Gezi Parkı, kolektif direnişin ta kendisidir.
İktidarın, onun çanağı ve para muslukları önünde sıra olmuşların, Gezi Parkı
ile direnişi ayırma gayretleri saldırının bir parçasıdır. Direniş onlar için ne
kadar suçsa Gezi de suçtur. Bu düzen, parkları suç gördüğündendir ki bu kavga
alazlanmıştır. Onlar, bu direniş karşısında parkın kendisini suç ilân
etmelerini gizleme derdine düşmüşlerdir. Bu dert onları boğacaktır.
Gezi, “boş zaman”ın başkaldırısıdır. Sevgilinin
saçlarındaki elin, omzundaki başın isyanıdır. Ona saldırı aşka saldırıdır.
Çıkarlarına Allah gibi tapanların çıkarsız sevgiye karşı açtığı savaşın bir
cephesidir. Onlar, işe yaramayan, kâr getirmeyen, sonuç üretmeyen her şeye
düşmandır. Tarım bakanının ağzından çıktığı biçimiyle, meraları
yağmalayanlardır. Kanserojen büyümenin, amacı sırf büyük ve iri gözükmek
isteyen Amerikancı-nicelikçi zihniyetin saldırısıdır. Muhteviyatın heba
edilmesidir. Gezi, özün çarpık biçimin önüne geçmesidir.
Herkesi sinekleştirip yağını çıkartmaya yeminli bu
düzen, boş zamanı olabildiğince daraltma derdindedir. İşyerlerinde işçilere,
memurlara “bahşedilen” sigara içme vakitlerine göz diken düzen, insanların
muhabbetlerini bile kendisine düşman bellemek zorundadır. Boş zamanın kavgasını
verirken, işsizlerin, tinercilerin, yankesicilerin, hırsızların öne
çıkartılması ve direnişçilerin bunlara benzetilmesi, tesadüfî değildir.
Başbakanından en alttaki polise devletin memuru olan kişiler, hiç çalışmadan
biriktirdikleri servetlerini bu şekilde korumaktadırlar. Kibirden uyuşmuş
beyinlerini tinercilere küfrederek gizlemek durumundadırlar. Her gün milletin
cebinden milyonları soyanlar, bu soygunu karşı saldırıyla örtbas etmeye
mecburdurlar. Yağmacılar ve hırsızlar, toprağı, havayı, suyu kendi çetelerine
nasıl peşkeş çektiklerini bu tezviratla saklamaya mecburdurlar. Bir park, tam
da bu nedenle bir savaş alanına dönüşmüştür.
Gezi Parkı direnişi, başbakanın “tinerci bunlar”
saldırısının bir uzantısıdır. Sigara düzenlemeleri üç beş patron için alınmış
bir karardır ve bu kararın parkla dolaylı ilişkisi mevcuttur. Bunların gözü,
ranttan başka hiçbir şey görmemektedir. Faşizm, otuzlarda toplum kurgusu için
hiçbir fayda üretmediği düşünülen yaşlıların, engellilerin katledilmesidir.
Devletin kapitalist kâr ve fayda merkezli yeniden inşasıdır.
ABD’de toplum mühendisliği ve FBI işbirliği ile
hazırlanan raporlarda parkların ortadan kaldırılması gerektiği üzerinde
durulmaktadır. Parklar suç merkezleridir, onlara göre. Müslüman olduğu
iddiasındaki kişilerse Gezi Parkı’nın yıkılmasına tam da bu nedenle destek
olmaktadırlar. Köleliğin, Allah’a değil, bu devlete kulluğun zincirlerine birer
halka daha eklediklerinin farkında değildirler. Bu bilinç eksikliği, bizim
zaafımızdır. Devlet, çalışan insanların çalışmayan insanlara yönelik haset ve
öfkesini namluya sürmektedir esasında. Bu, çalışanların sömürüldüklerini
unutmasını beraberinde getirmektedir. Gezi, hayatın ürettiği fazlanın hayatı
esir almasına karşı bir itirazdır.
Sigara yasakları insanların sağlığı düşünüldüğünden
değil, iş kaybına neden olması sebebiyle gündeme gelmiştir. Artık emekçilerin
bir sigara etrafında muhabbet etmesi bile yasaktır. Gezi direnişi, bu
muhabbetin dil bulmasıdır. Bu düzenin bekçisi olarak AKP, efendilerine hoş
görünmek için sürekli bu noktalara saldırmak zorundadır. Efendileri için her
şeyi işe yararlı ve kârlı kılmaktadır. Bunlar, Allah’tan Kitap’tan habersiz bir
Afrikalı yerli kadının, maymunu neden emzirdiğine dair soru üzerine verdiği,
“biz doğadan aldığımızı ona geri veririz” cevabındaki ahlâk ve adabdan
mahrumdur. Zira bunlar, maymunların tasmalarla gezdirildiği Muaviye
saraylarının beslemeleridirler.
Yıllarca İslamcı yazarlar, “Marksistler, her şeyi
ekonomiye indirgiyorlar, insanı görmüyorlar” deyip Marksizmi eleştirmişlerdir.
Ama bugün bu İslamcı geçinenler, “her şey ekonomidir, ekonomi de tıkırında,
rahat batıyor size” demektedirler. Haysiyeti, hürriyeti, adaleti ve merhameti
hatırlatmaksa bu sefer Marksistlere düşmektedir. İnsan’ın direnişi, çarkların
dönmesi için gerekli yağa dönüşmemeye yöneliktir. O yağı temin etmek,
muktedirlerin aslî görevidir.
Gezi direnişi, ekonomi güçlerine kul olmuş Allahsız
“İslamcılar”ı kesip devletin safına atmıştır. Bundan sonra bunların ağzından
çıkacak haysiyet, hürriyet, adalet ve merhamet kelimelerinin hiçbir hükmü
kalmamıştır. Mesela “ben devrime karşıyım” diyen Nihal Bengisu Karaca, bir
devrim olarak İslam’a ve Peygamber’e karşı olduğunu ve tağutun safına geçtiğini
açıktan ikrar etmiştir. İslamcılık, aslında iktidar olduğu ya da Mümtaz’er
Türköne “kapatın artık şu davayı” dediği için değil, o eleştiriyormuş gibi göründüğü
kemalizmin kalelerine sığındığı için bitmiştir.
Direniş süresince sokağa dökülen herkes, politik
olarak halkı oluşturur. Onun dışında kalanların halk olma niteliği yoktur. Bu
noktada demokrasi edebiyatı zeminini yitirir. Halk, yaratmaktır, ibdadır.
Yaratmak için yıkmak şarttır. Yıkıcılığa, kırılan camların parasına bakanların
esasta saldırdıkları, bu yaratma pratiğidir. Her türlü ideolojik yükle sokağa
çıkanların yıkıp kurdukları ise başka bir hayattır.
Başka hayat için yürekteki dert, akıldaki öfke, gene
bu lânet hayatın dili ve kelimeleri ile konuşur. Ağza dolan küfürler bile bunun
karşılığıdır. Başka hayatın namuslu kelimelerine henüz kavuşulamadığı için dil
küfre sığınmıştır.
Sabra-Şatilla kampında büyüyen çocuklarla ilgili bir
belgeselde anaokul öğretmeni, çocuklardan Filistin ile ilgili resimler
çizmesini ister. Bir kız çocuğu, karakalemle bir kuş çizer. Öğretmen, kuşu
neden boyamadığını sorar. Çocuk, “Filistin’den gelecek kuşun renklerini
bilmiyorum ki” diye cevap verir. Filistin, onun için bir cennet ülkesidir ve
oradan gelen kuşun rengini verecek bir boya yoktur ortada. Dildeki düğüm,
yürekteki sekme, boğazdaki yanma, bu yüzdendir. Başka hayatın sözcüklerini bu
hayattan türetmek, sancılıdır.
Gezi direnişi, başka hayata andaçtır. Tarihe çentik
atmaktır. Parmağa düğümlenen kırmızı kurdeledir. Unutmak, artık unutulmuştur.
Direniş boyunca “nihayet bilgisayar başından kalkıp
sokağa dökülen gençler”le alay edilmiştir. Bu öfke, onları parklardan,
tahterevalliden, kaydıraktan, misketten, topaçtan mahrum bırakan düzene
yöneliktir. Bu gençlik, İzmir’de ziyaretlerine gelip kendilerine yiyecek
getiren ninenin “dutlar daha olmadı, olsaydı biraz getirecektim” sözüne gözyaşı
dökmektedir. O yaşın süzüldüğü yerde hangi kimyasal, hangi biber gazı tesir
edebilir ki artık.
Bu kahpe düzen, sinek, böcek kılıp tek tek bizi
kendisine kul etmek derdindedir. Ama bir yanımız eksiktir ve dost, aşk, kavga
ve ortaklık türküleri haykırmaktadır.
Gezi direnişi, Türk’ün ve türkünün direnişidir. “Hep
yalnız ve güzel olan ülke”, kendi hilafına ve kendi aleyhine üzerine yığılmış
bu devlete karşı bozkırların, kızıl atların, kıl çadırların, göçerliğin ve ana
sütünün sıcaklığını çağırmaktadır geçmişten. Türk’ün isyanı, Kürd’ün
serhildanını imrenerek izlemiş, ona hasetle küfretmiş, bugün nihayet taş
yollarda kanın renginde kardeşleşilmiştir. Başka hayat kavgası, atlarını
barikatların üzerine süren yiğitlerin canında tohumlanmıştır. Bu, artık geri
döndürülemez bir hakikattir.
Maalesef milyonlar, ellerindeki rızkı Allah’tan değil,
hükümetten bilip ona asker olmayı seçmiştir öte yandan. Hükümetse ekmeğe kul
ettiği milyonlara yaslanarak kibirlenmektedir. Oysa Gezi, ekmeğin direnişidir.
Sağlık faşizmine dayalı edebiyatla ekmek eksilmektedir, kursakta
düğümlenmektedir. Eskiden yerde görse alan, üç kere öpüp alnına götüren bir
millet, ekmeğin panzerler altında ezilişini seyretmektedir. Ethem’in
katledildiği yerde karanfillerin arasında duran ekmek, bu isyanın bayrağıdır.
Üç kuruşluk hayatlarına biat edenlerin başka hayat kavgasına düşman olmaları
kaçınılmazdır, bu, hep böyle olmuştur.
Başka hayat, Ali Şeriati’nin ifadesiyle, “İsâr, her
şeyi bağışlamak ve hiçbir şey almamak için bir buyruktur. Yani; Ey birey! Öl de
başkaları yaşasınlar”dır. İsâr, “kişinin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile
sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanması,
başkalarının yararı için fedakârlıkta bulunmasıdır.” Kendi nefes dahi
alamazken, polis saldırısında maskesini, limonunu başkasıyla paylaşmaktır.
Yaralı elini düşmüşe uzatmaktır.
Yirmilerde kahverengi gömlekleriyle “yaşasın ölüm”
diye tek sıra yürüyenler, bugün başka hayat iradesini ezmeye çalışmaktadırlar.
Gezi Parkı, İsâr’ın direnişidir. Dirilişimizdir.
Eren Balkır
21 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder