Sonraki kimi kurtuluş teologları gibi Camilo Torres de
imanı esasta praksis olarak anlar ve “komşuya duyulan sevgi”nin zulüm
koşullarında etkin olması gerektiğini, yapısal dönüşümün teşvik edilmesinin
zorunlu olduğunu ifade eder. Torres’e göre, kilisenin geleneksel manada
uyguladığı yardımseverliğin yapısal açıdan fukaraya karşı önyargılı olan
toplumlarda herhangi bir etkisi olmayacaktır, bu nedenle devrim, Hristiyanlık
içre bir zorunluluktur. “Devrimci olmayan bir Katolik, ölümcül günah içinde
yaşıyor demektir.” diyen Torres, sonrasında ülkesi Kolombiya’da devrimci
gerilla hareketine katılır. Yazıları ve ortaya koyduğu örneklik, Şubat 1966’da
ordu devriyesinin eliyle katledilmesinden çok sonra, kilise cemaatleri ve
politik eylemciler arasında önemli bir etkiye sahip olsa da, bu eylemiyle,
Latin Amerikalı teologlar için bir ilham kaynağı olamamıştır.
Bu makale, Torres’in devrimci Hristiyanlığını ve onu
desteklediğine inandığı kitabî ilkeleri özetlemektedir. Tarihsiz olmasına
karşın makale, Ekim 1965’te Ulusal Kurtuluş Ordusu’na katılmak için “gözden
kaybolma”sını önceleyen aylarda, kendisini takip etmeleri noktasında
başkalarını yüreklendiren ve kendi konumunu izah eden sayısız makale ve
mektuptan sadece birisidir.
* * *
[…] Biz Latin Amerikalılar birbirimizi severiz ama bu
sevme, her zaman pek rasyonel ya da yapıcı bir üslup dâhilinde gerçekleşmez.
İnsanlar arasında sevgi, işbirliği, misafirperverlik ve hizmet ruhu caridir.
Üst sınıf ise farklıdır. Aşırı genelleştirme riskine rağmen söyleyebilirim ki,
imanlarını ve ruhban sınıfına dönük desteklerini gereğinden fazla mesele
yapanlar, kendi dostlarını en az sevip kardeşlerine çokça hizmet eden ama
kilisenin dışarıda icra edilecek ayinlerine iştirak etmeyenlerdir. Dışarıda olanlar
kilisede değildir; kilisede olanlarsa dışarıda yoktur. Gerçek bir Hristiyan,
gösterdiği sevgiyle tanımlanabilir. İnsanlar Katoliklerden söz ettiğinde,
kilise dışı ayinlere atıfta bulunurlar. Kilise, dışarıya dair yükümlülükleri
ifa eden ve Hristiyan inancını anlamayan çoğunluktan müteşekkilmiş gibidir. Bu
insanlar, inançlarını sadece kilise dışında uygulamaktadırlar. Bunlar herhangi
bir Hristiyan için de söylenebilir mi? Eğer kötü niyete sahipse, hayır.
Fetişist de olsa, ateist olduklarına bile inansalar, kalplerinde sevgi olan her
insan Hristiyan’dır. Bu insanlar ruhen kiliseye aittir ve eğer vaftiz
edilirlerse, bedenen de kilise ait olacaklardır.
Durum tümüyle anormalmiş gibi görünmektedir.
Kalplerinde sevgi olanlarda iman yoktur. İmanı olmayanlar, en azından dışarıya
ilişkin bir olgu olarak tarif edilebilecek bir imandan mahrum olanlar da
sevgisizdir. Aziz Paul, “[…] komşusunu seven, Şeriat’ı yerine getirmiş
demektir.” buyurmaktadır (Romalılar 13:8). Aziz Augustine ise, “Sev ki hoşnut
olduğun şeyi yapabilesin” demektedir. Takdir-i İlahi’nin en kesin kanıtı,
dostuna olan sevgidir.
Aziz John bize şunları söylüyor: “Eğer bir insan
‘Tanrı’yı seviyorum’ ve onun kardeşinden nefret ediyorum’ derse, o bir
yalancıdır. Zira gördüğü kardeşini sevmeyen ama Tanrı’yı seven biri nasıl olur
da görmediği bir kardeşini sevebilir?” (I John 4:20).
Ancak kendi insanına dönük bu sevgi etkin bir nitelik
arz etmelidir. Bizler sadece iyi niyetlerimiz değil, temelde kendi
dostlarımızın her birinde temsil olunan Mesih’e hizmet eden amellerimiz
üzerinden de yargılanacağız: “Zira ben açtım ve sen bana yiyecek bir şey
vermemiştin; ben susamıştım ve sen bana içecek bir şey vermemiştin.” (Matta
25:42).
Latin Amerika’da, bugün var olan koşullarda görüyoruz
ki, insanların çoğunluğunu beslemek, giydirmek ve barındırmak mümkün
olmamaktadır. İktidardaki insanlar ekonomi alanındaki azınlığı teşkil
etmektedirler. Bu azınlık, ülkelerdeki politika, kültür, askeriye ve maalesef
dünyevî emtiaya sahip kilisedeki din iktidarını elinde bulunduranları kontrol
etmektedir. Bu azınlık, kendi çıkarlarına karşıt herhangi bir karar
almayacaktır. Bu nedenle devletin kararları her daim çoğunluğun aleyhine
olacaktır. Onlara yiyecek, içecek ve giyecek vermek, devlet kaynaklı kimi temel
kararların alınmasını gerektirir. Elimizde hâlihazırda teknik çözümler vardır
ya da olacaktır. Ama onların uygulanıp uygulanmayacağına kimler karar
verecektir? Azınlık kendi çıkarları aleyhine bu kararları uygulayabilir mi?
Kendi çıkarları aleyhine hareket eden bir grup sosyolojik bir saçmalıktan başka
bir şey değildir.
O vakit yapılması gereken, iktidarın çoğunluk
tarafından ele geçirilmesi yönünde vaazda bulunmak olacaktır. Çoğunluk, kendisi
lehine olan ekonomik, sosyal ve politik reformlar aracılığıyla mevcut yapıları
değiştirmek için iktidarı almak zorundadır. Bunun adı devrimdir. Eğer insanlar
için birbirlerini sevmek gerekli bir şeyse, Hristiyan’ın devrimci olması
zorunludur. Kendilerinin Katolik olduğuna inananlar için bunu anlamak ne denli
güç! Ama kiliseyle ilgili söylediklerimize bu mevzuu yansıttığımız vakit, meseleyi
anlamak kolaylaşacaktır!
Hristiyanlar, Katolikler kendilerini
ilgilendirmiyormuş gibi görünen bir dünyanın çöküşünü metanetle izleyen
insanlara benzemektedirler. Asla mücadeleye girmemektedirler. “Benim saltanatım
bu dünyanın saltanatı değildir.” (John 18:36) ifadesini okurken onlar “dünya”
sözcüğünü “günahkâr hayat” değil, “mevcut hayat” olarak anlamaktadırlar. Oysa
bu cümlede “dünya” sözcüğü tam da “günahkâr hayat” anlamına gelmektedir. Onlar
Mesih’in Baba’sına ettiği şu duayı unutmaktadırlar: “Onları dünyadan alman
değil, kötülükten uzak tutman için dua ediyorum sana.” (John 17:15).
İnsan dünyayı birçok kez terk eder ama kötülükten arî
kalmaz. Eğer cemaatin üyeleri birbirlerini severlerse, rahip de Komünyon
ayinini (ekmek ve şarap ayinini) daha gerçek bir şey olarak yapar. Bu ayin
tekil değil, kolektif bir ayindir. Söz konusu ayin, sadece insanlar
birbirlerine sevgi sundukları vakit, Tanrı’ya yapılmış bir ayin olacaktır.
Dolayısıyla, eğer kendi kardeşlerinin esenlikleri için
rahip sınıfı dışında kalan dindar halk dövüşmezse, rahiplik yüzeysel ve
bireysel bir ritüele dönüşür. Rahibin, kendisi dışındaki dindar halkın dünyevî
vaade katılmasını sağlamak gibi bir yükümlülüğü vardır, tabii bu da din
kardeşlerinin sevgisinin talep etmesiyle mümkündür. Bu sevginin kilisenin özel
mirası olmaktan çıktığı noktada, kilisenin komünal ruhunun sevgi olduğuna
şahitlik edilmesi gerekecektir. Maalesef insanlar, kilise dışı dindar halkın
şahitliğini kilisenin şahitliği olarak kabul etmemektedirler. Bu durumda rahip,
kilisenin şahitliğini halk vaftiz edilmiş her insanın kilisenin şahitliği
olduğunu anlayacak ölçüde eğitilene dek, şahitlik etmelidir.
Bir rahibin rahipliğinin dışsal uygulamalarını terk
edip politik mücadelelere iştirak ederken görmek, geleneksel zihniyetimiz için
aykırı bir durumdur. Ancak bir an olsun, rahipliğine özgü şahitliğinin ve
kardeşlerine dönük sevgisinin onu kendi bilincine, dolayısıyla Tanrı’ya karşı
doğru olmaya dönük vaatte bulunmaya mecbur edeceği üzerinde düşünmemiz gerekir.
Hristiyanlar, temelde sevgi ile harekete geçtiğinde ve
iman hayatlarında, özellikle kutsal hayat, yani İsa ile kilisenin hayatı içinde
aşikâr bir hâl aldığında, kilise dışı ayinler Hristiyan cemaat içinde sevginin
gerçek ifadeleri hâline gelecektir. O vakit biz, kilisenin sadece ekonomik ya
da politik iktidar değil, sevgi alanında da güçlü olduğunu söyleme imkânına
kavuşacağız. Eğer bir rahibin politik mücadelelere bu amaçla katılması mümkün
olabilirse, o vakit ortaya koyduğu fedakârlık meşrulaşacaktır.
Camilo Torres
[Kaynak: Revolutionary Priest: The Complete
Writings and Messages of Camilo Torres, yayına hazırlayan: John Gerassi,
Londra: Jonathan Cape, 1971, s. 327–32.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder