Ahmet Atakan’a…
Askere karşı savaşarak kendisini kurmuş olanla, bugün
kendisini polis gücüne karşı dövüşerek kuran arasında temel bir fark vardır.
İlkinin ikincisini küçük görmesi mümkündür ama anlamsızdır. İkincisinin
birincisini dışlaması mümkündür ama yanlıştır. Mücadele içinde olanların ve
kendilerini özne olarak orada kuranların ortaklaşa öğrenecekleri çok şey
vardır.
HDP, seçim startı vermiştir ve amblemini, Gezi’ye
atfen, ağaca çevirmiştir. Belediyeciliğe endeksli bir siyaseti takip edeceğini
deklare etmiştir. Gezi sürecinde kılı kıpırdamayan partinin amblem değişikliği,
başarılı bir reklâm faaliyetinin ürünü olarak görülmelidir. Üç aydır ortalıkta
görünmeyenlerin kendilerini göstermek için bu tür amblemlere muhtaç olması,
anlaşılır bir durumdur. Dostun-düşmanın gördüğü bir öznenin kendisini göstermek
gibi özel bir kaygısı ve gayreti olamaz.
BDP saflarında belediye seçimlerine yönelik olarak
süren tartışmalardan HDP yenilgiyle çıkmıştır. Adalı’dan gelen talimata rağmen
BDP, seçime HDP’den ayrı girme kararı almıştır. Bu, Türkiye solunun
tasfiyesidir. Türkiye solunun kendisini büyük göstermek için karşısına geçtiği
dev aynası kırılmıştır. Bu düş kırıklığı ya da sırttan bıçaklanma değil,
hakikatin attığı bir tokattır. Seçimlere ayrı gireceğini öğrenen HDP, batıda
tek bir Kürd’den oy alamayacağını bilmelidir.
Kürd hareketi, kendisinin istismar edilmeye
çalışıldığını görmüştür. BDP’nin Türk tarafına ses vermesi HDP sayesinde değil,
ona rağmen olacaktır. Zira HDP, tam da kendisini çok başlı ve parçalı yapısı
ile bir dalgakıran olarak örgütlemektedir. BDP’nin tam da bugünkü gibi, polis
şiddetine karşı verilen dövüş içinde kurulacak bir özneye ihtiyacı vardır. O
kadar kimlikçiliğin içinde Kürd’ün, basit bir kimlik olmaya karşı direnç
geliştirmesi gayet doğaldır, yaşanan ayrışmanın nedenini burada aramak gerekir.
Küçük burjuva antagonizma kurgularına ve kimlikçilik teranelerine Kürd’ün karnı
toktur. Kürd kadındır, kadıncılığı sevmez; millettir, milliyetçiliği sevmez;
onunla kim’liği değil, ne’liği üzerinden ilişki kurulmalıdır. Ne’liğini
görmeden, kim olduğuna odaklanmak ve buradan kişisel rabıta kurmak, mücadele
içinde oluşmuş Kürd’ü rahatsız edecektir.
Bugün Gezi ile başlayan ve kendisini polis şiddetine
karşı yeniden kuran bir HDP, yoktur. Dolayısıyla, olmayan bir öznenin,
kendisini askere karşı mücadeleyle kurmuş bir özneye siyaset telkin edebilmesi
mümkün değildir. Gezi süreci, Eylül’e uzanan koluyla birlikte, “ulusalcı”
olarak etiketlenen yapılar şahsında ilerlemektedir. Bu kol, en fazla, seçimlere
kilitlenen CHP’nin önünü temizlemek için devreye sokulabilmektedir. HDP, tam da
bu nedenle sahada yoktur. Onun, AKP ve CHP’yi nesnelleştirip her ikisinin kitle
tabanını gören ve devrimci, dikine bir hat açma derdi bulunmamaktadır.
HDP’nin, Suriye yüzünden gerginleşen bir coğrafya
olarak, Antakya’ya dair tek lafı yoktur. Alevilere yönelik devlet hamlesine
karşı tepkisizdir. Zaten devrimcilerle olan gerilimi üzerinden Okmeydanı, Gazi
gibi yerlerde geri plandadır. Kitle örgütleri ve sendika odalarına hapsolmuş
bir pratiğe göre kendisini kurmaktadır. O odalar, sadece sokaktaki polis gazı
içeri dolduğunda boşalabilmektedir.
Bu sürece yiğit Kürd gençlerinin dâhil olması yönünde
ham hayaller beslemenin anlamı yoktur. O gençler, sadece politik olarak
kendilerini var eden zulmü tanırlar. Doğal bir oluştur bu. Kürd gençlerinin
çıplak vurucu güce indirgenmesi onlara hakarettir. Sokağa gelmiyorlarsa
bildikleri bir şey vardır. O bildiklerini bugün küçümsememek gerekir.
Mısır’daki katliamı küçümseyen bugünün sokaktaki solu,
Kürd’e yönelik zulmü de küçümser, dışlar bir yerdedir. Mazlum halk bölüklerinin
birbirlerine yönelik hasetleri ve husumetleri tarihin bir trajedisidir. Bugün
sokaktaki polisin Mısır’da Adeviye’ye saldıran, Cizre’yi ateşe boğan, Gazze’yi
kanla ezen askerle aynı mayadan olduğunu anlaması için halkın direniş süreci
içinde pişmesi bir zorunluluktur. Bu zihinsel bağları kuracak bir parti
olamamaktır HDP’nin günahı. Küçük burjuva bir parti olarak HDP, yerin bir karış
altındaki proleter olanla köksel bağlarını kestiği için, bu zihinsel ve somut
maddî bağları kurması mümkün değildir. O, ordusu olan bir güce sırtını yaslar
ama “antimilitarizm” şampiyonluğu yapar; “pleplerin diktatörlüğü”ne dayalı
harekete rağmen, demokrasiciliğe meyleder. Ordu ve plepler olmadığında yenilgi
ve teslimiyet kaçınılmazdır oysa.
BDP’nin ayrı olarak seçimlere girmesini isteyenler,
HDP’yi “geri kafalı” görmektedirler. HDP de kendisi dışında kalanları aynı
minvalde eleştirmektedir. BDP’deki bir damara göre, hareket coğrafyadaki fiilî
dönüşümleri iyi okumuş ve gerekli hamleyi yapmıştır. Birileri geride kalmıştır.
HDP bileşenlerine göre ise, kendisi dışındaki sol otoriterdir, indirgemecidir,
kabadır, demokrasiden habersizdir. Tüm bu ideolojik tartışmaların yaşandığı
momentte Antakya sokaklarına bir gencin kanı akmaktadır. Birileri merdivenleri
boyama derdindeyken, faşizm kanımızla boyamaktadır toprağımızı.
Seçimle ilgili pratiğe kilitlendiğinden HDP, Gezi
sürecinden öznel kaygılarla uzak duran BDP’nin yanında yer almıştır. Eylül ise
son çare ve fırsat olarak görülmektedir, ancak kitlelerin bu hamleye cevabı
olumsuzdur. Seçim yüzünden BDP’yle iyi geçinmeye bakan bir parti, ayrışma
netleşince sokağa çıkma kararı almıştır. Çıkış da ancak ufak tefek basın
açıklamaları düzeyindedir. Haziran direnişinin geçici olarak kurduğu kitlesel
öznellik, şiddetten arındırılıp, burjuva partilerinin yedeğine çekilmektedir. “Bu
kitlesel hareket kendi partisini kursun” diyen de, onu burjuva partilerine
bağlayanlar da küçük burjuvalardır. Kitlenin korkan yanıdır küçük burjuvazi.
Kendi hayatî ve meslekî tahayyülünü harekete hâkim kılmıştır. Örgütler de bu
menzilden ve ufuktan azade değildirler.
Direnişin kolektif bir akla ve ocağa ihtiyacı vardır.
Seçim endeksli pratiğe kilitlendiğinden, HDP’nin bu ihtiyacı karşılaması mümkün
değildir. Reformist partilerin de kendilerini buradan yeniden kurma imkânı
bulunmamaktadır. Askere göre kendisini kuranın dağları vardır; polise göre
kuranınsa teslimiyetin mekânları olarak kentleri. Bu kentlerde, yükseğe,
korunaklı bir alana ve geçitlerle birbirine bağlanan bir ağa rastlanmamaktadır.
Dolayısıyla, polisin şiddetine karşı kendisini kurma imkânı, havada gaz bulutu
ile birlikte, dağılmaktadır. Tek politik gündem seçimdir ve seçim öncesi süreç
sığ ideolojik hamlelere kilitlenmektedir. Kitlelerin yüksekte, korunaklı ve
organik bağlara sahip bir kolektif özneye ihtiyacı olduğu kesindir. Ancak her
özne, kitlelerin yükselen dalgası altında kalmaktadır. Yüksekte, yücede duran
bir bayrağımız, bayraklaştırdığımız bir örgütlülüğümüz yoksa yenilgi
kaçınılmazdır.
Şehidlerimiz birer bayraktır. Bayrak, bugün Ahmet
Atakan’dır. Akıl da, ocak da, namlu da, mevzi de odur. Bir Ahmet’i daha
yitirmenin acısı bu ülkenin kalbini dinamit kuyusuna çevirmelidir.
Eren Balkır
9 Eylül 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder