Afrika’nın kapsamlı işgali başladı. Birleşik
Devletler, Libya, Sudan, Cezayir ve Nijer’den başlayarak, 35 Afrika ülkesine
askerî birlikler konuşlandırıyor. Associated Press’in Noel’de
bildirdiğine göre, bu gerçek, İngiliz-Amerikan medyasında asla yer bulmuyor.
Esasında işgalin “İslamcılık”la bir işi yok, esasta
derdi, kaynaklara temelde madenlere el konulması ve rakip Çin’le husumetin
tırmandırılması. Çin’in aksine ABD ve müttefikleri, Irak, Afganistan, Pakistan,
Yemen ve Filistin’de sergilenen şiddeti tekrarlamaya hazırlanıyorlar. İşbölümü
gereği, tıpkı Soğuk Savaş’ta sürekli yinelenen dünyadaki komünist fesadın
“kızıl tehdidi”nde görüldüğü üzere, batılı gazetecilikle popüler kültür, İslamî
aşırıcılığın tehditkâr yayına karşı kutsal savaş için gerekli kılıfı örüyor.
On dokuzuncu yüzyılın sonundaki Afrika’da yaşanan
kapışmayı hatırlatacak biçimde, ABD Afrika Komutanlığı (Africom), Amerikan
rüşveti ve silâhlarına teşne olan işbirlikçi Afrika rejimleri arasından seçilen
bir ricacılar şebekesi kurdu. Geçen yıl Africom, Afrika Girişimi Operasyonu’nu
başlattı, operasyona ABD ordusunun komutasında hareket eden 34 Afrika ulusunun
silâhlı güçleri ile birlikte yürütüldü.
Africom’un “askerden askere” isimli doktrini,
generalden kıdemli subayına her rütbeden ABD’li askeri ihtiva ediyor. Bunlarda
bir tek güneş kaskı eksik.
Görünüşe göre Patrice Lumumba’dan Nelson Mandela’ya
Afrika’nın gururlu kurtuluş tarihi, bugün yeni efendilerin siyah sömürge
seçkinlerince unutturulmuş durumda. Frantz Fanon’un elli yıl önce uyardığı
gibi, bu seçkinlerin “tarihsel misyon”u, esas olarak kamufle edilmiş olmasına
karşın azgın bir kapitalizmin “teşvik” edilmesi üzerine kurulu.
Bu konuda çarpıcı bir örnek olarak Doğu Kongo’daki
stratejik madenleri kontrol eden asi grup, M23 verilebilir. Bu grubun ipleri,
Washington’un kuklası olan Uganda ile Ruanda’nın ellerinde.
Afrika savaşı, NATO için uzun süre önce planlanmış
olan bir “misyon”. Bu misyon dâhilinde, uzun süredir kıtada kaybettiği
sömürgeleri yeniden ele geçirmek için azimli bir çalışma içinde olan Fransa da
önemli bir rol oynuyor. Arap dünyası, Mübarek’lerden ve Washington ile
Avrupa’nın destekçileri olan diğer isimlerden kurtulmaya başladığında, Afrika
savaşı 2011’de acilen uygulamaya konuluyor. Emperyalist ülkelerin
başkentlerinde oluşan histerinin pek abartılacak bir yanı yok. NATO bombaları
Tunus’a ya da Kahire’ye değil, Libya’ya düşüyor. Bunun nedeni, Muammer
Kaddafi’nin Afrika’daki en büyük petrol rezervlerini elinde bulunduruyor
olması. Libya’daki Sirte şehri yerle bir olduktan sonra İngilizlerin SAS
birlikleri, “asi milisler”e ırkçı bir kan banyosu ile sonuçlanan bir katliam
için emir veriyorlar.
Sahra’da yaşayan yerli bir halk olan ve Berberî
savaşçıları Kaddafi tarafından korunan Tuaregler, savaş esasında Cezayir
üzerinden Mali’ye kaçıyor, kaçtıkları bölge Tuareglerin altmışlarda ayrı bir
devlet kurmak istedikleri yer. Patrick Cockburn’ün de ifade ettiği üzere,
“kuzeybatı Afrika’da batının en çok korktuğu husus El-Kaide değil, bu yerel
ihtilaf (…) ne kadar fakir olursa olsunlar, Tuaregler, petrol, gaz, uranyum ve
diğer kıymetli madenlerin üzerinde yaşıyorlar.”
Fransız/ABD’nin 13 Ocak’ta Mali’ye saldırması
ardından, Cezayir’deki bir gaz kompleksi kanlı bir kuşatmaya sahne oluyor. Bu
saldırı, David Cameron’a için bir 11 Eylül mazereti verdi. Carlton TV’nin eski
halkla ilişkiler görevlisi, yaşananın “küresel bir tehdit” olduğunu ve bu
tehdide karşı batının onlarca yıl şiddet uygulaması gerektiğini söylüyor. Bu
adam, çok farklı etnik grupları barındıran Suriye’ye saldırılmasını ve bağımsız
bir devlet olan İran’ın işgal edilmesi ile birlikte, Afrika için batının iş planlarının
uygulanması gerektiğini iddia ediyor.
Bugün Cameron, İngiliz birliklerine Mali’ye gitme
emrini veriyor ve RAF insansız hava aracını buraya gönderiyor, öte yandan
Cameron’ın lafebesi generali Sir David Richards şu tespiti yapıyor: “Tüm dünya
genelinde cihadcılara şu açık mesaj verilmeli: bize bulaşmayın ve asla
ayağımıza dolaşmayın. Bu gerçekle tüm gücümüzle uğraşacağımız herkesçe
bilinmelidir.” Bu sözler, tam da cihadcıların duymak istedikleri şey. İngiliz
ordusunun uyguladığı terörün tüm kurbanları Müslüman. İngilizlerin “sistematik”
işkence davalarının mahkemelere çıkartılıyor olması, bu generalin sözlerine
tuhaf bir ironi katıyor. Sör David’in bahsettiği “güçlü” yollarına bir
seferinde şu şekilde tanıklık etmiştim. Bir keresinde ona, batılıların ve
onların kendi ülkesindeki destekçilerinin barbar davranışlarını tarif eden
Afganlı cesur feminist Malalay Joya’yı sormuştum. General, bu soru üzerine
bana, “sen Taliban’ı savunuyorsun” demişti. (Gerçi sonrasında benden özür
dilemişti.)
Evelyn Waugh’dan çıkma bu soğuk esprili komedyenler,
tarihin canlandırıcı esintisini ve ikiyüzlülüğü hissetmemize imkân veriyorlar.
“Afrika’nın zenginliklerini çalmak için bir tür bahane olarak kullanılan
“İslamî terörizm”, esas olarak bu batılılarca icat edildi. Ama artık BBC/CNN
hattının kırıntılarını sindirmek ve hakikati bilmemek için ortada herhangi bir
bahane kalmadı. Bu noktada Read Mark Curtis’in Secret Affairs: Britain’s
Collusion with Radical Islam [“Gizli İşler: Britanya’nın Radikal İslam ile
Birlikte Çevirdiği Dolap” -Serpeant’s Tail], John Cooley’nin Unholy Wars:
Afghanistan, America and International Terrorism [“Kutsal Olmayan Savaşlar:
Afganistan, Amerika ve Uluslararası Terörizm” -Pluto Press) ya da modern
köktenci terörün doğumuna ebelik eden Zbigniew Brzezinski’nin The Grand
Chessboard’u [“Büyük Satranç Tahtası” –HarperCollins] gibi çalışmalardan
bahsedilebilir. Esasında El-Kaide mücahidleri ve Taliban, CIA, Pakistan
istihbaratı, Servisler Arası İstihbarat ve İngiliz MI6 tarafından yaratıldı.
Başkan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı
Brzezinski, bugün “teröre karşı savaş” denilen saldırının başladığı 1979
tarihinde gizli bir başkanlık talimatını anlatır. Bu talimata göre, 17 yıl
boyunca ABD “bir nesli şiddete boğan” cihadcı aşırıcıları bile isteye beslemiş,
silâhlandırmış ve bu kişilerin beyinlerini yıkamıştır. Kod adı Siklon
Operasyonu olan bu faaliyet Sovyetler Birliği’ni yıkmak için tertiplenmiş
“büyük oyun”un adıydı ama bu oyun İkiz Kuleler’in yıkılması ile sonuçlandı.
O günden beri zeki ve eğitimli kişilerin hem
uyguladıkları hem de sindirdikleri haberler, Hollywood’un elindeki yalan
söyleme ehliyeti ile bir tür Disney gazeteciliğine dönüşmüştür. Burada
Dreamworks şirketini WikiLeaks ile ilgili, iki Guardian gazetecisinin
kaleme aldıkları hain ve dedikoducu kitabından sinemaya uyarlanacak filmden ve
Oscar ödüllü Kathryn Bigelow ile Leni Riefenstahl’ın yönettiği, işkence ve
cinayeti teşvik eden, Führer sineması gibi efendisinin sesini aktaran Zero
Dark Thirty filminden bahsedilebilir. Bunlar, bizim şöyle göz ucuyla
baktığımız ve iktidarın bizim adımıza yaptıklarını yansıtan, arkasını gösteren
birer aynadırlar.
John Pilger
31 Ocak 2013
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder