Bir
tasavvur üzerinden, diyelim ki, siyaset devlet ve demokrasi üzerine kurulu bir
zemindir. Bu tasavvur kabul edilecek olursa, küçük burjuvanın siyaseten rolü de
belirlenmiş olur: o, büyük efendisi, burjuvanın kapı bekçisidir.
“Her
türlü ilahi, kutsal ya da ruhsal iradenin toplumsal ve siyasal yaşama
müdahalesini reddeden” küçük burjuva[1], bekçilik görevini kutsallaştıran,
ilahileştiren ve ruhsallaştıran bir Bekçi Murtaza’dır. Büyüklerinden aldığı
ders, gördüğü kurs, siyaset alanının tüm düşman unsurlara kapatılması
üzerinedir. Bu küçük burjuva, “toplumsal ve siyasal yaşam” kimin yaşamı, neyin
hayatiyeti, sorgulamaz. Sorgulanmasını istemez. O bilir ki, o yaşam, hayatiyet
efendisinindir. Dolayısıyla bu bekçi, her bireye, “burjuva gibi toplumsallaşın
ve siyasallaşın” talimatı vermek zorundadır. O, bu şekilde var olmuştur, var
olmak isteyen herkese kendi günahını öğütlemektedir.
Siyaset
alanı burjuvazi tarafından tayin ediliyorsa, bu alanın içine birey ve insandan
başkası giremeyecek demektir. Birey de, insan da burjuvaya denk düşer, başka
bir şeye değil. Burjuvanın elinden insan ve birey bayrağını alıp yola koyulmak,
mümkün değildir. Bu, cahilane bir yanılsamadan ibarettir. Burjuvazi tıkanır,
vazgeçer ama düşüncelerin, ideallerin, ufkun, tasavvurların onu koşullayan
maddî ilişkilerden bağımsız, soyut birer varlığı olduğunu iddia etmek de gene
burjuva aklının bir ürünüdür. “Varlık bilinci belirler” diyen Marx’ın bu
burjuva siyasetin kapısında öldürülmesi şarttır. Zira sol küçük burjuva,
siyaset alanının en azından eşiğinde-kapısında bekçilik işi alabilmek için, o
siyaset alanını devrimcileştirmeyi emreden bir Marksizme kendi içinde asla
yaşama hakkı tanımaz.
Marksizm,
bu küçük burjuvanın elinde, Marx’sızlaştırılmak zorundadır. O da böylece
Marx’ın polemik yürüttüğü, kavga ettiği eski sosyalistlerin kervanına
ekleniverir. O polemikler, ruhundan arındırılıp unutturulmak zorundadır.
Düşüncenin siyaset alanına girmesi, ancak onun varlıktan ve bedenden
soyutlanması ile mümkündür. Küçük burjuvanın ağzında, “işçi sınıfı, devrim,
sosyalizm” gibi fikirler, varlıksız ve bedensizdir. Öyle olmalı, öyle
kalmalıdır. Bunlar, sadece eşikte bekçilik yapmaya imkân sağlayacak
düzeydedirler. Gerçek işçiler, gerçek devrim ve gerçek sosyalizm kapıya
geldiğinde bekçi, onu etkisizleştirmeye mecburdur.
Siyaset
alanının hâkimi olan burjuvazi, birey olarak işçinin girmesine izin verir ama
işçi sınıfının o alana girmesini istemez. Mücadele zamanla zorlar ama işçi
sınıfı, ancak sendika liderlerinin bireyliklere bölünmüş hâliyle, giriş izni
alabilir. Proletarya ise kapıdan kovulmak zorundadır.
Küçük
burjuvaya göre, “insanın toplumsal ve siyasal iradesini yok sayanlar”ın katli
vacibdir. O, bekçilik görevi gereği, burjuvanın insanını ve bireyini kanının
son damlasına kadar korumak zorundadır. Sınıfsal kini güçlüdür bu noktada.
Bekçi Murtaza, kendisini insan ve birey kılan güçlere hizmet etmeyi namus
beller.
Oysa
Marksizm de yıllarca insanın toplumsal ve siyasal iradesini yok saymakla
eleştirilmiştir. Liberaller ve muhafazakâr çevreler, Marksizmi burjuvanın
insanını ve bireyini ölçü alarak eleştirmeye çalışmışlardır. Çünkü Marksizm, o
insanın ve bireyin ardını göstermiştir. O bayrakları yükseltenlere saldırmış,
hangi güçlere hizmet ettiklerini ifşa etmiştir. Marksizm ölmemişse, bu, insanı
ve bireyi yücelttiği değil, başkalarıyla ortaklaşmayı emrettiği için
ölmemiştir. O, “müntakim” bir özneye işaret ettiği için vardır. İntikam,
sömürülenlerin ve mazlumların intikamıdır.
Birey
ve insan ölçüsüne göre yapılan genellemeler, belirlenen tümellikler, tekil
çıkışları ezmek içindir. Burjuvazinin insan kavramsallaştırması, insan denilen
canlı türünün doğal ve hatta hayvanî güdülerle kolektivize olması ve saldırıya
geçmesine karşı bir savunma biçimidir. Aynı şekilde, birey de söz konusu
kolektif hareketin tuz buz edilmesi içindir. Kapıdaki bekçilerin öncelikli
görevi, kimlik sorgusu yapmak ve tekilleştirip dışarı atmaktır.
Burjuva
siyaset alanı, doğalında, kendisini koruma altına almakta, kapıya bu tür
bekçiler yerleştirmektedir. Bu bekçiler kimlikçidir, tüm saldırı imkânlarını,
kimlik içine hapsedip boğmakla görevlidir. Saldırının ne olduğu değil, kimler
üzerinden gerçekleştiği sorgulanır. Bu polisiye zihniyet, saldırıyı bu şekilde
savuşturacağını zanneder. Kitlelere ne olduklarını unutturur, kim olduklarını
burjuva bir yerden övmeyi öğretir.
Saldırı
imkânları, devrimci içeriğe sahiptir; sınıfsal, millî ve dinî bir içerikle
tecessüm edebilir. Doğalında, burjuvazi, kendi siyaset alanını, yani devlete ve
demokrasiye dair söz etme ve eyleme iradesini korumak, ebedîleştirmek için bu
sınıfî, millî ve dinî saldırı imkânlarını savuşturmak zorundadır. Her bir
imkâna karşı, eşikte birer bekçinin beslenmesi şarttır.
“Gezi”
sürecine damgasını basan, küçük-burjuva zihniyettir” diyen Marksist Tutum
çevresi[2], referandumda AKP’ye “evet” demenin diyeti olarak, bugün süreci AKP
argümanları ile ama işçici dayanaklar üzerinden değerlendirmektedir. Süreçte
işçi sınıfı olmadığını söyleyen bu ekibe, elbette “kendisi katılsaydı, işçi
sınıfı da olurdu” denilebilir. Ama onun böylesi bir derdi yoktur. Tek dert,
işçicilik adı altında edinmeye çalıştığı bekçilik görevini lâyıkıyla ifa
etmektir. Gezi sürecinde burjuvazinin kitleleri kendi iç kamplaşmasına âlet
etmeye çalıştığını söyleyen bu ekip, yakın geçmişte AKP’ye neden “yetmez ama
evet” dediğini, o kamplaşmaya kitleleri neden âlet ettiğini izah edememektedir.
Sonuçta işçicilik, “işçi” diyerek, toplumsal ve siyasal olanı kendi tekeline
almak isteyen bireylerin ideolojisidir ve bu ideoloji, ne Marksizmle ne de
Leninizmle ilişkilidir. Soyut işçi, burjuva bireyin don değiştirmiş hâlidir.
Dolayısıyla bu donda, burjuva siyaset alanına girmeye çalışanlara seslenilir,
onlar çağrılır. Bu sesleniş ve çağrının amacı, burjuva siyaset alanını
tehlikelerden korumaktır.
Aynı
şey, “Türkiye Devrimci Hareketi” ya da “Komünist Hareket” gibi büyük başlıklar
altında düşünüp hareket edenlerde de söz konusudur. Onlar da bu kavramlarla
tarihe ve topluma ipotek koyup, kavramların işaret ettiği bireyleri burjuva
siyaset sahnesine davet etmekten başka bir şey yapmazlar. Böylesi büyük
“özne”li cümleler kuranların burjuva efendilere gizli bir mesaj yolladıkları
açıktır: “Yolumuzu açın, ben tüm tehditleri bertaraf ederim, meraklanmayın!”
Burjuva
siyaset sahnesinin kapısında yalvarmanın bir diğer biçimi de “tarihsel
ilerlemecilik”tir. Küçük burjuva sol, burjuva efendilerine seslenip, “biz sizin
mirasınızı sahipleniyoruz, bilinmeyen bir gelecekte o ideallerinizi
gerçekleştireceğiz, endişelenmeyin” demeye mecburdur. Bu kesim, devlet ve
demokrasi konusunda söz edebilmek için, burjuvaziye sürekli referans vermelidir.
Siyaset alanı burjuva devrimleriyle kurulmuştur ve o sahneye girmek için söz
konusu devrimlerin huzurunda eğilmek şarttır. Bu yaklaşım, burjuvaziden ve onun
devrimlerinden önce bir toplum ve bir tarih olmadığını iddia etmek zorundadır.
Marx ve Marksizm, burjuvazi ve onun devrimleriyle ilgili yazıp çizdiği
kadarıyla önemlidir. İnsan denilen putun tarihsel-toplumsal bağlarını ifşa eden
bir Marksizm, onlar için tehlikelidir. Zira “üretici güçler” gibi kavramlar,
insan iradesini yok saymaktadır.
Engels,
Fransız devrimcilerini huşu içinde takip eden Alman yoldaşlarını uyaran bir
kitap kaleme alır: Köylüler Savaşı. Kitabın girişinde Engels, mealen,
“Fransızlara öykünmenize gerek yok, sizin de tarihinizde örnek alacağınız
devrimciler var” der ve köylü Hristiyan halkların çeşitli mezheplerin bayrağı
altında yürüttükleri devrimci mücadeleleri, örnekleriyle anlatır. Bu kitap,
bireyciliğin kisvesi olan işçiciliği giymiş laik küçük burjuvaların tüylerini
diken diken edecek niteliktedir. Aynı şekilde, “devrim simyagerleri” tabiri de
bugünün devrimcici küçük burjuvaların duymazdan geldiği bir uyarıdır.
Benzer
biçimde, Engels’e göre, I. Enternasyonal üyesi işçiler ilk Hristiyanlara
benzemektedir. Tüm bu veriler üzerinden, bir küçük burjuvanın dinî metinlerin
politikleştirilmesine ve birer bayrak olarak yükseltilmesine tepki koyması, tam
da efendisiyle yaptığı akitle ilgili olmalıdır. Bu küçük burjuva için dinî
metinlerin ve dinî mücadele birikiminin Marksistçe özümsenmesi ve yorumlanması,
saf, steril, burjuva “Marksizm” kurgusuna ve bireyliğine halel getirecektir.
Burjuvaya yaranmanın yolu, onun düşman olduklarına düşman olmayı abartmaktan
geçer.
Burjuvazinin
insan ve birey putlarına, bunlar üzerine kurduğu dine mürit olan küçük burjuva
solcular, gizliden, içeriye, görevlerini lâyıkıyla ifa ettiklerine dair bir
mesaj vermektedirler. Demektedirler ki, “biz hâlâ o dine tabiyiz, siyaset
alanına sizin putlarınızı rahatsız edecek hiçbir unsurun girmesine izin
vermeyiz.” Bu mesaj, sosyalizm ve Marksizm kurguları üzerinden verilmektedir.
Yani bu bireyler ağızlarını açtıklarında, her şeyi insan ve birey putuna göre
anladığını, onlara göre bir dünya tasavvur ettiğini ve putların ebedîliği için
yaşadığını sürekli söylemek zorundadırlar.
“İnsanın
toplumsal ve siyasal iradesi” adına kapıda kimlik soran, kelle alan küçük
burjuva bekçiler, toplumu kuran, siyaseti belirleyen güçlere daima selâm
çakarlar. İlkel kabile dilleri üzerine çalışma yapanların da gösterdiği üzere,
belirli bir kabilenin dilinde “insan”, o kabile üyelerini imler. Dolayısıyla,
kabile dışındaki her canlı, tehdittir. Benzer bir yaklaşım, burjuva siyaset
alanında da geçerlidir. Yukarıdaki lafı eden küçük burjuva bekçi, insan
sıfatına erişebilmek, insan olabilmek için o alana girmiştir ve o alanın
dışındakileri “hayvan” olarak görüyordur. Başörtülü kadın, hakkını isteyen
işçi, anadilinin ve tarihinin kavgasını veren Kürd vs. herkes hayvan
derekesindedir. Bunlar, burjuvazinin tarihsel ilerleme masalına inanıyorsa,
ancak o vakit, insan olabilirler ve yaşamaya hak kazanabilirler. O masala
inandığı vakit, başörtülü kadın, işçi ve Kürd, ruhsuz birer makine dişlisi
olduğunu kabul etmek zorundadır. Küçük burjuvaların bekçilik görevi, önce ruh
sonra bedene mani olmak üzerine kuruludur.
Bekçilik
görevi kâfi değildir. Küçük burjuvanın, sürekli, kapının önünü temizlemesi de
gereklidir. Patronuna bir de bu sebeple hesap verir. Bugün ülkede dönen
teorik-politik tartışmalar, bu bekçilik ve temizlik görevinin birer parçası
olarak yürümektedir. Taraflar, efendilerinin verdiği görevleri en iyi kimin ifa
edeceği konusunda yarışmaktadırlar. Tüm argümanlar, mantıksal safsataya ve
yalana yaslanmak zorundadır. Denmelidir ki, “biz cumhuriyet mitinglerine
katılmadık, din düşmanı değiliz, Kürd arkadaşlarımız var!” Denmelidir ki, “Gezi
ortak görülen bir rüyaydı, solcu dindarlar iyidir, LGBT ve kadın arkadaşlarımız
var!”
Bekçiler,
din, millet ve sınıf üzerinden siyaset alanına taarruz eden kitleleri
savuşturmak zorundadırlar. Kendilerini ancak bu surette var kılabileceğini
düşünenlerin kurdukları örgütler, dinsiz, milletsiz ve sınıfsız bir masonik
cemaate dönüşmeye mecburdur. Kitlelerin öfkeli saldırıları bu cemaatler içinde
transforme edilmeli, yumuşatılmalı, parçalanmalı, etkisizleştirilmeli,
sönümlendirilmelidir. Bu cemaatlerde birey olamadıklarını hisseden küçük
burjuvalar ise meseleyi kökten hallederler ve kitlelerden uzakta, ham
hayallerin peşine koşarlar. Bunların dünyasında, kimya simyaya, fizik
matematiğe, biyoloji psikolojiye dönüşür. Kitlelerden kaçmak ya da onlara
düşman olmak, kitlelerin kimyevî, fizikî ve biyolojik hareketliliğini ancak bu
şekilde etkisizleştirecektir.
Kitlelerin
sessiz veya çığlıkla yüklü saldırıları karşısında bugün sadece küçük burjuva
bekçilerin mantar tabancalarının sesleri duyulmaktadır. Müslüman’ın, emekçinin,
mazlum milletlerin öfkeli kıyamı kapıları topyekûn dövdüğünde, o tabanca
seslerinin yerini kıyametvarî bir debdebe alacaktır.
Eren Balkır
27
Eylül 2013
Dipnotlar:
[1] Can Soyer, “İslamcılığın İyisi Kötüsü”, 27 Eylül 2013, Sol
Paylaşım.
[2]
Utku Kızılok, “Küçük Burjuva Sosyalistlerin ‘Gezi Komünü’”, 1 Eylül 2013, Marksist Tutum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder