AKP, devletin şirket gibi yönetilmesidir. Egemenler,
böyle yönetilmesini emretmişlerdir. Şirket, mevcudiyeti gereği, anlamı
itibarıyla, Allah’a şirk koşmak zorundadır. Şirk koşan, ortaklaşmayı bilmez,
bilemez. O, zaten ortaklaşmamak için şirk koşmaktadır.
AKP’nin devletin şirket gibi yönetilen hâli olarak
görmeyip onu kuru ve kaba bir devlet ve rejime indirgeyenlerin derdi şirketlere
hizmet etmek ve onları aklamaktır.
Uzun zamandır kapitalistler, şirketlerin aile
şirketinden çıkartılıp kurumsal yapıya kavuşturulması meselesini tartışıyorlar.
Buna göre, tek kişinin, ailesiyle birlikte tüm süreçlere hükmetmesi yerine,
yukarıdan aşağıya kurumsal bir yapının teşkil edilmesi, iktisadî açıdan bir
zorunluluk olarak görülüyor. Fethullah operasyonu, bu kurumsallık içindir, ona
içredir. Bu şekilde anlaşılmalıdır.
Operasyonun derdi, tasası, devletin şirket gibi,
şirket olarak yönetilmesine karşı çıkmak değil, onu başka birimleri eşit gören
belirli bir kurumsal yapıya kavuşturmaktan ibarettir.
Şirketlerin kişisel gelişim, yönetişim süreçleriyle
becerdiği bir husus da çalışanlarını şirketin parçası kılmaktır. Onları şirket
gövdesinin önemli birer uzvu olduklarına inandırmaktır. Böylelikle bir molada
geçirilen zaman bile şirket içi ve şirket için harcanacak, kâr çoğaltılacaktır.
Bugün şirketler, birer küçük AKP; AKP de merkez
holding olarak çalışıyor. “800 TL çok para” diyenlerin yönetici, müdür
oldukları bu mekanizmada milyon dolarlar paradan bile sayılmayacak, ayakkabı
kutularına zulalanacaktır.
Bu açıdan, “çalınan senin paran” demek, dedirtmek, tam
da söz konusu ikna gayretine ortak olmaktır. Devletin malı denizse, insanları
balık olduklarına inandırmak sorunludur. Şirketin yönetilme tarzı üzerinden
kopan kavgada halkı şirketin batmamasına örgütlemek, tehlikelidir. Bu gayret,
halkı şirkete daha fazla kul-köle edecektir.
“Ben de isterem”ci bir zihniyetin kitlelere empoze
edilmesi, yanlıştır. Birilerinin oturup rüşvetin toplamını yurttaş sayısına
bölmesi ve o yurttaşın, “AKP benden şu kadar çalmış” demesi, anlamsızdır. Hesap
kitle, kolektif ve onların devrimi üzerinden yapılmalıdır.
Bugün sol, ne hikmetse, sokağa halkı değil, yurttaşı
çağırıyor. Buradan motive ve mobilize edilen kitlenin politik bir niteliği
yoktur. O politika, burjuva ufku asla aşamaz. Burjuva ufku aşamayana da
komünist veya devrimci denmez.
Bugün “özgürlükçü cephe”nin öncüsü, Fethullah’tır. Bu
cephenin solundan ya da sağından kervana dâhil olmak, devletin bekası için
elzemdir. Şirket olarak devlet için mücadele etmek, devlet olarak şirketin
desteklenmesi için zorunludur.
Fethullah’ın 2009’dan beri aslî yangısının devletin
yönetimi meselesi olduğu açıktır. Burada devletin şirket gibi yönetilmesi
hususunda bir ortaklaşma söz konusudur. Doğal olarak ihaleye fesat, yönetime
fitne karışacaktır. Şirket genişledikçe, yerleştikçe, bedel ödemek zorunda
kalacak, bu bedel, tabii ki halka ödetilecektir. Halk, şirketsiz işsiz,
işsizken aç kalacağı korkusuna kul edilecektir. Bu, AKP ile ya da AKP’siz,
mevcut rejimi bir biçimde konsolide edecektir.
Kurumsal yapıya dershaneleriyle iştirak etmek isteyen
Fethullah ve CEO’ları kendilerine yer bulamayınca feryadı basmış, kirli
çamaşırların ucu hafiften gösterilmiştir. Şirketin çok sayıda kirli işinden bir
ikisi üzerindeki örtü kaldırılmıştır. Bu hamlenin şirketin bekasına zarar
vermesi beklenemez. Hukuk, emniyet, meclis, buna göre ayarlanacaktır. Hele ki
ömrü bu devlete hizmetle geçmiş, onun aparatı olan Fethullah’ın bu türden bir
zararı göze alması mümkün değildir. Yaşanan, basit bir pazarlıktan ibarettir.
Fethullah’ın cemaatten hizmete, oradan da camiaya
dönüştürülmesi, önemli işaretler veriyor. “Demokratik bir sivil toplum
kuruluşu”ndan, şirketin hayır işlerini ve halkla ilişkiler çalışmalarını
yürüten bir yapıdan, özerk kurumsal bir aşamaya geçilmiş, deprem gibi momentler
üzerinden, halkın kılcal damarlarına ulaşılmış, bir Köy Enstitüsü ve Halkevleri
türünden, mevcut devletin tahkimi için çalışmalar yürütülmüş, şimdi de “camia”
denilerek, mevcut STK, bir parti olmayan partiye evriltilmiştir.
Doksanların sonunda “bize sol fethullahçılık lâzım”
diyen Ufuk Uras’ın “parti olmayan partisi”, Fethullah şahsında devlete
bağlanmıştır. Ancak bu bağlanma, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın tahakkümü
ölçüsünde mümkün olamamıştır. Bu kesimin işleri bildikleri gibi yürütebilmeleri
gerekmektedir. Müdahaleye, ortaklaşmaya ve çeşitliliğe kesinlikle kapalıdır. Aç
kurtlar gibi parçalanması gereken bir av vardır orta yerde.
Tayyip Erdoğan’a şahıs olarak bakmak mümkün değildir.
O, şirket olmaya mecbur kalan devletin aklı olarak düşünmek zorundadır. Kürt
coğrafyasındaki TOMA’nın batıya gelmesi, oranın zaliminin de batıya
taşınmasının ön işaretidir. Bugün Fethullah için kullanılan küfürler ve
söylemler, PKK’ye söylenenlerle aynıdır (misal “paralel devlet”). Bu açıdan
Sırrı Süreyya Önder’in “Bülent Arınç, bizim gruptaki bir arkadaşın açıklamasını
aşırmış, onu okumuş” demesi doğaldır.
Fethullah’a sahip çıkmak tabii ki mümkün değildir, ama
ona yönelik saldırının kitlesel harekete yönelecek saldırının işaretlerini
taşıdığı görülmelidir. AKP’ye sahip çıkmak tabii ki mümkün değildir, ama ona
yönelik saldırının, olası bir Fethullah-CHP-MHP ittifakında (buna Abdullah Gül
de eklenmeli) halkın tepesine inecek balyozun şiddetine dair izler barındırdığı
söylenebilir.
Fethullah’taki özgürlüğe sahip çıkmaya karşı, AKP’deki
direncin arkasında duran milletin hassasiyetini anlamak elzemdir. İlkindeki
özgürlük alanına yerleşmeye çalışmak, şirketin kapısına bağlanmak demektir.
Milletin hassasiyeti ise devletin şirketleşmesine karşı bir dirence, halk
iktidarı için bir yol açma iradesine örgütlenebilir. Bu aşamada dikine bir hat
nasıl çizilir, ona bakmak gerekir.
Eren Balkır
26 Aralık 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder