AKP, muktedir bir muhalefet partisinden muhalif bir
iktidar partisine evrildiği süreç dâhilinde, yaşanan bu isyan pratiği
üzerinden, başlı başına bir iktidar partisi, hatta iktidarın kendisi olma
imkânını elde etmiştir. 31 Mayıs ile başlayan eylemli sürecin AKP şahsında
önemli kazanımları olacaktır. Belki de ABD ile görüşmeler ve Suriye meselesi
üzerinden denilebilir ki AKP, kendi adına süreci lâyıkıyla yönetmeyi bilmiştir.
Bunun sonucunda AKP, devletin, iktidarın bizatihi kendisi olarak, örgütlenme
yoluna girmiştir. Önümüzdeki süreçte muhalifliğin yol açtığı tüm fazlalıklar
rötuşlanacaktır. Ustalık dönemi kemal’iyettir.
Sol siyasetin ilgili isyan pratiğinde belki de
edineceği temel ders, mülkiyetçi ve rekabetçi yüklerinden kurtulmak olmalıdır.
Artık AKP, kendisine yönelik muhalifliği de sindirmekle yükümlüdür ve muhalifi
olan solun boğulacağı, hapsedileceği kovuklar, gene mülkiyete ve rekabete dair
yerler olacaklardır. Kitle içinden birkaç kişiyi mülk edinmek ve bu amaçla
ideolojik-programatik rekabet içine girmek, iktidarın ekmeğine yağ sürecektir.
Artık küçük kumdan kaleleri yıkıp dalgalı denizlere açılmanın, geniş kitlelerle
birlikte düşünmenin vaktidir.
ABD’de toplumun ıslahı ve kentin rehabilitasyonu ile
ilgili hazırlanan raporlarda ana hedef, parklar olmaktadır. Suç üretim
mekanizması olarak görülen/gösterilen parklar, hem ranta açılmakta, hem de
politikanın nefes aldığı sosyal yaşam alanlarından biri olmak anlamında,
düzlenmektedir. Dolayısıyla 31 Mayıs 2013, hem iki ağaçla hem de
gölgesindekilerle ilgili bir meseledir. Mesele bu açıdan feminist, ekolojik,
demokratik ya da sosyolojik değildir. Tarihten kurtulduğu vakit özgürleştiğini
zannedenler, bu kanallara sığınabilirler, ama parklar, tüm başkasına muhtaç
olma gerçeğinin karartılması zorunluluğu adına yıkılmaktadır. “Halk plajlara
hücum etti, vatandaş denize giremedi” cümlesinde öznel kudret halktan
vatandaş’a kaymaktadır. İsyan edense halkın kolektif iradesidir. Doğal olarak
ezberindekiyle, en yakınındaki taşla kıyam eylemiştir. Bu anlamda AKP’nin kendi
cumhuriyet vatandaşını üretme ve kendi tabanını çelikleştirme teşebbüsü
dâhilinde yaptığı “cumhuriyet mitingleri” yakıştırması, boşa kürektir. Ortada ne
görmek istedikleri cumhuriyet, ne de miting vardır. Cumhuriyet mitingleri,
bugün artık Kazlıçeşme’de tertip edilmektedir. Buna karşın, rötuşlanan
muhalefet yatağına akmak ya da vatandaş denilen özneye biat edip örneğin
Kazlıçeşme’deki halkı alaya almak da değersizdir.
31 Mayıs öncesi Tayyip Erdoğan, tıynetini esasen
ortaya koymuştur. Suriye’deki olaylar başladığında Esad’la yaptığı görüşmeyi
anlatan Erdoğan, içe yönelik de bir mesaj vermektedir. Erdoğan o görüşmede
Esad’a “gösterileri gerekirse plastik mermi kullanarak ezmesini” önerdiğini
söylemiştir.
Bu, tam da kitlelerin 31 Mayıs’la somutta
deneyimlediği bir savaş taktiğidir. Savaş kabinesi olarak hükümet, tüm devlet
geleneğiyle birlikte sömürülen-mazlum halk kitlelerine savaş açmıştır. Devlet,
gene huzursuzluk ve kargaşa istemeyen bireyleri kendisine asker yapma imkânı
bulmuştur. Üstelik bunu düne kadar “dışladığı” Müslüman mahalleye doğru yayılıp
orada mevzilenerek yapmaktadır. Mustafa Kemal’in ruhu camiye sinmiştir.
Mustafa Kemal, bahçesinde söktürdüğü çiçekleri
göstererek, “tüm azınlıkları söküp attım” diyen kişidir. Bu sözü azınlıklarla
ilgili bir kanunun görüşüldüğü günlerde söylemektedir. Bugün ise birileri eylem
sürecini konuşmak için toplanılan parka “Rumların peşine takılıp geldiniz”
deyip saldırmaktadır. Bu güruhun lideri Muhammed Mustafa değil, Mustafa
Kemal’dir. Bahçenin yerini park, çiçeklerin yerini ağaçlar, azınlıkların yerini
“çapulcular ve marjinaller” almıştır. Özde devlet geleneği sürmektedir.
Rumların, Ermenilerin kovulduğu şehr-i İstanbul, isyan
günlerinde “Mustafa Keser’in askerleriyiz” yazılamalarına sahne olmuştur.
Meselenin nahif ve mizahî tarafı öne çıkartılmaktadır, ama o keserin sapı bizim
aleyhimize dönmüştür artık. Sallanan mendilse tüm devrimci imkânlaradır.
İsyan günleri, “duran adam”la durmuştur. Durmak bile
politik ve eylemsel bir niteliğe bürünmüştür. Yani isyanın durması bile bir
eylemle gerçekleşmiştir. Bu durma ve ricat, parklarda örgütlenen forumlar
şahsında gerçekleşmektedir. Forumlardan kendi ezberlerimize ve bilgi yekûnumuza
dair anlamlar devşirmekse nafiledir. Savaşın içinde olmak bakımından mesele,
savaş sanatı ve taktik-strateji ile değerlendirilmelidir. Savaşı görmeyen,
ondan kaçan pratiklerin karşı tarafa hizmet edeceği açıktır. “Bireyi ihmal ediyor,
eziyor, yok ediyor” diye savaşa savaş açanların bu süreci devrimci bir hatta
evriltmeleri mümkün değildir. Birey savaşsızdır, savaşsa aslolarak ilahi birey
putu içindir.
Geri çekilme, ricat üzerinden düşünüldüğünde forumlar,
yaralarımızın sarılması, müteakip karşı saldırıyı birlikte göğüsleme,
politizasyonu ileri itme ve cephe gerisini toparlayıp mevziler oluşturma olarak
görülebilir. Buralardan yüce, ulvi ve dünyevî tuhaf değer ve anlamlar
devşirmek, örgütsel günü kurtarmacı kazanımlara kilitlenmek o forumların
muhtevasını silecektir. İsyan, meseleyi agoradan ve tiyatrodan kurtarmak, sapı
tekrar kavrayıp keseri Mustafa’nın kafasına geçirmek istiyorsa, haddini bilip
had bildirerek ilerlemeyi onlarca gündür sokakta olanlarla birlikte öğrenmek
zorundadır. Grek tragedyasının “katharsis”ine (arınma) saplanıp kalmamalı,
insanların huzur ve güvenle evlerine dönmelerine izin vermemelidir. İman kaybı
en temel yıkımımız olacaktır.
Dertsiz ve öfkesiz bireylerin devletine karşı gene
dertsiz ve öfkesiz bir muhalefet çıkartmak, çıkışsızdır. Kolektif kavganın
kolektif emirlerine uyulmalıdır. Bir park forumunda katılımcı, “otuz yaşındayım
ama yirmi gündür yaşıyorum” demiştir. Başka hayat kavgası bu beyanı esas kabul
etmelidir. Kıyam diriliştir ve sistemin katlettiği tüm ruhlar bu meydanda
haşrolmaktadır. Eksiği gediği, Fethullah Gülen’in dediği üzere, “çürüğü çarığı”
ile kıyam edenleri bireysel kurtuluş ve rahatlama kanallarına itmemek zorunludur.
Cehenneme girmeden rızvana selâm vermek mümkün değildir.
Arap ve Müslüman diye burun kıvırarak, ağız bükerek
izlenen Ortadoğu isyanlarına yönelik solun bir kesiminin eleştirilerini bugün
AKP o kesime karşı kullanmıştır. Solun Arap isyanlarına yönelik komplo
teorilerine yaslanan yaklaşımı, bu sefer kendisine karşı bir keser olarak
devreye sokulmuştur. Uzakta ve hariçte durulmuş, bir eylemlilik sürecinden
Ortadoğulu olunarak gerekli dersler çıkartılamamıştır. Bu nedenle mevzi
kayıpları yaşanmaktadır. “Eş-şa’b yurid iskate’n nizam” Türkçeye
çevrilememiştir. Erdoğan, Mübarek-Zeynel Abidin katarına katılamamıştır. Onca
sınıf analizi yapanlar, işçi-emekçi hareketini sürece bilerek ya da bilmeyerek
dâhil etmemiştir. Temel sorun, ölçünün ve hizanın devletlû ya da muhalif, birey
denilen put olarak belirlenmesiyle ilgilidir. İşçi, bireyin don değiştirmiş
hâlidir ağızlarda. Bu puttan şefaat dilenerek ilerlemekse asla mümkün değildir.
Eren Balkır
6 Temmuz 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder