Birey: Burjuvazinin Tanrısı
Her söz, neyin nasıl olduğuna, olması gerektiğine ve
olacağına ilişkindir ve bir vaattir. Her vaat ise eyleme yapılan bir çağrıdır.
Ama söz, kurgudur. Bir dünya-hikâyesi anlatır.
Anlatısını hakikat kılacak araçlar kendisinin değildir. Toplumsalın kalemi,
sözün kılıcından her daim keskindir. Sözün kurduğu ile hakikatin arasındaki
açı, hem politik alanın imkânlarını hem de imkânsızlıklarını barındırır. Sözüne
ve vaadine “âşık” olanlar, hakikatten uzaklaştıkları her bir adımda, çareyi
daha büyük bir söz söylemekte bulurlar.
Kumarda yenilen “bah(i)si yükseltmek” zorundadır.
Yalanlar büyür, düzenbazlıklar artar. Artık, var-olmayan, hakikat katına
yükseltilir. Kendi hikâyesine hakikat derecesinde inananlar için, başkasının
hikâyesi “batıldır”. Ama kendi hikâyelerini var-kılmanın yegâne aracı da
pespaye bir iradecilik olur. Nesnelliğin duvarına çarpan bir iradecilik ise,
döne dolaşa nesnelliğe teslim olur, ama bunu da inkâr eder. Çare, kendi
eylemini yüceltmek ve başkasını eylemsizlikle suçlamaktır. Zira “yanlış hayat
doğru yaşanmaz” (Adorno).
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, söz ile
eylemi arasında birlik vaat etmek, tanrı olmayı vaat etmektir. “Tanrı olmak”
ise siyaset-dışıdır ve eni sonu teatral bir etkinliktir. Teolojik-Tanrı gücünü
“yokluk”undan alırken, Tanrı-oyuncu seyircisine devamlı temaşa sunmalıdır. Bu
seyirlikte herkes bir koltuk numarasına raptedilmişken, bütün sahne
Tanrı-oyuncu’ya ait olduğundan, “alçalmanın” bir alt sınırı yoktur. Yeter ki bu
oyun kurgusu üzerine yapılan anlaşma bozulmasın. Zira bir kere seyirciler kendi
aralarında sohbet etmeye başladıklarında, sahnenin “büyü”sü ve Tanrı-oyuncunun
“aura”sı yok oluverir. Seyirciler koltuklarından kalkmaya başladıklarında,
toplumsal’ın kalemi Tanrı-oyuncu’yu çıplak bırakmaya başlamıştır artık. Kral
çıplaksa, ortadan kaybolunmalıdır. Yoksa bütün düzenbazlıklar ve yalanlar,
oyunlar ve oyunculuklar aşikâr olur. Kuraldır, ortadan kaybolmak ancak göze
görünerek mümkündür. Son perdede iyice ön plana çıkılması bu yüzden zorunludur.
Bu anlatılanlar sol’a özgü değildir, ama sol içinde de
örneklerini barındırır. Buradaki Tanrı-oyuncu, Tanrı-devrimci’dir. Kendi
hakikatine yabancılaşmış, ama yabancı bir anlatıyı hakikatleştirmiş böylesi bir
Tanrı-devrimci için kolektifin, mücadelenin, tarihin ve toplumun kendisinden
öğrenilecek bir şey yoktur. Zira bütün bunların bilgisi “otomatik” olarak
kendisindedir. Bu nedenle vaadi olan sözü ile icra ettiği eylemi arasında bir
birlik olduğunu savlar. İlk ve en büyük yalanı budur. Nerede ve ne zaman “aktif”
olarak direnilmesi gerektiğini bilen de odur, hangi durumda “kaçılması”
gerektiğine karar veren de. Etkileşime ve iletişime kapalıdır, zira bunlar
gereksizdir. Diyalojizmden anladığı tek şey, “pazarlık”tır. “Görüşme”ler ve
“toplantı”lar hep kapalı kapılar ardındadır. Bütünün bilgisi kendisinde
tecessüm ettiği için “birikim”e ihtiyaç yoktur. Bunun iki anlamı vardır:
Yaparken hesap verme adabı edinmemiştir. Neyi niçin nasıl yaptığını kendine
saklamayı ahlâksızca bulmaz. İkinci olarak da, tarihe ve topluma baktığında
sadece kendisini görür. Bütün “birikim” “tarihin sonu”nu işaret edermiş gibi,
onu işaret etmektedir. Baktığı her zamanda ve zeminde kendini görecektir.
Tarihe ve topluma müracaatı yalnız kendini teyit içindir.
Müzisyenler için kuraldır: Etüt yaparken binlerce
seyircinin önündeymiş gibi çalışır, binlerce kişinin önünde bir konsere
çıktıklarında kimse yokmuş gibi çalarlar. Bir sanatçı (artist) olan
Tanrı-devrimci de sadece “devrimi sahnelemek”te mahirleşir. Oysa mesele
“sahneyi devrimcileştirmek”tir.
Devrimi Sahnelemek mi, Sahneyi Devrimcileştirmek mi?
Barikata ve Ethem’e hesap veriyoruz, bu yazının amacı
budur. Ne sözümüzü mutlak eylem, ne de eylemimizi nihai söz kabul ediyor ne de
ikisini mutlak varlığımızda “çakıştırdığımız” yalanını satıyoruz. Hesap
vermemizin ve hesap sormamızın mantığı buradadır.
Hesap verme adabı olmayanlarsa, sözle eylem arasındaki
açının nerede kapanıp nerede açıldığını hep kendilerinin bildiklerini düşünüyor
olmalılar. Zira neyi niçin nasıl yaptığını hep sorduğumuz, ama hiç
öğrenemediğimiz bir praksisin ifa edicileri, dün yaptıkları gibi bugün de,
devrimcilerin önüne “yem” atıp, devrimcilere ve devrimciliğe küfretme
zanaatlarını icra etmekteler. Buradaki eleştirimizi, okurun tartışmayı
anlamasına yardımcı olacak kadar olgusal, ama meseleyi kavramasına izin verecek
kadar da kuramsal koymak durumundayız. Bu nedenle muarrızımızın yaptığı gibi,
olgusallığa boğulmadan, onu teşhîr etme yoluna gideceğiz.
Öncelikle, eğer ortada bir tartışma varsa, biz, bu
tartışmayı üzerimize alınmadığımızı, bunun muhatabı olmadığımızı düşündüğümüzü
belirtmeliyiz. Zira kuramsal olarak, bunun böyle olduğunu yazının ilerleyen
kısımlarında ortaya koymaya çalışacağız. Fraksiyon’un “Beyaz Deri Siyah Maske”
isimli yazısına neden cevap verdiğimiz sorulacak olursa, devrimci adab gereği,
hesap vermeden ve hesap sormadan ortalarda dolaşan fırsatçı, reklâmcı,
kariyerist, yalancı, düzenbaz ve ikbalperestleri, onları tanıdığımız kadarıyla
teşhîr etmek içindir.
Devrimci Bir Bayrak: Ethem
Ankara Kolej’de bulunan Ethem Sarısülük Parkı / Yaşam
Alanı ile kurulduğu günden beri eleştirel ve dayanışmacı bir ilişkimiz oldu.
Parkın öncülüğünü üstlenen arkadaşların izin verdiği ölçüde, yürütmesinde dahî
görevler üstlendik. Tek derdimiz, Ankara direnişinin kolektif bayrağı olan
“Ethem”in yere düşmemesiydi. Biz, onun partisine üyeydik, onun yoldaşıydık,
onun dirileceği, haşrolacağı mahşerin bugünden oluşması için verilecek kavganın
basit neferleriydik. Sorumluluğumuz ve aidiyetimiz onunla ilgili ve ona dairdi.
Bugün söz konusu pratik içinde girilen ilişkiler
sonucu maruz kaldığımız, ama aslında doğrudan muhatabı olmadığımız bir
karalamaya cevap üretmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Zira forum pratiği
içinde yan yana düştüğümüz bazı likidasyon meraklılarının ipliğini hem kuramsal
olarak hem de hayatın içinden örneklerle pazara çıkarmak zamanımızın görevi
olmuştur.
Fraksiyonistler Neden Bu Kadar Öfkeli?
Süreç içinde suyun başını tutma yarışında çeşitli
öznel dertlerle öne fırlamış bir ekipti fraksiyonistler. İnternet âlemi
üzerinden sanal bir “kitle” kurmuşlardı ve o “kitle”nin yarattığı yanılsama
ile, kendilerini “örgüt” olarak takdim ediyorlardı. Peki bu sanal örgüt, bugün
neden bu kadar öfkeli? Burjuvaziye ve devlete yönelmeyen, bileylenmeyen bu
öfke, neden bize yöneliyor?
Biz, tek tek ve bütün olarak, Haziran direnişi
süresince tanıştık fraksiyonistlerle. Şahıs olarak tanıyorduk, ama örgüt
olduklarını bilmiyorduk. Zihin dünyalarına tabiî giremediğimizden ve edebiyat
sosu, gazı bol yazılardan başka bir şey üretmediklerinden, örgüt olmaya bu
direnişte karar verip vermediklerinden de haberdar değiliz. Direniş günlerinde
yoldaşlarımız, kişisel varoluşlarına ait sınırları bilerek, kimi yerde onları
zorlayarak, başkalarını sürece örgütleyerek, barikatta veya gerisinde, direnişte
yer aldılar.
Sonra arka sokaklarda boş duvarlara “fraksiyon”
yazılaması yapıldığını gördük. Dedik ki, “o duvarlar devrimci örgütlerin, siz
niye yazılama yaptınız?” Onlar da “siz de yapın” diye cevap verdiler. Biz de
“reklâm yapmak doğru değil, bugün yazılama hakkı halkın, sonra devrimci
örgütlerindir, onlara düşer.” İlk burada kızdılar.
Sonra bir yazı yazdılar. Sürecin, direnişin niteliğe
dair bir dönüşümü emrettiğini düşündüğümüzden, fraksiyonda çıkan bu yazının
anlamsız ve yanlış olduğunu söyledik. Bunu, kolektif bir tartışma düzlemine,
yazılı olarak iletmiştik aslında. Herkes bu süreci teorik ve politik bir
tartışmanın konusu yapmalıydı. Sonuçta direniş süreci hiç yaşanmamış gibi
yapılamazdı. Dolayısıyla fraksiyonistlere, “milleti, her şeyin özü, niteliği,
sırrı bizde, şimdi nicelikle uğraşalım diye kandırmanın ve buradan kendini pazarlamanın
anlamı yoktur” denildi. Bu yazı sonrası, 20 Haziran’da fraksiyonistlerin “kent
mimarîsi”ne dair merakları üzerinden bulup kurdukları park forumu dâhilinde
oluşturulan mahalle çalışmasına girdik. Söz konusu eleştirimize dönük öfke bu
çalışmada yankısını buldu. Arkadaşlar, “ağanın pohunun üstüne poh”
istemediklerinden, “beni nasıl nesnelleştirip eleştirirsin” kibriyle,
gerildiler ve karşı saldırıya geçtiler.
Biz, o süreçte park forumunun fazla solcu olduğu, eski
ve yeni solcuların tartışma platformuna döndüğü, böyle giderse, direnişteki
halkla temasın kesileceği yönündeki kanaatlerimizi ilettik. Bu amaçla, parkın
halklaşması doğrultusunda mahalle çalışmasına girdik ve bir mahallede film
gösterimlerine dayalı başka bir pratik önerisinde bulunduk. Saldırı, tam da bu
noktada gündeme geldi. Fraksiyonistler, konunun tartışılmasına izin vermeden,
çalışma önerimizi yaptırmamak için uğraştılar.
İkinci öfke dalgası, arkadaşların sitelerinde ve
forumda birlikte iş yürüttükleri bir ismin Ethem Sarısülük’e ve devrimcilere
küfreden yazısına ve forum pratiğine dönük yaptığımız eleştirinin ardından
geldi. Arkadaşlar, meseleyi şahsîleştirmek ve tartışmayı boğmak için gerekli
adımları attılar. Bizim kaleme aldığımız yazılar, özelde forum pratiğini,
genelde geri çekilen direnişi ileri itme amacını güdüyordu. Bu aşamada,
Ankara’daki forumları ortaklaştıracak bir gazete önerisini sunan bir
arkadaşımızın dışlanması gündeme geldi. Bunun üzerine hukuk ve ahlâk gereği,
biz de fraksiyonistlerle bir toplantı kararı aldık ve eleştirilerimizi onların
aksine, yüzlerine yaptık. Kendilerinin uyguladığı yöntemi ahlâk ve politika
dışı buluyorduk. Zira fraksiyonistler, çıkan yazılar üzerinden bizi düşman
etmek için Alınteri çevresine, “bunlar size küfrediyorlar, Ethem’in hatırasını
sömürdüğünüzü söylüyorlar” diye tezvirata ve dedikoduya başvuruyorlardı.
Sonrasında aslında “devrimcilere küfrediyorlar”daki “devrimciler”in kendileri
olduğunu öğrendik. Oysa devrimciye küfredilmez, ama devrimcicilik
eleştirilirdi.
Devrimcicilik, gerçek devrimcilerin koltuğu altına
girip kendi bireysel fantezilerini gerçekleştirmeye çalışmaktı. Bizim, forum
yapılacağına dair aldığımız duyum üzerine verdiğimiz ilk tepki, neden o parkın
forum için tercih edilmiş olduğu sorusunu sormak oldu. Zira kaygımız, “halk
hareketliliği”ni ya da “mahalleli”yi foruma dâhil edememenin, forumun kalıcı
etkiler bırakmakta aciz kalacağına ilişkindi. Forumu örgütleme fikrini ortaya
atan başlıca “özne”lerden fraksiyonist arkadaşların bu soruya verdikleri cevap,
alayla karışık başka bir soru idi: “Solcular halk değil mi?”
Takip eden günlerde gerçekleşen forumlarda çeşitli
komisyonlar çalışmaya başlamış ve farklı etkinlikler yapılagelmişti. Biz, bu
süreçte daha çok, zorunlu olarak “pasif bir katılımcı” şeklinde, forumdaki
yerimizi aldık. Bunun ilk nedenlerinden biri, forum pratiğini hem yerel hem de
ulusal bağlamda idrak etmeye dönük bir tecessüs idiyse, bir diğeri de parkta
etkin rol oynayan arkadaşların kendi çevrelerine “rol dağıtmalarıydı”. Bu
süreçte dahî kendi sorularımızı ve görüşlerimizi arkadaşlarımızdan esirgemedikse
de, karşılık olarak alay ve hafifseme gördük. Yine de bu süreçte parkın
artalanında çeşitli etkinliklerle parka yönelik mahallî desteği arttırmaya
girişmekten geri durmadık.
Sonrasında bu arkadaşlar, teorik ve politik
tartışmasını yürütmeden, bu sürece kimseyi dâhil etmeden kurdukları Ethem
Sarısülük Yaşam Alanı’nın bekçileri edasıyla, çeşitli hamleler yaptılar. Bugün
park forumunun parkın isminin değiştirilmesinden ibaret olduğunu söyleyen
arkadaşlar, herkesten habersiz, belediyeyle görüşmeler yürüttüler ve bir
forumda, belediyenin parkın ismini değiştirmeyi kabul ettiğini ve 17 Temmuz
günü açılış yapılacağını herkese ilân ettiler. Ancak bu yalandı. 17 Temmuz
geçti ve kimseye ne hesap ne de bir izahat verildi.
Yürütmeme Kurulu
Temmuz sonuna doğru muhtemelen “içeride” belirli
sancılar yaşandı. Parkın isminin değiştirilmesi vaadi boşa düşmüştü. Ama öte
yandan, parkta pratik faaliyet yürüten atölyeler vardı. Bu atölyeler, doğal
olarak Kaldıraç, EHP ve Devrimci Proletarya gibi siyasî yapılar eliyle
yürüyordu. “İçerisi”, parkın iplerinin bu atölyelerin eline geçeceği
kaygısıyla, fason bir yürütme kurulu oluşturma kararı aldı. O güne dek park
faaliyetinin emekçisi ve neferi olmak dışında öznel bir derdimiz olmamasına
rağmen, o faaliyetin dışında tutulan bizler, bir biçimde, bu yürütme kuruluna
çağrıldık. Aslında farkında olmadan, sessizce gerçekleştirilen bir tasfiye
işleminin figüranları oluyorduk.
Bu “figüran” hâlimizle gene de temel derdimiz, aslî
vurgumuz, parkın kendine kapalı, solcu bir mekândan çıkıp, Ankara direnişine,
onun oluşturduğu kolektif pratiğe ait bir mevzi, karargâh olabilmesi ve forumun
da özellikle Kızılay hedefine kilitlenen, direniş sürecinde ve özellikle
Ethem’in cenazesini kaldıran on binlere açılması yönündeydi.
Fraksiyonistler ise bu türden sözlü müdahalelerimizin
hepsini susuş kumkuması ya da şahsî saldırılarla etkisizleştirdiler. Görünürde,
“Ethem’in CHP’ci, ulusalcı hatta yâr olmasına mani oluyoruz” derlerken,
aslında, özünde “onu kimseye yâr etmeyeceğiz” demiş oluyorlardı. İlk cümle, bir
bahaneden ibaretti. Çünkü ne biz ne de yukarıda ismi zikredilen örgütler
ulusalcıydı.
Babanın Mektubu
Alınteri’nin Ethem’le rabıtası ve muhabbeti elbette ki
doğaldır, ancak fraksiyonistlerin Ethem’in hatırası ile ilişkisi son dönemde
yaptıkları ile teşhîr olmuştur. Ethem’in babasının yazdığı mektup, Alınteri’nin
sitesinde yayınlanmışken, fraksiyonistler, mektuba kendi sitelerinde yer
vermişler ve sitenin linkini, artık hiçbir ilişkileri bulunmayan Ethem
Sarısülük Parkı’nın facebook sayfasında paylaşmışlardır. Tüm ilişkileri de bu
minvalde cereyan etmiştir. Parktaki bütün forumlar, arkadaşların reklâmı ile açılıp
onların reklâmı ile kapanmıştır. Forumun güdükleşmesinin nedenlerinin burada
aranması gerekir.
Devrimcilik konusunda herkese ders veren bu
arkadaşlar, park forumu ve yürütme ile ilişkileri kalmamasına karşın,
yürütmenin haberi olmaksızın, 14 Eylül günü özel mesajlaşma ile, parkta gezici
başka bir ekibe forum yapma izni vermektedir. Oysa o tarihte parkta forum
yapılacak, gelenler 21’ndeki konser ve 23’ündeki mahkeme konusunda
bilgilendirilip örgütlenecekti. Tek bir kişi, kimseye hesap vermeden, herkesten
habersiz bu süreci baltalamıştır. Üç aydır tek bir devrimci pratik ortaya
koyduklarına tanık olmadığımız bu arkadaşların cümle âleme devrimcilik dersleri
vermesi tuhaftır.
Devrimcicilik
Bu yapılan, devrimcilik değil, devrimciciliktir.
Devrimcilik, bir kimlik içinde dondurulup özel odalarda kalıplanmıştır ve
pazarda satılmaktadır. Kimlik olarak devrimcicilik, Marksizm dışı bir yerden
kendisini kurmaktadır. Üstelik bu kuruluş, liberal bir içerikle
gerçekleştirilmektedir. Bahsi geçen yazıda Marksizm değil, liberalizm vardır.
Ayrıca yazı aslında likidasyona, tasfiyeye yönelik bir çağrıdır. Yani örtük
olarak bizim üzerimizden “devrimciler” denilen toplama seslenilmekte ve onlara
“bize gelin” denmektedir. Bu çağrı, var olan devrimci örgütleri dağıtma
amaçlıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere, “devrimci özne inşa ediyorum” diyen
fraksiyonistler, dolayısıyla bu ülkede devrimci öznenin bulunmadığını da
söylemiş olmaktadırlar.
Arkadaşlar, devrimci özne inşası dâhilinde, arayıp
tarayıp bir park bulmuşlar, o park üzerinden tepeden, diğer oluşan Ankara
forumlarına bir üst örgüt dayatmışlar. Diğer forumlar da akılsız, yani örgütsüz
olmadığından, bu süreç akamete uğramış, sonuçta Ethem Sarısülük Yaşam Alanı’nın
diğer forumlarla, dolayısıyla forumlara kapatılan Ankara direnişiyle ilişkisi
doğalında kesilmiştir.
İlk gün fraksiyonistlerin değil, aslında Ethem’in
çağrıcısı olduğu forumda yüzlerce insan vardır. O kadar insanın forumla ve
parkla ilişkileri de küçük burjuva bir solculuk pratiği üzerinden kesilmiştir.
Bizim naçiz müdahalelerimiz ve eleştirilerimiz, şahsî öfke ve teori/politika
dışı karalamalarla savuşturulmuştur. Dolayısıyla Ethem’in ruhu da terk etmiştir
parkı. Yaşam alanı, “ölü ruhlar”ın, geçmiş birikimin asla giremediği bir yerdir
artık. Forumların belirli bir kısmı gibi, park forumu maalesef Ankara direnişini
ileri itecek bir mevzi olma imkânını yitirmiş, Haziran direnişinin kolektivize
ettiği, birleştirdiği kitleyi dağıtan, öğüten bir niteliğe bürünmüştür.
Halkın Tokadı
Haziran direnişi, bir anlamda halkın, kendisini
görmeyen, ona tepeden bakan, onu sürece örgütlemeyen, kendisini
araçsallaştıran, küçük gören, ilericilik teranesiyle hep geri kabul eden sola
da atılmış bir tokattır. Fraksiyonistler, bu tespitlerimizi çıkınlarındaki
“halkçılık” eleştirileriyle savuşturmuşlardır.
Parkta kitlenin azalması ve halkla ilişkilerin
kesilmesi üzerine, 17 Temmuz’dan, yani arkadaşların parkın resmî açılış
yapılacağını duyurdukları tarihten dört gün önce, “parkta Grup Yorum konseri
yapalım” önerisi, “kitle buraya sığmaz, yapılmasın, zaten parkın ismi
değişmedi, açılış yalan oldu” cevabı alınmıştır. Ama bu gerçek, nedense, foruma
gelenlerle hiçbir şekilde paylaşılmamıştır.
Devrimci Kolektivizm vs.
Devrimcici Liberalizm
Direniş sürecinde kazanan halktır, forumlarda galebe
çalansa bir tür solculuktur. Solculuk, ancak özel insanların, özel odalarda
ürettiği pratikler için uğraşan, özel olana işaret eden bir ideolojidir. Yani
bu Marksizm dışı solculuk, devrimcilik satarken, devrimcilik denilen şeyi
tartışmadan kaçırıyor, onun kitlelerce paylaşılmasına mani oluyordur.
Devrimcilik satmak, ahlâkî ve hukukî bir zafiyete
işaret eder. Sadece kendisini gören ve sürekli kendisini gösterme gayretinde
olan bireyin bu satış işleminde başrol oynaması kaçınılmazdır. Satış işlemi,
doğalında, ahlâk ve hukuka dair sınırların bireyin çıkarlarına göre çekilmesini
beraberinde getirecektir. Yalan olduğunu bile bile, bir arkadaşımızın kız
kardeşini polis saldırısı altındaki alanda bırakıp kaçtığını bir yazıda dile
dökmek, tam da bu küçük burjuva pespayeliğin ve terbiyesizliğin ürünüdür. Üstelik
o kız kardeşimizin o alanda yüzlerce yoldaşı vardır, bilinmesi, içinde olunması
ve görülmesi gereken budur. Yazar, arkadaşımızı aşağılayayım derken, kadını,
kız kardeşini küçük göreyim derken direnişin içindeki kolektif iradeyi küçük
görmektedir. Kendini büyük göstermek için bunların tek kalemde harcanması,
kellelerine kılıç vurulması, bu ruh hâlinin doğal bir sonucudur. Direniş ve
forum sürecinde akıllı telefonlarıyla gazetecilik pratiği içinde olan
fraksiyonistlerin, bu pratiği en süzme devrimcilik olarak pazarlamaları, ancak
bu ahlâk ve hukuk zafiyetiyle izah edilebilir. Söz konusu gazetecilik pratiği,
kolektif direniş pratiği içinde değerli ve anlamlıdır, onun dışına çıkıp
pratiğe çöreklenmeye, kendisine uygun parseli aşırmaya çalıştığında, tehlikelidir.
Biz, kimsenin kişisel planda direniş sürecine ne
kattığını tartmayız. Böylesi bir tartı ve alınan mikyas, bireyci-liberal bir
nitelik arz edecektir her zaman. Kişilerin tüm zaafları, eksikleri ile sürece
dâhil oluşuna saygı duymak, kolektif ve örgütsel olanı ileri itmektir esas
olan. Temelde her tür kimlikçiliğe ve onun dar, kapalı, kendinden menkul biçimi
olan, “gençlik faşizmi”ne, yani insanları kişisel bedensel sınırları üzerinden
devrimciliğin dışına atma girişimlerine itiraz etmemizin nedeni de budur.
Sahte Tanrılara Karşı Allah!
Söz ve eylem sadece tanrıda çakışır, kendisinde
çakıştığını söyleyen, sahte tanrıdır ve yalan söylüyordur. Biz, söz ve eylem
satmak yerine, herkesi o söz ve eyleme katma derdindeyiz. Bu noktada söz ve
eylemi kendisine kapatan, onu özel odalara hapseden, parça parça pazarlayan,
satın almayanları “pazar”dan kovanlara da öfkeliyiz. “Mazlumların asimetrik
yayıncılığı” bunu emreder. O pazar dağıtılacaktır.
Bizi bahane ederek kaleme alınan yazı, mazlumları
kafasız ilân etmek ve kılmak derdindedir. Dolayısıyla, artık nesnel olarak
fraksiyonistlerin Marksizm-Leninizmle hiçbir teorik ve pratik ilişkilerinin
kalmadığı görülmektedir. Bu ilişkiyi kesmelerinin nedeni de liberal bir yerden,
mazlumları avlamak içindir. Marksizm, artık satılabilecek bir şey değildir,
onlara göre. Okudukları tiyatro kitaplarından edindikleri oyunculuk ve rol
yapma bilgileri, bir zamanlar nostaljik bir şey olarak, kırıntı düzeyinde kendilerinde
kalmış Marksist birikimin yerini almıştır.
Marksizm, sömürülen-mazlum halk kütlelerinin dışında
oluşur, ama aynı zamanda o, halk kütlelerine ait devrimci bir sigortadır. Bir
kimlik olarak müdafaa edilmesi ve pazarlanması elbette sorunludur, ama sağda
solda pazılarını göstermeye meraklı ve bu sayede genç mahalle kızlarını
tavlamaya düşkün, sürekli poz kesen delikanlıların kaprislerine de kurban
edilemez.
Sağda solda ve kendi internet imkânları dâhilinde bize
yönelik karalama kampanyası başlatmış olan, kibirle, devletin rolünü
üstlenerek, “İştirakî’nin alanını daraltacağım” diye yiğitlenen
fraksiyonistlere son söz olarak şu söylenebilir: “Mösyö küçük burjuvazi, önce
siz ateş ediniz!”
İştirakî
18 Eylül 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder