İşin başı ve sonu olma niyeti, işin ve işe
ortaklaşmanın hakikatini asla görmez. Bu yaklaşım, süreç içinde en fazla
esnaf-zanaatkâr zihniyetine doğru kapanmak zorunda kalır. İlgili yaklaşım
üzerine kurulu bir siyasetin ve teorinin iş yapma ve ortaklaşma istidadı
yoktur. O siyaset ve teori, devrim ve sosyalizm olmasın diye vardır.
“İlk teorik Marksist” ya da “ilk politik Marksist” türünden tespitlerin küçük burjuva bir nitelik arz ettiği açıktır. “İlk olmak” isteyenler, küçük burjuvalardır, zira sonu da tayin etmek istiyorlardır. Proletarya ise başını sonunu bilmediği bir iş sürecinin doğal parçası olduğunun bilincindedir.
Küçük burjuva, siyasetinde ve teorisinde proletaryaya dönük
nefretini ve tiksintisini konuşturur. Her daim kendi üstlerine bağlılık yemini
eder.
Bu anlamıyla, Demir Küçükaydın öncülüğünde büyük bir
yürek ve takdire şayan bir emek ile somutlanmış “Hikmet Kıvılcımlı
Sempozyumu”ndaki genel havanın bu küçük burjuvalıkla malul olduğunu net bir
biçimde dile getirmek şarttır.
Teorik, akademik ve/veya siyasî planda Kıvılcımlı’nın
biricikleştirilmesi gayretleri, söz konusu küçük burjuvalığın tecessümünden
ibarettirler. Kıvılcımlı’nın genel bağlamından kopartılması, kişilerin kendi hırslarını,
arzularını ve niyetlerini Kıvılcımlı’ya konuşturmak istemeleri, onun TKP içi
husumet politikası sonucu ülke ülke gezerken çektiği çilenin derinleşmesinden
başka bir şeyi ifade etmez.
Sempozyumda “Kıvılcımlı” derken bir kez bile “TKP”den
söz edilmemesi, ülkedeki komünist faaliyetin eksikleri, zaafları ve güçlü
noktalarına değinilmemesi, Kıvılcımlı’nın Komintern-TKP bağlamında
değerlendirilmemesi, ciddi bir marazdır. Kıvılcımlı şahsında yüceltilen,
parlatılan, altı çizilen, övülen, esas olarak bugündeki bazı bireylerin enfüsü,
şahsî mevcudiyetleridir. Kıvılcımlı’nın yaldızlanması, Kıvılcımlı ile ilgili
malumatın ve malumatın sahibinin öne çıkartılması amacını gütmektedir.
Kıvılcımlı, bu noktada bir tür nişandan, süsten veya ambalajdan ibarettir.
Kıvılcımlı denildiğinde akla gelen, TKP, Komintern,
Lenin ve kısmen Sovyetler olmalıdır. Ama onun da parti içerisindeki mücadelede
Türkiyeci kanatta kaldığı, hatta bu kanadın öncülüğünü yaptığı görülmelidir. Türkiyeci
kanat, devrimle değil, devletin Sovyet devletiyle kurduğu ilişkinin eseridir. O
eser, tartışılmamıştır. İsmail Bilen’le yaşanan sürtüşme, basit bir
Moskova-Ankara kavgasıdır.
Osmanlı’da sol-sosyalist mücadele, temelde ekaliyyet üzerinden ilerler. Ermeni, Rum ve Yahudi halkın mücadeleleri ayrı veya birleşik alanda sürerler. Söz konusu mücadelenin İkinci Enternasyonalci yanı barizdir. Ancak bu niteliği Ekim Devrimi ile birlikte dönüşüme uğramıştır.
Döneme dair
değerlendirmelerde ana eğilim, Ekim Devrimi’nin ağırlığının yok sayılması
yönündedir. Bu kasti eğilim, dönemin ittihatçıları ile ilgili
değerlendirmelerde de hâkimdir. Sanki ittihatçılar, hiç dönüşmeden ve
etkilenmeden, 1917 Kasım’ını aşmış gibilerdir.
Bilindiği üzere, 1918’de Moskova’da uç veren
iştirakiyyun faaliyeti, 1920 Mayıs’ı ile birlikte ittihatçıların Sovyetler’le
yaptığı anlaşmanın sonucu kurduğu Türk Komünist Partisi’ni tasfiye eder ve
Mustafa Suphi, Kırım, Kazan, Taşkent gibi noktalarda, kendi tabiriyle “Garb
kapitaline karşı inkilâbî cehennem ocakları” olarak kurduğu iştirakiyyun
teşkilâtlarını birleştiren bir kongre tertipler. Kongreye Anadolu ve
İstanbul’daki ekipler de katılır. Ancak 1921 Ocak’ındaki katliam sonucu parti,
temel olarak söz konusu kongreye katılmamış olan ve esasta Avrupaî bir sosyalizme
meyli bulunan Şefik Hüsnü’nün eline geçer. Şefik Hüsnü, Avrupa çizgisidir.
Partinin Ankara’da tertiplediği ikinci, legaldeki kolu
olan Halk İştirakiyyun’un birinci kongresine Ermeni örgütlerinin katıldığı
söylenmektedir. 1923 yılında sonradan Yunanistan Komünist Partisi genel
sekreteri olacak olan Niko Zaharyadis TKP üyesi olur. Ancak Rum ve Ermenilerle
olan bu ilişki, partinin 1925 sonrası ülke içine doğru kapanması ve Şefik Hüsnü
çizgisinin Kemalist cumhuriyeti tanıması gibi sonuçlar üzerinden kopar. 1929
tevkifatı sonrasında bu ayrışma, özellikle hapishanelerde derinleşir, sonuçta
Ermeniler ve Rumlar, hem partiden hem de ülkeden koparlar. Kıvılcımlı’nın bu
kesimlerin arkasından savurduğu “küfür”, herkesin malumudur.
Bu ayrışmaya parti içinde alınan tüzük kararları yol
açar. Tüzükteki değişikliklerin altında Hikmet Kıvılcımlı’nın imzası da vardır.
Alınan kararlar, Şefik Hüsnü çizgisinin Kemalist
siyasî sınırlara tabi olması ile ilişkilidir. Söz konusu çizgi, salt sendikal
faaliyete endeksli bir politika öngörmekte ve Kemalist diktatöryanın
ilerlemeciliğini onaylamaktadır.
KUTV mezunu kadroların bir kısmı, sonrasında Kemalist
safa geçer. Örneğin bu damar, Şeyh Said isyanı ile ilgili olarak Kemalizme
destek çıkar. Ancak öte yandan, partide Kemalist siyasete karşı çıkan, onu
diktatörlük olarak gören, hatta silâhlı mücadele yürütülmesini öneren başka bir
damar daha vardır. Kıvılcımlı, esas olarak Şefik Hüsnü hattına örgütlenmiş, o
hat üzerinden partili olmuş bir komünisttir.
Türkiye’nin kuruluş sürecinde Balkanlar ve
Kafkasya’dan gelen politik ve sosyolojik iki ayrı akımın etkili olduğu
söylenir. Çerkeslerin Ethem ile birlikte tasfiye edilmesi, Şeyh Servet gibi
isimlerin kenara itilmesi, Balkanlardan gelen isimlerin öne çıkması ile
sonuçlanır. Bugün sanıldığının aksine, Balkan hattı İkinci Enternasyonalci ve
reformist iken, Doğu’dan gelen hat, Bolşeviktir.
Balkanlar-Kafkasya yarılmasının TKP içine de
yansımaları olduğu açıktır. Şefik Hüsnü, Avrupa’da sosyalizm eğitimi görmüş,
buranın idealleriyle yüklü bir isimdir ve esas olarak Mustafa Suphi damarından
pek haz etmemektedir. Haz etmeyen, Avrupa solculuğudur.
Karadeniz’de Suphilerle birlikte katledilen yoldaşı
Ethem Nejat, 10 Eylül’deki kongrenin esasında “emperyalizme karşı bir ittifakın
ürünü” olduğunu söylemekte, faniliği ve geçiciliği üzerinde durmaktadır. Yani
bu kongrede komünistler birleşmemiş, sadece işgale karşı bir araya
gelmişlerdir. Kurulan, gerçek bir parti değildir. Biraz da olmadığı için Karadeniz’de
boğulmuştur.
Doğudan özelde Kafkaslardan gelen hattın İstanbul
hattı tarafından pek desteklenmediği, içselleştirilmediği açıktır. Bu
tartışmalar, Şefik Hüsnü’nün yoldaşı Ethem Nejat ile ilgili tespitine de
yansımaktadır: “Ethem Nejat, Suphi’den farklı olarak, ittihatçıların kim
olduklarının farkındaydı.”
Oysa Suphi, millici olduğu dönemde, 1910’ların
başından beri, ittihatçıların kim olduğunu, neler yapabileceklerini ve neleri
yapamayacaklarını gayet net bilmektedir. Şefik Hüsnü’nün ittihatçılık
eleştirisi, bir miktar onun kemalizmin safına düşmesiyle ilişkilidir. Öte
yandan, Suphi’de eleştiri kılıcı her iki tarafı da hem neo-ittihatçılar
anlamında Kemalistleri hem de eski ittihatçı paşaları kesmektedir.
Bu ortamda Hikmet Kıvılcımlı’nın Yol çalışmasında
Suphileri “maceracı, anarşist” olarak nitelemesi, tam da Suphilere karşı ciddi
bir tertibat içerisinde olan Kemalistlerin ifadeleri ile benzeşmektedir. Onlar
da “burada bir devlet, hükümet var, nizam kuruldu, bu Suphiler gelip ortalığı
karıştıracaklar” demektedirler. Yani esasında “marjinal” edebiyatı yapanlar, bu
eleştiriyi yönelttikleri kişileri marjinalleştirmek niyetindedirler.
Şefik Hüsnü’nün de değerlendirmesi bu yöndedir. Bugün
özel ellerde toplaşmış tarihî belgelerin yeni yeni günışığına çıkmasıyla o
dönem Suphilerin marjinal olmadıkları, aksine Anadolu’da güçlü bir tabana sahip
bulundukları görülmektedir. Biraz da mesele, maddenin kendi diyalektiğine kavuşmasıdır. Suphilerin Ankara’ya gelip konuşlandığı vakit birçok dinamiği
örgütleyeceğini sınıf düşmanları Suphilerden önce görmüş ve önlemini almıştır.
Sınıf düşmanlarının gördükleri şudur: İttihatçıların
sol kanadıyla ittifak kurulmuştur, Müslüman çevrelerle organik ilişkiler
geliştirilmiştir. Komünist faaliyet, işçi ve köylü tabanına doğru gelişme
kaydetmeye başlamıştır. Basit aydın, bürokrat ve asker tabanı üzerinden halk
içerisinde sağlam ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Kabuk, duvar çatlamış,
toprak çatallanmıştır.
Özelde iştirakiyyun hareketi işçi-köylü merkezli iken;
Şefik Hüsnü ve Aydınlık çizgisi aydın tabanlıdır. Şefik Hüsnü ve
Kıvılcımlı, ikisi de birden, Fransız aydını Henri Barbusse’ü önemsemektedir ve
Barbusse’ün çıkardığı dergiyle aynı isimde bir yayın organı çıkartılmıştır (Clarté-Aydınlık). Barbusse’ün genel teorik vurgusu, aydınların
toplumsal dönüşümde öncü olmaları ve aydınlanmanın muzaffer olması ile
ilişkilidir.
Dolayısıyla Kıvılcımlı Sempozyumu’nda onun İslam ve
yerel tarihle kurduğu ilişkilerin biricik olduğunu iddia etmek, ciddi bir
yanılsamayla maluldür. Bu türden ilişkiler çok öncesinden tesis edilmiş,
Anadolu’nun çeşitli noktalarında yayınlanan Bolşevik-Müslüman gazetelerde bu
türden meseleler tartışılmıştır. Bu ilişkilerin ilk kez Kıvılcımlı ile
kurulduğunu iddia etmek, “Kıvılcımlı” dükkânlarını terk etmek istemeyenlerin
bir pazarlama yöntemi olmalıdır. Bu yönteme başvuranlar, Kıvılcımlı’nın kendisini
önceleyen, Bolşeviklerin ve Anadolu sosyalistlerinin Müslüman halkla kurduğu
politik ve ideolojik ilişkiden kopartmanın, biricikleştirip satmanın
derdindedirler.
Elimizde, Misak-ı Milli ve Kemalist kuruluşun verili
olarak benimsenmesi siyaseti içinde düşünen bir Kıvılcımlı vardır. Daha önce
ifade edildiği üzere, partinin bu topraklarda sosyalizm bayrağını kesintili ve
sürekli olarak taşıyabilmiş azınlıkları dışlayan karar, doğrudan Kıvılcımlı ile
de bağlantılıdır. Bu eğilimin TKP’nin doğrudan İstanbul ekibinin eline
geçmesiyle bir ilişkisi olması gerekir.
Özetle; esasta sempozyuma dönük itiraz, belirli
kişilerin bugündeki teorik faaliyetlerini Kıvılcımlı istismarı üzerinden
aklamaya çalışmaları, Kıvılcımlı’yı bu amaçla biricikleştirmeleri ve onu genel
tarihsel bağlamdan soyutlamaları ile ilgilidir. Kıvılcımlı külliyatı,
Suphilerin 1918’lerden başlayan iştirakiyyun hareketine ait kılınmalı, o akan
suya yatırılmalı, oradaki mevcudiyeti üzerinden yeniden değerlendirmeye tabi
tutulmalıdır. Tarihten ve toplumdan azade, basit bir akademik figür statüsünde
tutulan Kıvılcımlı’nın ne eksikleri, zaafları görülebilir ne de meziyetleri. O Kıvılcımlı,
karikatürleştirilir ve ancak akademide, örgüt tepelerinde, yayın köşelerinde
koltuklarına kurulmak isteyenlere hizmet eder. Bize, geçmişten geleceğe,
dövüşen Kıvılcımlı lazımdır.
Eren Balkır
25 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder