Yaşananlar yeni değil… İki binlerin başında Cumhuriyet gazetesi, Kemalist kurguya uygun biçimde, Aleviliğin
salt bir kültür olduğunu haykırıyor. Onun dinî boyutunu kesip atıyor. Aşağı
yukarı aynı yıllar… Tayyip Erdoğan da cemevi ile ilgili bir tartışma üzerine,
aynı lafı ediyor ve cemevini bir kültür kurumu olarak kabul edebileceğinin
sinyalini veriyor.
Bugün iki yaklaşım, Tuzluçayır’da buluştu. Olan bu.
İzzettin Doğan, Aleviliği bir meta olarak pazarlamanın şampiyonuydu,
dolayısıyla, hamlesi kendince doğruydu. İzzettin Doğan, doksanlarda da
Aleviliğin bir biçimde kabul edilmesi için çok uğraş verdi. Vakfının Demirel’in
emriyle kurulduğu, Tansu Çiller’den yüklü miktarda para aldığı söylendi.
Vakfın
o tarihlerde iş başvurularında bile özellikle asker kökenliler tercih
ediliyordu. Her dönemin adamıydı Doğan, babası gibi. Kabul ettirilmeye
çalışılan, saf anlamda Alevilik değil, egemenlerin bir silâh olarak
kullanabilecekleri bir kurguydu. Aleviliği böylesi bir silâh olarak
satabileceğini bilen Doğan, kendisini her vakit satmayı bildi, bunun için
sadece kendini görme biçimi olarak, kâh liberal kâh faşist oldu.
Fukara Aleviler, kendilerinin kabul görmelerini mümkün
kıldığını düşündükleri bu isme bel bağladılar.
Örneğin 2000’de, Sünnilere hoş
görünmek için “Ramazan cemi” diye bir şey uydurdu Cem Vakfı. Cami-cemevi
projesinden önce de, tıpkı yıllar önce Diyanet İşleri’nin hurafelere karşı
başlattığı kampanya gibi, ülkedeki tüm cemleri tektipleştirecek,
“çarpıklık”lardan arındıracak bir çalışmaya girişti. Cem ayininin standardize
edilmesi, tüm Alevilerin devlete bağlanması idi. Yani özünde Cem Vakfı,
Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’ydı.
* * *
Egemenlerin kültürel bir renk olarak Alevilikle
bir sorunu yok. Hatta onu öz Türk kimliği, hakiki İslam ya da “Anadolu
felsefesi” olarak satmaya çalışanlara da tanık olundu. Dert, mesele, onun ne
olduğunda. Aleviliği kimlik hâlinde satanlar, onun ne olduğuna efendilerden
yana olacak şekilde, çoktan karar vermiş isimler.
Tüm söz konusu teşebbüsler,
Aleviliğin sömürüye ve zulme karşı mücadele içinde yanan bir devrimci ocak
olarak söndürülmesi için. Onun bugün var olmasını sağlayan, o ocaktaki köz.
* * *
Demek ki tersten, kültürel, öznel ve bireysel bir
oluşa, kimliğe indirgenmiş bir şeyin şampiyonluğunu yapmak, sömürüye ve zulme
karşı mücadeleye mani olmaktır. Bu kimlik ve ideoloji, pekâlâ “devrimcicilik”
de olabilir.
Devrimcicilik de devrimciliğin ne olduğuna ilişkin tartışmayı
boğmak, onu kendi varlığında, bir kimliğe kapatmaktır. Burada ocaktaki közden
değil, mangaldaki külden söz etmek gerekir. Bu tür küçük burjuvalar,
kendilerini görürler, kendilerine insan örgütlemeye kalkarlar ve sadece
kendilerini göstermek isterler. “Devrimcici” kimliklerine yönelik eleştirileri,
mangalda kül bırakmayan oyunculukları ve pazarlama teknikleriyle savuşturmak
isterler.
İzzettin Doğan’ın ve Fethullah’ın verdiği gibi,
bir yerlere mesajlar verilir. Ve aslında, ilkinde Alevilik, ikincisinde İslamî
hareket gibi, devrimcicilik kimliği üzerinden, devrimci örgütler likide edilmek
istenir. Asıl mesaj onlaradır. Saldırılar, eleştiriler, kişiye yöneliktir,
kişiyi ezmek içindir ve mantıksal açıdan safsatadır, kıyas-ı batıldır. Hakikat
onların düşmanıdır.
Oysa dövüşenlerin hakikate ihtiyacı vardır. Batıl, ne
olduğunu gizlemek, kim olduğunu herkesin gözüne sokmak zorundadır. Hakikat, bu
perdenin yırtılmasına muhtaçtır.
Aleviliğin üzerine perde gerenler, onun ne
olduğunu saklayanlar, kişilerin varlığına kapatanlar, kendilerine verilen
görevi yerine getirmek için onun bağlarını kesmek zorundadırlar. Aleviliği
fukara halkların direniş hattı olmaktan çıkartmak için onun kabul edilebilir
bir kimliğe indirgenmesi şarttır. Kendinden menkul özellikler icat edilecek,
diğer mazlum halk katmanlarıyla arasındaki bağları tek tek kopartılacaktır.
Sivas ve Gazi katliamlarının yapılmasının nedeni
budur. Orman kanunlarının işlediği günlerde ormancıların yangınları söndürmek
için kullandığı yöntem devreye sokulmuştur: yangın, bir başka yangınla
söndürülmek istenmiştir.
Bugün Alevi hareketinin önemli bir bölümü, bu momentlerde
politikleşmiş kesimlerden oluşmaktadır ve bu kesimler, aksine, suçu, günahı
devrimcilerin ve diğer mazlum dinamiklerin sırtına yükleyenlerdir. Yani
aslında, “bu devrimciler yüzünden onca gencimiz öldü” diyen Alevi sayısı, hiç de
az değildir. Bu tür Aleviler, kendinden menkul bir meta olarak pazardaki
Alevilikten memnundurlar.
* * *
Küçük burjuva damar, bu anlamda Aleviliği bir meta
olarak sattığı için, onun pirüpak olmasını tercih etmektedir. Devlete veya
burjuvaziye hoş göstermek için üzerindeki kan, gözyaşı ve barutu temizlemesi
şarttır. Fethullah’a ambalajlanıp satılan Alevilik, bu kesimlerin bir malıdır.
Zira Fethullah da Said-i Nursi’nin kırklardan sonra antikomünizm kampanyası
gereği kemalizme örgütlenmiş koludur. Oradaki dert de İslam’ın kabul edilir
olmasını sağlamaktır.
Egemenlerin kabulüne şayan bulunan İslam, elbette ki
dövüşmeyen bir İslam’dır. Bu Sünnilikle Aleviliğin “musahip” olması, birbirine kemerbest
takması, yezidlerin semahını dönmek içindir.
Fethullahçılık, İslam’ın ılımlılaştırılması ve
solun tasfiyesi demektir. Kırklardan beri ona verilen görev budur. Bu
memuriyeti devam ettirmek, Fethullahçılar için ibadetten önce gelir. Aslında
ibadet, bu memuriyetin emekliliğe kadar sürdürülebilmesi içindir.
Kemalist cumhuriyetçilik, türkülerdeki “şah” sözcüğünü silmek,
Âşık Veysel’e dahi şah yerine “dost” dedirtmektir. Şah demek, Alevilik için
başkaldırıdır. Sünni için “Bismillah” neyse, Alevi için de “Bismişah” odur:
ikisi de meydan okumadır, zalimi meydana çağırmadır. Allah’ın ya da şahın
adıyla söze başlamak, eyleme çağrıdır. Allah’ı ve şahı terk edenlerin sadece
kendi adlarıyla özel burjuva salonlarda buluşmuş olmalarının bir hükmü yoktur.
* * *
Son dönemde ne olduğunu devrimci bir sorguya tabi
kılmak yerine, kim olduğuna dair algıyı popüler bir dalgaya kurban eden
Antikapitalist Müslümanlar da söz konusu Fethullahçı haleye nesnel olarak
kapılmışlardır. Herkes ve her şeyle bağlarını kesmek, kibir üzre hareket etmek,
ister istemez, var olmak için sağdan soldan gelen fısıltılara onları kulak asar
hâle getirecektir. Dolayısıyla “Antikapitalist” ve “Müslüman” ayrıştırılacak,
buradan, sadece hoşgörü bahçesi olunduğunun mesajı verilecektir.
Ankara’daki AKM
derneğinde Fethullah-İzzettin Doğan girişimi olan cami-cemevi projesinden bir
iki hafta önce, “gidip Keçiören’deki cemevinde Cuma namazı kılalım” kararı, tam
da bu fethullahçılığın bir yansımasıdır. Ama aynı dernek, soldan alan çalma emri
gereği, tabiî ki Tuzluçayır’daki direnişte de flamasını sallamayı ihmal
etmeyecektir.
Papa’nın elini öpen Fethullah, bir Alevi cemaati
liderine elini öptürmüştür. İkisi de cemaatini “ben onları kandırıyorum”
diyerek ikna ediyor olabilir, ama ikna odaları henüz kaldırılmış değildir. O
odalara 28 Şubat’ta “girin” emri veren Fethullah, Erbakan’dan önce teslim olmuş
ve başörtülü kızların direncini kırmıştır.
Aynı dönemin ürünü olan İzzettin
Doğan ise Aleviliğin Fethullah’ı olarak, Alevileri burjuvazinin ve devletin
kucağına itmekle görevli bir isimdir. Babası ve kendisi Demokrat Parti, MHP ve
DYP çizgisini takip eder, vakfının kurucuları da altmışlarda Türkiye İşçi
Partisi’ni ezmek için kurulan Birlik Partisi’nin bileşenleridir.
* * *
Bugün camide badminton oynanması ile bir caminin
alt katında semah dönülmesi aynıdır. Söz konusu proje, devletin ideolojik
aygıtı olarak caminin içine cem sokacak, ama o ceme “lânet yezide” sözü asla
girmeyecektir. Bu sürecin hoşgörü ve birey hakları teraneleri üzerinden
övülmesi mümkün değildir. Pratikte gerçekleşen, bu topraklardaki bir direniş
dinamiğinin tasfiyesidir. Yezid’i birey olarak yüceltip onu hoşgörü adına
yanına oturtmak, Aleviliğin tükenişidir. Yezid lânettir, lânetlidir ve
lânetlenmek içindir.
Fethullahçılık, söz konusu tasfiyenin ana bileşenidir.
Resmî İslam içine çekilen Aleviliğin dişleri sökülecektir. O dişlerin kökleri
Kerbela’da, Ehl-i Beyt’tedir. Isırma ihtimali de geleceğe dairdir. Demek ki
Aleviliği bugünde kurtardığını, yücelttiğini düşünenler, öncelikle bu geçmişi
silecek, gelecekteki ihtimalleri ortadan kaldıracaktır. Fethullahçılığın sol
içine uzanan biçimlerinin günlük, çözüm odaklı yaklaşımlara bel bağlamasının
nedeni buradadır. O kitlelere “sol size bugünde hiçbir şey veremez, aç
karnınızı doyuramaz” diye haykırır. Kitleleri geçmişsiz ve geleceksiz bir yere
hapseder.
Bu teorik ve pratik yönelim, her zaman sadece
kendisini gören kişilere muhtaçtır. İzzettin Doğan bu zihniyetin ajanıdır:
kendisi, Fethullah Gülen’in söz konusu projeyi önerdiğini, kabul ettiğini, ama
artık camilerin de işlevinin değişmesi gerektiğini söyleyip “aşevi” önerisinde
bulunduğunu söylemektedir. Aşımıza göz koyanlar kepçeyle çaldıkları ortak
rızkı, lütufla, çatalın ucuyla dağıtmayı tek çözüm yolu olarak
yutturabileceklerini zannetmektedirler.
Sadece kendini görmek, sadece kendine insan
örgütlemek, ideolojiyi de buna göre biçimlendirecektir. O, ancak özel
insanların ulaşabileceği bir fildişi kulesine yerleştirilecektir. Egemenlerin
bu türden eğilimleri sevinerek izlediği açıktır.
İlgili ideolojiler, dolayısıyla
özellikle liberal olan, özgürlükten dem vuran, o ideolojinin yükselmesini
isteyen, var olması için çalışan, onu sürekli satan, satıştan nemalanan, asla o
ideolojinin neferi olamayan, ilk fırsatta o ideolojiyi var eden teorik ve
pratik kavgaya ihanet eden küçük burjuvalara ihtiyaç duyarlar. O küçük burjuvalar,
bu praksislerinden ötürü eleştirildiğinde, “vay ideolojiye saldırıyorlar” diye
feveran edeceklerdir.
İzzettin Doğan’ın Tuzluçayır’da direnenleri “düşkün”
olarak ilân etmesinin nedeni budur. Devrimcicilerin kendilerine yönelik
eleştirileri aynı ahlâksızlıkla bel altından cevaplamaları da buradadır.
Alevilik’te dedelik makamı bile sorgulanır, lağv edilir, ilahi ve mutlak bir
kudreti yoktur. Düşkünlüğü ise belirleyecek olan, halkın ta kendisidir, fukara
Alevilerin elindeki üç kuruşluk arsaları yağmalayan bir “arazi mafyası” ya da
sünepe bir “tetikçi” değil.
Haziran direnişi süresince ayakta olan, direnen
halkın önemli bir bölümünün Alevi olduğu söylenmektedir. Cami-cemevi projesinin
tam da bu hattı kesmek için devreye sokulduğu açıktır. Proje, bir yönüyle
Fethullah’ın CHP sopasını AKP’ye sallaması olarak da okunabilir. Ne olursa
olsun, Aleviler, tanınma ve kabul edilme üzerine kurulu siyasetlerinin bu
türden oyunlara âlet edilmesine daha çok tanıklık edeceklerdir.
Siyaset içi bir devrim
cereyan ediyorsa, küçük burjuvaların Alevileri o devrimden kaçırması ve bir tür
Aleviciliğe kapanması ciddi bir tehlikedir. Aynı şekilde sol içi bir devrim
cereyan ediyorsa, küçük burjuvaların solculuğu ve devrimciciliği koruma altına
alması, sömürülenlerin ve mazlumların kolektif pratiğini teorik ve pratik
olarak akamete uğratacağı kesindir. Tezgâhlar bozulup dağılıyorsa, dağıtana
değil, tezgâha ve orada mal satıyor oluşa kızılmalıdır.
Eren Balkır
14 Eylül 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder