Pages

05 Temmuz 2013

Fenafillah


Bugün halk hakikattir, sol ise batıl. Direniş sürecinde tüm sol birikim, zail olmuştur. Sol, halkta ölmeyi, halkla dirilmeyi bilememiştir.

Bu, komünist olmak üzerinden geliştirilen bir eleştiridir ve komünist pratiği solculuktan ayrıştırma teşebbüsüdür. Direnişi genelde politika, özelde sol siyaset içi bir devrim olarak görmemek, ölümün süreklileştirilmesinin bir sonucudur. Devrim lafzını kendisine kapatmış bir öznellik, gerçek devrimin kendisine örgütlenememektedir. Bu nedenle söz konusu öznellik, gerçeğin gerçekle değil, lafla dönüştürebileceğini zannetmektedir. Lafın mülkiyeti ve rekabeti gerçekte hükümsüz olduğundan, her şey lafa boğulmaktadır.

“Her şeyi ben başlatırım, ben bitiririm” diyen esnaf-zanaatkâr ideolojisi, solun ruhudur. Bu solun belirleniminde yaşanan direniş süreci, ölümün karşısına daha fazla hayatı çıkartmak zorundadır. Zira devletin şiddeti, tedhiş ve korku amaçlıdır. Korku iliklere sinecek ve bu tam da solda karşılığını bulacaktır. Bugün forumların “yaşam alanları” olarak kodlanması ve direnişi kendisinde boğması meselesi, tam da bu gerçekle ilgilidir. Yaşamak isteyen sol, halkın direnişini öldürmek zorundadır. Dolayısıyla parklardan halk çekilmiş, alan sola kalmıştır. Esasında bunun böyle olmasını isteyen, solun bizatihi kendisidir ve hayıflanması faydasızdır.

Parklar, demokrasi marketinde bir reyon kapmak isteyen ekip ve akımların pazar kavgasına dönüşmüştür. Evleri basılan transları, işten atılan işçileri, başörtüsü yasak olan Müslüman kadını, işsiz genci vicdan ritüellerinde kurban verenler, yan yana gelme imkânı bulmuşlardır. Tüm bu kavgaların harı sönmüş, o harı taşımayanlar, onu söndürmüş olanlar, podyuma çıkma imkânına kavuşmuşlardır.

Zira sol, trans, işçi, Müslüman, işsiz, köylü, Kürd, Ermeni, Alevî vs. olmamanın sahte cennetidir. Buraları terk etmiş olanların bu yanılsamayı sürdürmeleri için direniş, müthiş bir fırsat sunmuştur. Direnişin yenilgisi solun zaferidir; direniş ve halk kazansaydı, solun tüm payandaları yıkılacaktı. Hâlâ mevcut ise bunun nedeni, sömürülenlerin-mazlumların kolektif kavgasının geri çekilmesidir ve bu geri çekilme sol olarak somutluk kazanmaktadır.

Esnaf-zanaatkâr pratiği, halkı bireylere, tüketicilere, kendine kapalı nesnelliklere bölmek zorundadır. Bu pratik, devlet gibi, yan yana iki kişi görsün, onu ezmek ister. Ezemiyorsa, liberal bir virüs salıp bölecektir. Esnaf-zanaatkâr pratiği, sinekten yağ çıkartmaya kilitlidir, dolayısıyla, bu pratik, düzenin herkesin yağını çıkartma çabasına kendi cephesinden dâhil olur. Burada sürekli salgıladığı ideolojik salgı ise “vitalizm”dir. Bu ideolojik yaklaşım, mevcut hayatı her şeyin önüne alacaktır. “Biz sizin hayatınızı düşünüyoruz” yalanına ortak olacaktır. Her şey sırf yaşamak içindir. Son bir ayın direnişi, sırf yaşamaya odaklanmış solun bizatihi kendisinde ölmektedir. Sol, ölme biçimidir.

Örneğin bir forumda sadece sol örgütler kalmışsa ve “bu park faaliyetini mahallelerdeki parklara taşımak gerekir” denildiğinde, “bizim yaşam alanımızı, parkı boğar bu öneri” tepkisi geliyorsa, boğulmak istenenin, öncesiyle birlikte, halkın bir aylık pratiği olduğu açıktır. Göze alınamayan şey, halkta ölmektir.

Park örgüt mezarlığı iken, oradan halka dair hiçbir şey çıkmaz esasında. Burada koruma altına alınan, parkın arkasındaki iradedir. O soldur ve tüm solculuğu ile kendisine açtığı dükkânını korumaya çalışmaktadır. Buna karşılık mahallelere taşıma fikri tekrar sol bir teknisyenlik üzerinden işlemektedir. Birileri, gene kendisine güdülecek koyun arayan çoban rolü biçmiştir. Sol işin mahiyetine hüküm ve ipotek koyduğundan, eksiklik sadece teknik kısımdaymış gibi görünmektedir. Oysa o mahalle parkına uzanan da gene soldur. O parka toplanacak halk, gene eldeki ideolojik cetvellere, pergellere göre bölünüp ayrıştırılacak ve istenilen kıvamdaki tekil bireyler dükkâna müşteri kılınacaktır. Sadece biri diğerini daha akılsız bulmaktadır, o kadar. Akıl ise cetvelin uzunluğu, pergelin genişliği ile ilgili bir meseledir.

Her dükkân sahibinin hayali ise büyükşehre yerleşip batıya açılabilecek bir şirket kurmaktır. Cetveli uzatmak, pergeli genişletmektir. Uluslararası işçi derneği olmasına karşın UİD-DER’in "işçi sınıfı" tabelalı dükkânında şu son süreçle ilgili tek laf etmemesi, tek bir şey yapmamasının izahı buradadır. Muhtemelen örgüt, uluslararası etkisi olan bu isyanı “orta sınıf” diye etiketleyip çöpe atmış, “işçi sınıfını ilgilendiren bir şey yok” deyip yoluna devam etmiştir. O, işçinin bireysel cismiyle ilgilenir, kolektif-tarihsel sıfatıyla değil.

Siyaset alanındaki devletçikler ve burjuva kurumlar olarak örgütler, mevcut devletten ve burjuvaziden daha çok korkmuştur yaşananlardan. Bu korku, içteki liberalizmi depreştirmiş, insan denilen put daha fazla cilâlanmış, daha fazla kurban kesilmiştir sunağında.

İzmir’de alelacele üzeri kapatılan SDP-TKP kavgası, bu solun ölü hâlini süreklileştirme gayretinin bir yansımasıdır. Tüm tabelalar kırılmış, tüm flamalar yırtılmışken, direniş, ısrarla o tabelaların ve flamaların arkasına toplanmaya çalışılmaktadır. Hiza buradan çekilince, ister istemez mülkiyet ve rekabet galebe çalacak, herkes elindekini yarıştıracak ya da herkesi eşya ve nesne kisvesinde görüp mülk edinmeye çalışacaktır. Dükkânlar arası bu kavganın direnişe ve halka bir faydası olmayacağı açıktır. Halkı kendine uygun bireylere bölme yöntemlerinin yarıştırılması bir sonuç vermeyecektir. Yarışın kendisi ve mahiyeti külliyen yanlıştır. Park forumlarından halkın tevhidî çığlığı duyulurken, bu kadar müşrikin ortalığı kuşatması, devletin muzaffer olduğunun delili gibidir.

Söz konusu zihniyet, maalesef, Sivas’taki 2 Temmuz anmasına katılan bir Antikapitalist Müslüman arkadaşta da karşılığını bulmuştur. “Biz gelirken Allah’tan başörtülü arkadaş getirmişiz” denilmiştir. Burada “başörtülü kadın” esas olarak flama veya döviz derekesinde görülmektedir. Bu fikriyat, 2 Temmuz Ankara anmasında Ethem Sarısülük için yapılacak etkinliğe çağrı metnini yaka kartına dönüştürmede de vardır. İnsan bedeni, basit bir eşya ve reklâm panosu olarak görülmektedir. Baştaki örtü de aynı düzeyde ele alınmaktadır.

Sürecin tek öznesinin kendisi olduğunu düşünüp, başkalarını nesne olarak görmek, direnişin söküp attığı gözlere ait bir bakıştır. Tüm bunların sürekliliğini görüp hayatın devam ettiğine dair işaret alan ve sevinenlerin düşünmeleri gereken nokta da burasıdır. Yaşıyor görünen öldürüyordur bir yandan.

İnsanları güdülecek koyun, teknik bir işlemin sıradan parçası, niceliğe hapsolmuş basit bir sayı olarak görmek ve bu görünün sürekliliğini kutsallaştırmak ölümün huzuru içindir, başka bir şey değil. Dolayısıyla o kadar “kopuş” edebiyatı, aslında altında sürekliliğin kendisini gizlemek amaçlıdır. “71 devrimciliği” kopuşunu sürekli vurgulamak, demek ki onun öncesindeki yaşamsalcı, nicelikçi sağ siyasetin devam ettirilmesi içindir. Özünde, “bu parkı ben örgütledim” vehmine ve kibrine övgüler düzmek, tam da o parkı örgütleyenin halk ve halkın direnişi olduğu gerçeğini gizlemek amaçlıdır.

Sol, şehidleriyle ölmeyi becerememektedir. Toprağa karışan can, teorinin, ideolojinin ve politikanın da o toprağa karışmasını emreder oysa. Ancak sol, her şehidini toprağa verdiğinde daha fazla yükselmektedir semaya. Şehidler, vicdanî yaraları kapatan birer bant olarak istismar edilmektedir öte yandan. “Sol, ölüme tapıyor, yaşamı sevmiyor, Ethem’in ölüsü dirisinden kıymetli hâle geliyor” diyen ve Ethem’in cesedini dükkân terazisinde tartan Kör Kâtipler, tam da bu nedenle Ethem adına kurulan parkın ruhuna sirayet etmektedirler. Sinan Çetin yetiştirmesi bu kâtipler, hepimizi varolan hayatın işleyişine teslim olmaya çağırmaktadırlar. Demek ki park, semada inşa edilmektedir. Devrimcilik, Ethem’in mezarına, eski ayinlerde konulan eşyalar gibi, yerleştirilip geride bırakılmaktadır. “Kolektiften kalan bireysel fazla”, “ölümü kutsayan gelenek”, “ölüm üreten iktidarlarla yan yana gelmeme istemi” gibi ifadelerle Ethem üzerinden devrimcilere, devrimciler üzerinden Ethem’e açıktan küfredilmektedir.

Halkla hemhal olacak tıynetten yoksun olanların “bakın, kaç kişi topladım buraya” türünden övüngenlik ve kibirle ortak olduğu, tam da bu küfrün kendisidir. Ethem ise halkın gelecekteki mahşerinde haşrolacaktır, hakikat tam da budur.

Devletin şiddeti, herkesi bugüne mahkûm etmektedir. Ahiret, aynı zamanda “bugünden sonrası” demektir. Ahireti düşünmemiz ve onun için dövüşmemiz istenmemektedir. En devrimci lafları vicdan muhasebesi doğrultusunda sarf edip duranlar, nedense bugün liberal laflara ve pratiğe âşık olabilmektedirler örneğin. Çünkü onlar bugünden, bugünkü hâlden ve hâllerinden memnundurlar.

Şiddetin bu geriye dönük etkisi, çözücüdür ve teslim alıcıdır. Daha ilk günden devrimcilerin ölüme taptığı eleştirileri duyulmaya başlanmışsa, bunun nedeni, taktik-strateji açısından devrimcilerin de bu eleştirilerin sahiplerinden daha geriye çekilmiş olmasındandır. Bu ricatın, geri çekilmenin nedeni de solun yaşamak, sadece yaşamak istemesidir.

Mevzubahis kör kâtip, direniş sürecinde nasıl ki ölümden çok korkmuşsa, sol da aynı ölçüde ölüm korkusunu yüreğinde hissetmiştir. Bu korku, onu en geri olana mahkûm edecektir. Oluşan çatlaklardan, örgütlerinde en geri olanı yapma imkânı bulamamış ve bu yüzden dışa düşmüşler sızacaktır. Bu da gene esnaf-zanaatkâr pratiğine özgü “her şeyi ben başlatırım, ben bitiririm” edebiyatını güncellemekten başka bir sonuç vermeyecektir. Dolayısıyla, örgütlerinden düşenler, örgütlerinin kosmosunu, ideolojik-politik dünyasını sorgulamaksızın, “bir de biz başlayalım, başlatalım bakalım” diyeceklerdir. Örgütlerinde şef olamamış, olsa bile yükselememiş kişiler rüşt ispatına gireceklerdir. Kısa soluklu pratiklerle nefisler okşanacak, rakamlarla övünülecek, endam, allanıp pullanacaktır.

Direniş süreci üç pratiği kendiliğinden öne çıkarmıştır: Redhack, Çarşı ve Antikapitalist Müslümanlar. Bu, direnişin ilk temel dersini özetler aslında. Halk, teslim alınamayan, çözülemeyen, meşru bir illegalite talep etmektedir. Redhack, bunun imgesidir. Halk, “bize yüz gaz maskesi verin, Taksim’i alalım” diyebilen ve asla diz çökmeyen bir vurucu güç istemektedir. Çarşı’nın çağrıştırdığı budur. Halk, yüreği kendisinden yana atan bir yürek, onun derdiyle yanan bir vicdanı çağırmaktadır. Antikapitalist Müslümanlar, tam da bu yüreğin ve vicdanın yansımasıdır. Bu üç pratiğe göre kendisini yıkıp kurmayan bir solun ağzındaki yaşam edebiyatı düşmanın öldürme pratiğine aittir. Halkı görmeyen, halk denilen hakikatin kavgasını vermeyen, halkta ölmeyen, halkın ihtiyacını da görmeyecek, ona örgütlenemeyecektir.

Eren Balkır
4 Temmuz 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder