Pages

27 Şubat 2013

28 Şubat Liberalizmi

Bugün sağda solda Müslümanlar, sanki geçmişin intikamını veya geçmişten intikam alırcasına, sürekli bir rasyonalizm ve realizm zemininden konuşuyorlar. Yavan, komplo teorilerine dönük eleştiriler her yeri kaplıyor, bireyin aklına sonsuz alan açan bir yaklaşım, hâkim oluyor. Her şey, tuhaf bir aklî kurguya bükülüyor. Bu kadar akılcılığın ve gerçekçiliğin iktidarda olmakla, daha doğrusu iktidarmış gibi görünmekle ilişkisi olmalı. Asıl bu zan ve vehim eleştirilmeli.

Müslümanların akıl ve gerçek tasarımları, sekülerleşmenin ve liberalizmin yansıması. Bu sekülerleşme ve liberalizm ise 28 Şubat darbesinin bir sonucu. 28 Şubat’ın bin yıl sürmesi, tam da belirli bir akıl ve gerçek kurgusuna Müslümanların kul edilmesiyle ilgiliydi. Müslümanlar, iktidarın ve Kemalist burjuva nizamın arkasındaki akıl ve gerçek kurgusuna biat etmiş durumdalar. Akılcılık ve gerçekçilikse bugünün ve orada birikmiş servetin kutsallaştırılması ile alakalı. İslam, akılcılığa ve gerçekçiliğe göre revize ediliyor, verili aklın ve gerçeğin hüküm sahiplerinin dişine uygun bir din tesis ediliyor. Aklı ve gerçeği zorlama ihtimali olan her şey, devletçi İslam’ın tankları altında eziliyor. Sincan’da 4 Şubat 1997’de yürütülen tanklar, Müslüman kesimdeki tüm sömürü ve zulüm karşıtı olma ihtimallerini dümdüz ediyorlar. Açılan yoldan, AKP’ciler yürüyorlar, sömürenlerin ve zalimlerin tüm uşaklarını örgütlüyorlar.

28 Şubat’ın 12 Eylül ile ortak bir mantığı var. Her ikisi de devrim gibi derdi olmayanların, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı rant için ele alanların zamana hâkim olması derdiyle yapılmış görünüyor. Egemenler, vurup kendilerine düşman kitlenin içinden teslim olacakları ayırıyor, onlara yol veriyorlar. 1971 darbesinde “İslam elden gidiyor, bu komünistleri ezmek gerek” diye gizli bildiriler kaleme alan ordu, 12 Eylül’de mevzii Türklükte teşkil ediyor, sınır boylarını korumakla görevli ordu, sınır ötesindeki tüm tehlikeli gelişmelere karşı sahiplerinin çıkarlarını gözetecek şekilde hareket ediyor. Her şeyi Türkleştiriyor; ekonominin avrupaîleştiği ve amerikanize edildiği momentte tüm ideolojik birikimin Türkleştirilmesi kaçınılmaz görünüyor.

Ordu, “şu Arapların zırvalarını öğrensinler diye Kur’an’ı Türkçeye çevirttim” diyen Mustafa Kemal’in izinden giderek, Kur’an kanalından girebilecek her tür “virüs”e karşı ülkeyi kendince şerbetliyor. 28 Şubat ile de son darbe indiriliyor.

Darbelerin vurduğu yerde hemen teslim olanlar, örgütleriyle, tekkeleriyle, cemaatleriyle, kitleleriyle, bayraklarıyla ve ideolojileriyle mülkiyet ilişkisi geliştirenler. Darbeyi yediği anda mülk sahipleri, mülklerini korumak adına, beyaz bayrağı çekiyorlar. Tüm iddialar, hedefler, ülküler, iman, birikim, miras, kavga, özetle darbeye sebep olan ne varsa, geri çekiliyor. Mülk sahipleri ve onlara öykünerek günlerini geçirenler, “ben sosyalist ya da ben Müslüman olduğum için bunlar geldi başıma” diyor. Hayatta kalmak için mülke sarılıyor ve sosyalistliğini ya da Müslümanlığını iyiden iyiye liberalize ediyor.

Söz konusu saldırının koşulladığı savunma hâli, herkesi demokrasi kurgusuna mecbur ediyor. Pazarın matematiği içinde birer sayı olarak sayılmak, en makul yolmuş gibi görünüyor. Buradaki akıl, zamanla egemenlerin imkânlarından faydalanma talebini koşulluyor. Kendi geçmiş mülk ilişkilerine kapanan siyasî özne, kendine kapalı, havada asılı, “kendine Müslüman” bir tekil bütünlük olarak, “küre”[1] şeklinde var olmanın doğru olduğunu zannediyor.

Fukara halkı “biz Kur’an’ı, Allah’ı, Peygamber’i kâfirlere karşı koruyoruz” diye kandırıyorlar. Evet, koruyorlar ama Kur’an’ın, Allah’ın, Peygamber’in bugünde kavga etmesini imkânsızlaştırarak bunu yapıyorlar. Esasen bugünü onlara karşı koruyorlar.

Herhangi bir teorik yaklaşım, Kur’an’ı göreceleştirdiği zannıyla çöpe atılıyor. Belli bir dönemin algı ve bilgisinde dondurulmuş Allah ve Peygamber ise benzeri göreceleştirme pratiklerine karşı muhafaza ediliyor ve bu yapılırken donduruluyor.

* * *

Bir Müslüman, “solcular da amma eylem meraklısı!” diye feveran ediyor. Kendisine “perdeleri yırtıp Mekke sokaklarına dökülen, “kırın kölelerin boyunduruklarını!” diyen Hz. Muhammed hatırlatıldığında, o Müslüman, sadece susmakla yetiniyor. Yenilen dayak ve savunma hâlinde kalmanın sonucu Peygamber’in pratiği, bugündeki tüm sömürü ve zulüm karşıtı pratiklerin ezilmesi için kullanılıyor. Müslüman ahali, “bu eylemler, Peygamber’in pratiğini unutturmak, silmek, göreceleştirmek için yapılıyor, kanmayın” denilerek uyutuluyor. Hakk’ın divanında durmaksa mesele, ahali, özel ağızlarda, birer ticarî metaa dönüşmüş, ne olduğu bilinmeyen bir “Hak”kı korumak için bugünde süren kavganın hakikatine düşman ediliyor.

Modernizm, otuzların başında İstanbul şehir planında çıkmaz sokakların kaldırılması kararıdır. Çıkmaz sokaklar, mahalle halkının mahrem ortaklaşma alanıdır. Modernizm, her şeyin göz önünde ve kontrol altında olmasını ister.

28 Şubat, dini ve dine ait tüm olguları göz önüne serip tartışılmaz olanları tartıştırmıştır. Müslümanlar, küçük mahallelerinden ve atölyelerinden ortalık yere çıkmak için bu darbeyi fırsat bellemiş, tüm varlıklarını pazara çıkartmışlardır. Müslüman ahali, demokrasi pazarında adam yerine konulduğuna sevinirken, arka bahçe kapısından içeri şeytanın girdiğini fark etmemiştir. Artık Mevlevi semazenler, lüks restoranlarda eğlence için dönmektedirler, Allah için değil.

Kılıç mecazını[2] anlamayıp, bu kelimeyle aslen “şeriat”ın kastedildiğini zannedenler, yanılmaktadırlar. Kılıç şeriatı önceler, zira şeriat Allah’ın hudududur, hudud sonuçtur, önce kıyam edip kılıç çekmek gerekir. Sonuca ve şekle tapmak, insanı nedene ve öze karşı körleştirir. Esasta basit bir hukuktan dem vurulmamakta, kılıç derken, ahlâkın ve hukukun ötesinde, bugünün sömürü ve zulüm düzenine karşı kıyama işaret edilmektedir.

* * *

Neredeyse iki yüz yıldır Müslümanlar, günahlarının, hatalarının sebebinin gene kendilerinde olduklarına ikna edilmektedirler. 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri basit olaylar değildir, bunların içeriye doğru halka halka geçirdiği zincirlerle bir bir hesaplaşmak zorunludur. Batı’nın vurduğu yerde biteni gül zannedip koklayanlar, her yeri kaplamaktadırlar. Batı vurmakta, Müslüman da hatanın, günahın kendisinde olduğunu düşünmekte, İslam’ı yumuşatmak, aklîleştirmek ve kavga içinde çelikleşmiş yanlarını kireç diye çözmek için uğraşmaktadır.

Herkes bir biçimde, İslam’ın kapitalizm ve emperyalizmden önce olması gerçeğine sırtını yaslayıp bugüne bir şeyler söylemektedir. İslam’ın önce oluşunun ve kendi İslam’larının bu tür melânetlerden ari ve beri olduğu düşünülmektedir. Solda “ezilenler tarihi” yazıp önceki döneme methiye düzenlerde de aynı yanılsama vardır. Kapitalizmin ve emperyalizmin hiç yaşanmadığı döneme ve o döneme ait olguya bugünde bağlı olmak, kimseyi kurtarmamaktadır. Buradaki yanılsama, ilgili malumatın içinde yaşamakla gerçekte yaşamanın karıştırılmasıdır ve en fazla, bugünde hiçbir şey yapmak istemeyenleri örgütler.

12 Eylül ve 28 Şubat ile aradan onca zaman geçtikten sonra hesaplaşmanın anlamlı bir yanı yoktur. Ne kadar direnç geliştirilmişse o kadarızdır. Her iki darbede geçmişin mülkü üzerine çöreklenmiş olanlar bugüne kalmış, hayatta kalmak adına liberalizmin ve demokrasinin yatağına gönüllü olarak yuvarlanmışlardır.

28 Şubat konusunda tek başına ABD ve siyonizmi düşman bellemenin de anlamı yoktur, kavgada esas olarak içe vurmak zorunludur. İçe vurulmazsa kim emperyalist kim siyonizmin uşağı, gerçek manada görülemez. Düşmanı bilinmez bir zamana ve mekâna fırlatıp atmak, politik mücadeleyi bugünden uzaklaştırır.

Öte yandan, 28 Şubat konjonktüründe Arap/Körfez sermayesinin de yaşanan tasfiye sürecini olumladığı görülmelidir. Aynı durum, 12 Eylül konjonktüründe Sovyetler için de geçerlidir. Sovyetler, uluslararası ilişkiler örgüsü bakımından yanı başında yeni bir dert istememiştir. Cunta liderlerinin gizli kapılar ardında görüşmeler yaptıkları açıktır Sovyetler’le. Aynı şekilde, 28 Şubat konjonktüründe de Arap/Körfez sermayesinin siyonizm ve emperyalizmle koyun koyuna olması, başat bir etmendir.

Bugün Müslüman ahalinin liberalizme ve demokrasiye kul edilmesi, o günkü teslimiyetin bir eseridir. Söz konusu teslimiyeti koşullayan bir zemin de politik Müslüman dinamiklerin özellikle komünist harekete karşı pozisyon alırken, gereksiz yere savunmacı ve korumacı bir refleks geliştirmeleri ve satha yayılırken efendilere fazla ödün vermek zorunda kalmalarıdır. Komünistlere karşı direnç, politik Müslüman kesimleri her türlü saldırı imkânından ve araçlarından arındırmıştır. Geçmişte “Sovyetler’in kucağına yuvarlanmayalım” diye ABD’nin kapısına bağlanmayı gayet tevhidî bulanlar, bugün yüzeysel bir tevhidi sağlayan yerli ve yabancı efendilere uşaklık etmektedirler.

* * *

Bugün Müslümanlarla solcular, tam da demokrasi ve liberalizm zemininde yan yana gelebiliyorlar. Bu yan yanalık, 28 Şubat ve 12 Eylül’ün yan yanalığının sonucu. Darbeden sonra artakalanlar, mülklerine sarılıyorlar, ağlamaklı bir eda ve savunmacı bir refleksle birbirlerine sarılıyorlar. Bu yüzeysel kardeşlikten kıyam ve kılıç asla çıkmaz.

Söz konusu yan yanalık, liberalizm yatağında, geçmişin solculuğunu veya İslamcılığını olduğu gibi koruma istemiyle ilgilidir. Sol, bu noktada sığ bir ezilencilik üretirken, İslamcılar, benzer bir refleksle, dayanışmacılığı çıkartmaktadırlar.

12 Eylül ve 28 Şubat’ın gerçek zulmünü görenlerin yan yana gelip kardeşleşmesinden ziyade, ortak kavgada yoldaşlaşması esastır. Bu da, darbe öncesindeki mülkünü “öz, iman, gelenek” diye koruyanların darbe sonrası yuvarlandıkları liberalizm yatağından çıkmaları ile mümkündür. Dolayısıyla, her liberalizm eleştirisine “faşizm” yaftası yapıştıranların dili ve bilinci, hâlâ 12 Eylül ve 28 Şubat faşizmiyle konuşmaktadır. Liberalizmin sinsi, sırdaki zorbalığı bu darbelerden mirastır. Söz konusu darbelere karşı tek kelime etmemiş, kıllarını kıpırdatmamış olanların “faşizm” eleştirileri de boştur. Bu kesimler, gelecek kuşaklara 12 Eylül ve 28 Şubat tabelalı dükkânlara tezgâhtar olmayı öğütlemektedirler. Çıkış, bu darbelerle hesaplaşırken onlara teslim olmuş olanlarla da kavga edebilmektedir.

Eren Balkır
27 Şubat 2013

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Yeni Devrimci Özne”, 25 Şubat 2013, İştirakî.

[2] Eren Balkır, “Kılıçsız İslam”, 17 Şubat 2013, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder