İrade murad’dır. Dilek, istektir. Narodnaya Volya,
halkın iradesi demektir. Halkın iradesi, mücadele içinde, halkın değil, saf,
kendinden menkul, her şeyden münezzeh bir iradenin tecessümü hâline gelebilir
zamanla. Doğalında, iradenin cisimleşmesi, iradenin, muradın arkasındaki
kavgayı kendisinde dondurur. Madde ve diyalektik, iradenin mevcut cisminde
silinir. Mürid, yani isteyen, parçası olduğu öznenin kavgasını unutan ve kendi
avının peşinde koşandır. Av, avcıdır artık.
Halkın öznel kavgası durulmaz oysa. Kırılır, geriye
düşer. Kırılma ve geriye düşme momentlerinde özne, kendisine ancak iradesinin
aktığı yatakta hayat imkânı bulabilir. Bu yatakta iradenin taşıyıcısı olan,
pratikte kendisini öznenin yerine koyar. Halkın mücadelesi, öznenin iradesinde
biter. İrade sahibi, mülkiyetiyle rekabet piyasasına dalar. İrade mal olur, pul
olur kimi zaman. Halka ait, ona içsel olan özneden geriye bir irade, ağaca
bağlanacak bir dilek kalmıştır.
Kendisinin halkın iradesi olduğunu söyleyen kişi,
kavganın bizatihi kendi bedeninde var olabildiği yalanını sürekli satmak
zorundadır. Yani kendisi olmazsa, kavganın bir adım ilerleyemeyeceğini hem
kendisine hem başkalarına inandırır. İnanmak kolaydır. Zor olan, kolektif bir
kavganın isimsiz ve adressiz parçası olabilmektir.
Küçük burjuvanın karakteri, her işi kendisinin
başlatıp bitirdiği fikriyatı üzerinden biçimlenir. O, kasabasında kurulmuş
ayakkabı fabrikasına işçi olamayan ayakkabı imalatçısıdır. İradesinin
öznelliği, başka bir tanrı tanımaz. Tanrıtanımazlık, onun dini olmak
zorundadır. Birkaç yıl içinde devrim yapacağına inandırılmış bir militanın
iradesi hamdır, safçadır. Nesnel olarak iradede devrimin öznelliği akar. Öznel
olarak bakıldığında ise devrim iradesini o öznellikte öldürmüştür. İradecilik
özneyi, öznecilik iradeyi her daim katleder, kuraldır bu.
Halk, Mahir’in dediği manada, “devrim için dövüşen ve
kurtuluşu sosyalizmde olan kitleler”se, sorun yoktur. Ama halk, böylesi bir
küçük burjuva öznelliğe göre tanımlanıyorsa, dönüşüme direnen, geri bir
mevzidir. Devrim ve halk, bu özne nezdinde ayrışmıştır; özne, devrimi
yürütürken, halk gerisinde kalır. Hep böyle olduğu varsayılır. Devrim iradesi,
yani devrim isteği halkı görmez. Onun özneliğini, bağrından devrimci bir özne
çıkartma ihtimalini tanımaz.
Mahir’in tanımına göre devrimci özne, kitlelerin,
sınıfsal katmanların kolektif kavgası için/de inşa edilmelidir, başka bir yerde
değil. Buna göre, halk mutlak bir veri değil, maddî diyalektik bir sürece tabi,
bir eyleyiştir. Halk, beş yılda bir oy sandığı önünde dizilenlerin toplamı
olamaz. Onun iradesi, sandıkların içeriden ya da dışarıdan parçalanmasını
gerekli kılar.
Lenin’in Sol Komünizm’deki ifadesi uyarıcıdır:
“Sosyalist
devrimciler” […] Marksizmi yadsıyarak, herhangi bir siyasal eyleme girişmeden
önce, sınıf güçlerini ve bu güçler arasındaki ilişkiyi hesaba katmanın gereğini
anlamamakta direniyorlardı (belki de daha doğrusu anlamıyorlardı.).”
Sınıf güçlerinin ve güçler arasındaki ilişkinin
değerlendirmeye dâhil edilmesi, öznenin talileşmesi, nesneleşmesini getirir.
Özne, buna ayak direr. O, her şeyi kendisinin yapabileceğini öngörür, söyler.
Siyasal eyleme girişmek, doğalında, Marksizmi yadsıyarak olur. Marksizm,
kimilerince bir sığınak ve kovuk olarak görülür. Oysa Marksizm, her daim
mücadelenin şahdamarındadır. O olmazsa, zaten vücutta kan dolaşmaz. Yani
Marksizm, siyasal eylemin içeriğini ve biçimini tayin eder. Dost güçlerin ve
düşman güçlerin ne hâlde olduklarını belirlemek için Marksizm şarttır.
Kolektif bir öznelliği ve iradeyi önşart kabul eden
Marksizm için kolektifle ve kolektifte oluşmak zorunluluktur. Akademi ve
masonik cemaatler, bu oluşumun dışındadır. O kolektif, işbölümü, disiplin ve
hiyerarşi üzerinden, herkesin katkısına muhtaçtır. Katkı, kolektifin oluştuğu
hatta, güzergâha tabidir. O, devrim yoludur.
Halkın istediği şeyi kendince belirlemek ya da kendi
istediği şeyi halkın da istediğini düşünmek; Narodnizm budur. Çar ile vicdanî
ve ahlâkî bir rabıta kurulur. İçteki çar için dıştakine saldırılır. Lenin ise,
halkın örgütlenmesinde olmak, onun devrim ve iktidar isteğini (iradesini)
örgütlemektir. Hegel-Marx ilişkisinde olduğu gibi, Lenin de Narodnizmi “baş
aşağı” çevirir. Hegel baş aşağı çevrildiğinde artık başka bir şeyse, Narodnizm
de Lenin’de başka bir şeydir. İlkinde diyalektik maddesine, ikincisinde işçi
sınıfı ve ezilenler partisine kavuşur.
Marx teorisini Hegel’den, Lenin pratiğini Narodnizmden
kurtararak ilerler. Teori 11. Tez’e; pratik Bolşevizme açılır. Marx, hiç
barikatta dövüşmemiş; ismi “çoğunluk” anlamına gelmesine karşın, Bolşevikler,
RSDİP içinde çok uzun süre çoğunluğu teşkil etmemiştir. Her ikisi de teoride ve
pratikte, mücadelenin kişilerin iradelerinden ve ihtiraslarından kurtarılması,
kolektif olana, tarihe ve topluma açılmasıdır. Kolektif, asla sahip olunamayan,
mülkiyet-rekabet ilişkileri dışında kurulandır.
Özne, her daim kolektiftir. Kolektifin iradesi,
kolektifin eylemine tabidir. Kolektifin bileşeni olan kişilerin istekleri,
iradeleri, o kolektifin öznelliği karşısında talidir, belirleyici olamaz.
Aksine, kolektifin bileşenleri, öznelliklerini kolektifin iradesine taşımalı;
tersten, kendi iradelerini kolektifin öznelliği ile tanımlamalıdırlar. Marx’ın
teoride pratik olarak, Lenin’in pratikte teorik olarak yaptığı budur: ikisi de
kolektif olan hattın oluşumuna içrektir.
“Ben devrim istiyorum” demenin manası yoktur. Devrimin
maddesi ve diyalektiği ile buluşmamış bir öznelliğin dilekleri, bir değer
taşımaz.
Ezilenler, halk ve işçi sınıfı, soyut kavramlardır.
Bunlardan birini mülk edinip rakiplerini soyut bir hayal peşinde koşmakla
eleştirmek, anlamsızdır. “Devrim gevezeleri” gibi tabirler kimsenin ağzına
yakışmamalıdır. Bu türden laflar edenler, adımlara ve yumruğa değil, ağza
bakıyordur, sadece devrimin dillendirilmesine ve dilenmesine önem veriyordur.
Laftaki “devrim”e değil, örneğin İstanbul sokaklarında yürüyen devrime
odaklanmak gerekir. O yürüyüş, devrimin öznelliğidir; kimilerinin irade gördüğü
yerde konuşan, öznelliktir. Tersten, öznenin konuştuğu yerde, söz aslında basit
bir iradeye aittir. Özneyi, kendisi gibi liberallerin iradesini yüceltmek için
yerin dibine sokmak, “devrimci teori” ya da polemik değildir.
Proleter doğrultu, küçük burjuva sapmalara maruz
bırakılmamalıdır. Kant’a atıfla, akla yer açmak için imanı geri çekmek gibi;
kişilerin iradesine alan açmak için devrimci özneyi geriye itmek, çıkışsızdır.
Devrimci özne, halkın kolektif iradesinden uzaktır; kişisel iradelerse, özneden
ve devrimcilikten kaçmaktadır.
Bugün kimlerin fukocu kimlerin fokocu olduğunun bir
önemi yoktur. Sadece kendi bireysel varlığına ve bireysel dileklerine
tapınanların ezilenleri, halkı ve işçi sınıfını soyut bulup onları kenara
itmesi beyhudedir. Ezilenlerin, halkın ve işçi sınıfının somut maddî
pratiklerinden kaçılmak için bireysel iradeler göğe çıkartılmaktadır, hepsi bu.
Dolayısıyla ister fukocu ister fokocu, her türden iradecilik, ezilen, halk ve
işçi olmak istemeyenleri yanına boncuk niyetine dizmekten başka bir şey yapmaz.
Bize lâzım gelen, ezilmenin, halk olmanın ve işçileşmenin mızrağını canı ve
ruhuyla sivriltebilenlerdir.
Bir kolektif özne, ne kadar çabalarsa çabalasın, tüm
ezilenleri, halkı veya işçi sınıfını kucaklayamaz. Politikanın doğasına
aykırıdır bu dilek. Tüm gençliği gören gençlik örgütlenmelerinin giderek dar
grupçu pratiklere kapanmasının nedenlerini buralarda aramak gerekir.
Kolektif özne, ezilenler, halk ve işçi sınıfındaki
politikleşme ve devrimcileşme imkânlarına göre kendisini sürekli yıkıp yeniden
kurabilmelidir. Ezilen, halk ya da işçinin kolektif mızrağını canı ve ruhuyla
sivriltenlerin o mızrağın ucuna daha bir de Kur’an sayfaları asmasına gerek
yoktur. İradecilik, tam da bu sayfaları asmaktır.
Devrimci özne, tam da karşı saftaki Ali’nin ordusudur.
Zira Ali’nin karşısındaki güç, zaten var olan bir iktidarı yeniden yükseltmek
derdindedir. Ali ise İslam’ın ne ve neden olduğudur.
Ezilenler, halk ve işçi sınıfı, sadrında, bağrında ve
ruhunda bir devrim saklar. Devrimcilik, zamana ve mekâna şerh düşmektir. Şerh,
göğsü yarıp kalbi çıkartmaktır. O devrimden gayrı, azade ve münezzeh, ondan
yüce bir devrim’cilik anlamsızdır. Devrimciler, kitlelerin her çarpıntısında
yüreğin yerinden ok gibi fırlamasıdır.
Bugün Gezi ile Haziran direnişi arasındaki ayrım, kimi
özneler nezdinde silikleşmektedir. Bu özneler, dönemin ruhu gereği,
liberalleşmeyi tek yol olarak önermektedirler. Gizdeki küçük burjuva öz, bugün
açığa çıkma fırsatı ve imkânı bulabilmiştir. Gezi’ye gömülen özneler, oradaki
kişisel iradelerin ihtiraslarına ve kaprislerine kul olmaktadırlar. Bu kaçış,
Haziran direnişinden kaçmakla ilgilidir.
Öznenin ana iradesi, bugün, iradenin öznelliğine
sığınmak olmuştur. O irade pazarında herkes, kendi müşterisinin peşindedir.
İrade sahibi, eski veya yeni, örgütünün ismini kullanıyor diye, diğer tarafa
saldırmaktadır; bu, ana kaygunun pazar olduğunun bir delilidir.
“Gezi’de işçi yoktu” diyen, Haziran direnişinde şehit
düşen inşaat işçisine ve kaynak işçisine küfretmektedir. “Haziran direnişi
kimliklerin varlık mücadelesiydi” diyen, Aleviliğin, Kürdlüğün, devrimciliğin,
gençliğin ve kadınlığın ne’liğine, ne olduğuna ve ne yaptığına açıktan hakaret
etmektedir. Birileri, kim olduğunu o kadar önemsemektedir ki herkesin kendisi
gibi “kim” olduğunu önemsediği için sokağa döküldüğünü zannetmektedir. Bu,
ciddi bir yanılsamadır. Sokak, iradelere kim değil ne olduğunu soran bir er
meydanıdır.
Kur’an’da Hucurat suresi, uyarıcı ve öğreticidir:
Allah, belirli bir kesime dikkat çekerek, bunların korkudan, kendi çıkarlarını
düşünüp Müslüman olduklarını söyler. Aslolanın “mümin” olmak olduğuna işaret
eder. Mümin, iman sahibi olmak, bir tek Allah’a güvenmek, O’nun ipine tutunmak,
O’nun boyasıyla boyanmaktır.
Sadece kendi ipine tutunan ve sadece kendisine güvenen
kişinin ezilenleri, halkı ve işçi sınıfını lime lime etmesi, onların “ezici,
otoriter, despotik” yapısını dönüştürmeye çalışması kaçınılmazdır. O
Müslümanların Allah’ı ve peygamberi soktuğu ideolojik kılık neyse, bu
kesimlerin de ilgili kolektif öznelliklere biçtiği don odur.
Hucurat suresi bir ayıraç koyar ve der ki: “mümin,
hakikat için canından ve malından geçerek dövüşmek demektir.” Yani, canın ve
malın iradesi veya istedikleri değil, hakikatin iradesidir esas olan. O irade
de doğal olarak kolektifin öznel faaliyetinden çıkarsanabilir. Kişisel
muhayyile ve tasavvurun hiçbir hükmü yoktur.
Birey hilafına, çok mu despotik bu söylenenler? Birey,
kendine kapanmışlık, bitmişlik, eksiksizlik ve bölünemezliktir. Esasında
despotikmiş gibi görünen, bu bireyin kapatmaya, bitirmeye, eksiltmeye ve
bölmeye çalıştığı, bizatihi mücadelenin direnişidir. Mücadelenin kendisi,
bireye karşı mücadele etmektedir.
Haziran direnişi buradan okunmalı, anlaşılmalıdır. O,
rüşeym hâlindeki kolektif öznenin alametleriyle yüklüdür. Haziran “bir ay”dır,
o ayın içindeki “birey!” mücadeleyi kendisine kapattığından, Eylül ve Ekim
çağrıları cılız kalmıştır. Kolektif özne, bileşenlerinin iradelerinin gerisine
düşmüştür.
Peygamber, askerî taktik gereği bir tepenin ardına
okçular yerleştirir ve onlara, “Leş yiyen kuşların üzerimize üşüştüğünü
görseniz bile yerinizi terk etmeyin” emrini verir. Oysa okçular, ganimetin
iğvası ile yerlerini terk ederler. Uhud Savaşı kaybedilir.
Bugün kolektif özne, kişisel ihtirasları bir kenara
koyup tepeyi terk etmemek, istenileni yapmaktır. Neyin istendiği de ancak
mücadele içinde duyulur, anlaşılır.
Eren Balkır
4 Ekim 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder