünde bunlara karşı ve düşmandır.
Mülk sahibi olan, rekabet etmek zorundadır; rekabet içine giren, mülk edinmek istiyordur. Dolayısıyla ilki oluşu, ikincisi eylemi göğe çıkartır. İlki eksiklik, ikincisi yanlışlık görür sürekli. Olmak isteyen, eylemi bitirmek, eylemek isteyen, oluşu sona erdirmek zorundadır.
Kişilere ve sözlere takılmamak gerek. Yapısal, maddî süreçler, dinamikler işliyor. Birileri sözcü oluyor, sözün taşıyıcısı hâline geliyorlar. Ağızdan ve kalemden çıkanın önemi yok, ardına, dibine, derûnuna yoğunlaşmak gerek. Ya mülkiyet ya da rekabet konuşuyor sol öznelerin dilinde, başka bir şey değil.
Özne, eksiğe ve yanlışa sadece kendi tamlığı ve doğruluğu üzerinden bakıyor. Bu noktada eksik ve yanlış, anlamını yitiriyor. Oysa bu gayret, öznenin hep eksik ve hep yanlış olduğunu ifşa etmekten başka bir şeye yaramıyor.
“Teori tam, pratik doğru, bize sadece kitle lâzım” hesabını yapanlar, o kitlenin teorik, ideolojik ve politik eyleyişine teslim oluyorlar bir süre sonra. Özünde tamlık ve oluş mülkiyete; doğruluk ve eylem rekabete dair. Mülkiyet galebe çaldığında, oluşumuzu tamamlama; rekabet galebe çaldığında, eylemimizi doğrultma derdine düşüyoruz.
Mülkü olan, rakip buluyor hemen. Rekabet içine giren, her şeyi mülk edinmek istiyor. Eylem, oluşu bozup parçalayacağı için etkisizleştiriliyor; oluş, eylemi durdurduğu için kimse bir şey olmuyor. Herkes, bir “beden” olduğundan, Gezi ruhundan bahsediyor.
Rekabete kilitlenmiş özne, eksiklikleri katiyetle görmüyor. Mülkiyete kilitlenmiş özne ise yanlışları asla anlamıyor. Tasfiye işlemi de bu noktada gündeme geliyor. Her klik, içeriden ya da dışarıdan, bir tasfiye girişimi özünde. Örgütler, kolektif oluşun ve hareketin birer kliği, sadece birbirlerine siyaset yapıyorlar.
Olmak isteyen, kitleye; yapmak isteyen, kadroya bakıyor. Kadrodaki kitle bağları kesiliyor; kitledeki kadro dinamikleri köreliyor. Kadro, sürekli eksik; kitle, sürekli yanlış bulunuyor.
Demek ki solun eksik ve yanlış bulduğunu örgütlemek ve ona örgütlenmek gerekiyor.
Tam, bütünlüklü bir oluşun en doğru eylemi üreteceği düşüncesi, saçmalık. Doğru, kesin bir eyleyişin en doğru oluşu üreteceği de aynı şekilde zırvalık. Bugün solun önemli bir bölümünün akademisyen bireylerin tahakkümüne girmesinin nedeni burada: akademisyen, işi gereği, hep eksik olanı arayıp bulmak zorunda. Hatta kimi zaman yanlış olanın bile anlamı kalmıyor.
Solun bir diğer bölümü de “eski kuşaklar yanlış yaptı, doğruyu biz bulduk” havasında. Eylemsiz bir oluş, oluşsuz bir eylem, düşmanın tuzağı, tasfiye girişimi sadece.
Düşmana karşı mücadelede dost güçlerin içine sızan düşmanla uğraşmamak olmaz. Aksi de geçerli: düşmanın içinde mücadele ederken, dost güçlere de vurmak lâzım. Pirüpak, steril ve mutlak bir teorinin veya pratiğin herkesi önünde diz çöktüreceği bir yanılsama, küçük burjuvalara özgü bir yanılsama.
Eksikliğimizi ve yanlışlığımızı sürekli sorgulamak gerek. Bu, “tam ve doğru bende” diyerek olmuyor. Eksiklik oluşumuzla, yanlışlık yapışımızla alakalı. Oluşu kendinde bütünlediği, tamamladığı vakit, tüm yapışları, tüm eylemleri önünde diz çöktüreceğini zannedenler, fena yanılıyorlar. Aynı şekilde, yapışı ve eylemi kendinde doğrulttuğunda, kendi doğrultusunu, güzergâhını yegâne doğru olarak sunduğunda, tüm oluşu karşısında diz çöktüreceğini düşünenler de aynı yanılgı içerisinde.
Bize özünde, birbirine benzeyenlerin teşkil ettiği masonik localar, arkadaş kulüpleri değil, oluşunu ve eylemini devrime ve sosyalizme örgütlemiş bir örgütler kolektifi ve kolektif hareket lâzım.
“Tam benim, doğru benim” diyen, hareketin ve örgütlü kitlelerin içinden sadece tam ve doğru olana biat eden bireyleri çağıracaktır. Bu da tasfiyeden başka bir şey değildir. Zira tam veya doğru olduğunu zanneden bireyler, ya oluşa ya da eyleme asla alan açmayacaklardır. Bu bireylerin fiilî ağırlığında hareket duracak, kitleler örgütsüzleşeceklerdir.
Bugün var olan örgütlerin, örgütsüzlüğü ve hareketsizliği kendi bünyelerine almalarından dolayı, açmazda olmaları şaşırtıcı değildir.
Eksik ve yanlış, örgütlenme açısından zaruri, zira eksik ve yanlış olduğunu düşünmeyen, örgütlenmeyi de gerekli görmez. Eksiğin tam, yanlışın doğru olduğu yegâne koşul, bireyin ta kendisidir.
Demek ki, eksikliği mutlak gidermek, yanlış olanı düzeltmek, ancak bireycilikte mümkündür. Bireycilik, zaten eksiklik ve yanlış ile mücadeleyi (eksiği, yanlışıyla bir mücadeleyi) gözü kesmeyenlerin ideolojik yönelimidir.
“Tek doğru ve tam olan benim, gerisi yalan” diyenin çoğalması da mümkün değildir. O, her şeyi zaten kendisinde bitirmiştir. Bitmiş, tamamlanmış olanın bugünde bir şey yapması imkânsızdır. O, oluşunun herhangi bir “serseri” eylemle bozulmasına asla izin vermez. Ya da eyleminin herhangi bir “ucu açık” oluşla tehlikeye girmesini istemez.
Bizim derdimiz, bir eksik ve yanlış gördük, orayı tamama erdirelim, yanlışı düzeltelim, değil. Olarak eylem, eyleyerek oluş içinde, eksiğimizi ve yanlışımızı namluya sürmek, mesele bu.
“Solun müslümanla ilişkisi eksikti”, demiyoruz. Solun “Kürd’le, müslümanla ilişki kurmaması yanlıştı” da demiyoruz. Bunlar, en fazla, solun Kürd ve müslümana karşı kendisini koruma biçimi olabilir. Biz, naçiz varlığımızı buna teksif edemeyiz. Bizim düşmanın kurduğu, oldurduğu solu parçalamamız, dünyevî komünist hareketin doğulu eyleyişi ve oluşu olarak iştirakçiliğe alan açmamız şart.
Bu topraklarda İslamî olanın oluşu ve eyleyişi, bizde eksik. Kürd’ün ve mazlum halkların mücadelesi, bizden ırak. Mesele, lafta müslümanla ve Kürd’le temas kurup zevahiri kurtarmak, süreci niceliğe kapatmak olamaz. Hele, “AKP değil, siyasal İslam bitti, önce İnsan olmak lâzım vs.” demek hiç olmaz. Teoride ve pratikte bunlara örgütlenmek, bunları örgütlemekten ayrıştırılamaz. Burada örgütlenme, niteliksel mânâda peşinden sürüklenmek, “yap” dediğini yapmak demek değil, onların tarihsel-toplumsal derdiyle hemhal olmak, yüreğimizi ve aklımızı onların örsünde dövmek demek.
Sadece dövülenler iştirakçi, sadece onlar yoldaş!
Kendisini tam ve doğru kabul eden öznelerin buna tenezzül etmeleri mümkün değil. En fazla, istismar ve zulüm caridir, bu öznelerin pratiğinde. Özneliğinin tam ve doğru olduğunu düşünenin, kendisini eksik ve yanlıştan kurması ve yıkması imkânsız.
Oluş, kimlikçilikle ilgili. Oysa oluşun ne’liğe bakması şart. Örneğin İştirakî’nin kim değil, ne olduğu önemli. Buradan ne yaptığı daha net anlaşılacak.
Kimlikçilerin işçi sınıfını kimliğe indirgeyip, onu küçük görmesi, oradan da her kimliğe aynı, ayrımsız muameleyi göstermek için “ezilen” sığınağına sığınması, kaçınılmaz. Burada olan olmuştur, sadece yapanların, yapması muhtemel olanların güdülmesi, temel mesele hâline gelmiştir.
Eşcinselle işçinin, müslümanla işçinin, Kürd’le işçinin aynılaştırılması, eskinin işçici-kimlikçi zihniyetinin diğer kimliklere dayatılmasından başka bir şey değildir.
İşçiden tiksinilmesinin nedeni, işçiliğin “ben oldum” veya “her şeyi ben yaparım” demeye asla fırsat vermemesidir.
Örgütlerine ve geleneğine karşı kin ve düşmanlıkla hareket edenlerin tasfiyecilik dışında başka bir şansı yoktur. “Tek, tam, doğru teori, politika, marksizm, leninizm, komünizm ve parti bende” diyenin, tüm bu unsurların kesişim kümesinin sadece kendisini vereceğini anlaması gerekir. Yani bu kişi, aslında ne eksiğe ne de yanlışa odaklanmaktadır. Herkes ve her şey eksik ve yanlıştır, kendisi tam ve doğru. Bu düzleyici yaklaşımda herkes ve her şey eksik ve yanlış olunca, eksiklik ve yanlışlık her yere yayılmakta, eksiklik ve yanlışlık ortadan kaybolmaktadır. Dolayısıyla eksikliği ve yanlışlığı giderecek kolektif bir çaba da boşa düşmektedir. Aralar, araçlar, arada yapılması gerekenler anlamsızlaşmaktadır. “Komünizme bugün geçtik geçtik, geçmiyorsak komünizm de yalandır”, ona göre.
Örgütlerine ve geçmişlerine kin ve düşmanlıkla yaklaşan birisi, “benim örgütüm Mao’yu marksist görmüyordu, ben hayatımı Mao’nun marksist olduğunu ispatlamaya adadım” diyebilir. Bu, ona göre örgütün temel eksikliğidir. Ama Mao’nun marksist olduğunu ispatlama gayreti, ister istemez Mao’yu hâlihazırda popüler ve güncel olanla tanımlı kılmakla sonuçlanacak, buradan da Mao’nun içi boşalacaktır. Bu pratik, marksizmin bozucu, yıkıcı ayıracını devre dışı bırakmak ve kendinden menkul, sadece kendisine Maocu bir maoculuk üretecektir. Cehenneme giden yol, iyi niyetli taşlarla örülüdür. “Semanın altında kopmuş kıyamet, ne âlâ!” diyen Mao, cennette arazi satan papaza dönüşecektir birden. O, lime lime edilecek, Mao’suz bir maoculuk güncellenecektir. Esasında mesele, Mao’nun marksist olup olmaması da değildir, burada geride kalan klik, dışlayan diğer kliğe kendisini ispatlama derdindedir sadece. Söz konusu rekabet, dışlayan kliğin tasfiyesiyle sonuçlanacaktır. Olan, bu hengâmede Mao’ya olacaktır. âlâ
Buradan ideolojik planda kimi İslamcılarda görülen şu eğilim su yüzüne çıkar: “Hz. Âdem ilk insandır ve ilk müslümandır.” Bu yaklaşım, Hz. Muhammed’in pratiğini boşa düşürmekten, anlamsızlaştırmaktan, iğdiş etmekten, tarihten silmekten başka bir anlama gelmez.
Marksizmi devlet-ezilen ikiliği ve karşıtlığına kapatmak da aynı sonucu verecektir. Marx’tan uzaklaşmak, doğal olarak gündeme gelecektir. Lenin, Marx’ın karşısına konulacaktır. O, eksik ve yanlış olana dönük teorik ve pratik mücadelesinden ayrıştırılacaktır.
Hz. Muhammed, İbrahimî gelenek içerisinde devrim yapmışsa, Lenin de marksist ve genel olarak komünist gelenek içerisinde bir devrime tekabül eder. Lenin’cilik, bu devrimi silmektir. Kendi doğrusuna kilitlenip, liberal sulara yelken açanların, böylelikle uçsuz bucaksız hareket alanı edindiklerini zannedenlerin Lenin’de tasfiye etmek istedikleri, devrim olmaktır.
Salt hareket alanını sınırlıyor diye devletle dövüşenler, demokrasiyi devrimin yerine ikame etmektedirler. Bizim için önemli olan, devrimci ya da sosyalist demokrasi değil, devrimin “demokrasi”sidir. O da elbette birilerine göre eksik ve yanlıştır. Eksik ve yanlışa odaklanmak yerine, o birilerini ezmek gerekir.
Marksizmin ve leninizmin tam ve doğru olarak sunulması, özneye (özne burada bireyden başka bir şeye denk düşmez) kapatılması, onları öldürmenin, tasfiye etmenin başka bir biçimidir. Bu yaklaşım, hatasız olma derdiyle hiçbir şey yapmayacaktır, çünkü sadece hiçbir şey yapmayan hatasızdır.
Devlet ve demokrasi bahsinde de aynı işlem yapılmaktadır. Devlet yanlış, demokrasi eksiktir. Bu sebeple, sadece “doğru devlet” veya “tam demokrasi” çığırtkanlığı yapılabilmektedir. Bu çığırtkanlık, eksik ve yanlıştan uç verecek devrimin çığlığını bastırmaktadır.
Eren Balkır
1 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder