Doğaya aitiz onun sahibi değil. Zira doğa ile âdemoğlu
arasındaki ilişki mülkiyete değil, aidiyete dairdir. Mülkiyet çit çeker,
aidiyet, Mekke’ye giren Peygamber gibi, bahçeler arasında çekili çitleri bir
bir yıkar.
Sonsuza yayılmış, mutlak bir doğa vurgusu, bireye
yapılmış bir vurgudur. Bu doğaya ait olmak imkânsızdır. Zira etimolojik olarak
birey (individual) bölünemez bütünlüğe tekabül eder. Bölünemez tek
hakikat Allah ise eğer, bu bireyin bölünemezliğinin doğa ve doğallık üzerinden
gerekçelendirilmesi her daim modernist ve aydınlanmacı bir eğilim olarak
kalacaktır.
Esasta doğaya ait olmayı imkânsız kılmak içindir ki doğa sonsuza yayılır. Bu doğa algısı, esasen doğadaki disiplin, paylaşım ve ortaklaşmadan da azadedir. Temelde doğa vurgusu, doğanın önsel, belirleyici, mutlak ve yüce olmasından ötürü yapılmaktadır.
Sonuç itibarıyla sonsuz bir
hakikat olarak tasavvur edilen sınıf, toplum, dünya, doğa ya da Allah
anlayışının bugüne dayatılması ister istemez teslimiyetle sonuçlanacaktır.
Bölünemeze olana vurgu, birey olmaya dönük bir ısrardır.
Politika böler. Bunun için vardır. Bugünle, bugünün
kısmî, parçalı ve geçici varlığı ile ilgili olan politikada yukarıda bahsi
edilen sonsuz bütünlükleri merkeze koyarak eyleme geçmek mümkün değildir. Bu
anlayış, eskiden TRT’de program yapan teyze gibi, “zaten bitmişi var” deyip
çocuklara kartondan ev bile yaptırmaz.
Marx, anarşizmin köylü ideolojisi ile burjuva
ideolojisi arasında salındığı iddiasındadır. Köylü kendi parçasını, burjuva
verili bütünlüğünü mutlak addeden birer ideolojiye sahiptir. Anarşizm, burjuva
nizamına karşı en fazla köylülüğün şehirdeki gerilimleri üzerinden
öfkelenebilir. Gene Marx’ın tespitiyle, kapitalizme kapitalizm öncesi toplumsal
formasyonlar da karşı çıkarlar. Kapitalizme ve işçi sınıfına vurgu, dönemsel
açıdan politiktir. Gerisi esas olarak minderden kaçmaktır, pratikte bu tavır
sürdürüldüğünde kapitalizme ve devlete karşı mücadelenin temelleri
yıkılacaktır.
Marx’ta insan pratiğini bölücü bir yerden edinmekle
aydınlanmacılığın alanını kısa süreliğine istismar eder ama orada kalmaz. Zira
aydınlanma izole bireye inanır ve ortak insanların birleşik mücadelesine karşı
çıkar. Bu açıdan Marx burjuva devrimlerinde önemli bir ivme kazanan insan
pratiğini ol düşman sınıfın elinden kurtarır ve onu binlerce yılın
mazlum-sömürülen kitlelerin ortak mücadelesine iade eder. Marx devrimci bir
ayıraçtır.
Anarşizm de doğa, insan ve toplum algıları
alabildiğine düzdür. Bireyin ya da parçanın sivriltilmesi adına hakikat belli
bir seviyede hizalanır ve bu hakikat tasavvurunun hiçbir şeyle bozulmaması,
bölünmemesi ve kesilmemesi istenir. Örneğin Bakunin’de aslî olan, kitlelerin,
esasında tek tek bireylerin doğal olan içgüdüleri, hayvanî dürtüleri, ilkel
sezgileridir. Hakikat doğada ise bu hakikatin insan müdahalesine kapalı olması
gerekir. Kurtuluş da bu en ilkel ve en hayvanî düzleme tabi olmakla mümkündür.
Bu anlayışa göre, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen anlayışa itiraz etmiş
olan İslam da ilerlemecidir, modernisttir ve aydınlanmacıdır.
Can Yücel, mealen, bir şiirinde: “insanî olan her şey
kabulümdür sözünün altına imzamı atarım ama şu hümanistlerin asla!” der.
Hümanizmde insan pratiği, ekolojizmde de doğanın pratiği ölüdür.
“Bay
Bakunin için (Proudhon, St. Simon vb’den süpürüp topladığı bir çerçöp yığını
olarak) teori tali bir iş, onun kendisini sadece kişisel planda ortaya
koyuşunun bir aracıdır. Eğer Bakunin teorisyen olarak bir hiçse o, bir
dalavereci olarak kendi öğesi içredir.” [Marx]
Bireysel, bencil bir pratiğin sergi alanı olarak
teoride ekolojizm, materyalist, Ali Şeriati eleştirisi ile natüralist ve
bilcümle mekanik görüşün teşkil ettiği çöp yığını ile kirlenmek demektir.
Doğrudan demokrasi, burjuva demokrasisinin ilkel düzeyde edinilmesi,
burjuvazinin şiddet aygıtlarına hiç dokunmamak ve emekçilerin satha yatırılıp
sindirilmesini ifade eder o.
Bakunin’in insanla ilgili felsefesi aydınlanmanın
ampirisist kanadına dayanır. O, aydınlanmanın ampirisist akımı tarafından tesis
edilmiş doğalcı çerçeve içinde düşünür. Burası genel olarak tüm anarşistlerin
ana rahmidir.
Doğayı sabit, insanı dinamik tutmak ile doğayı
dinamik, insanı sabit tutmak arasında süren kavgada Marx’ın ve Marksizmin yeri
yoktur. Doğanın sabit olması, kendi varlıklarının doğallığını kanıtlamak
zorunda olan burjuvalara aittir. Doğayı sabit tutmak üzerine kurulu bir felsefe
önermek, tüm insanlara da belli bir hareketlilik üzerinden sabitlenme telkin
etmek demektir.
Anarşizm politika karşıtı bir intihar biçimidir.
Marx’a göre anarşizm:
İşçi sınıfının kendi siyasal partisini kurmaması,
hiçbir durumda siyasal bir eylem yürütmemesidir. O, devletle savaşmayı onu
tanımak ve kabul etmek zannetmektir.
İşçi sınıfının siyasal mücadelede şiddete başvurmaması
telkinidir.
İşçilerin hak mücadelesi içinde bilinçlenmemeleridir.
Bir dönem Police grubunda müzik yapan Sting
seksenlerde, Sovyetler’in çözülmeye yüz tuttuğu günlerde, “emek-sermaye
çelişkisi yerini insan-doğa çelişkisine bıraktı” diyordu. “İşçi sınıfı bitti,
emek anlamsızlaştı” naralarının atıldığı yıllardı ve birçok solcu gibi Sting de
yeni dönemin rüzgârına saçlarını kaptırdı. (Daha geçen gün Madrid sokaklarını
işgal eden İspanyol madencileri unutulanı hatırlattı.)
Unut(tur)ulan, kolektif kitlelerin devrimci
yürüyüşüdür. Anarşizm bir unut(tur)ma biçimidir. Dalavere anarşizmi, örneğin
Wan’da evleri yıkılan Kürdlere “ne iyi oldu, ortak ve hayvanca yaşayın işte”
demekle yetinir. Tinercinin burnuna dayadığı tiner olur o. Selde boğulan
Samsunlu kapıcıya “balık olsaydın” demektir.
Sovyetler sonrası ağırlıklı olarak Marksizmin eksik ve
yetersiz olduğu, onun feminizm ve ekolojizm ile beslenmesi gerektiği iddia
edilir. Bu iddia sahiplerinin göremedikleri şey, Marksizmin politik
niteliğidir.
Feminizm ve ekolojizm, burjuva ideolojisine ait iki
eğilim olarak, Marksizme belirli bir mutlak üzerinden had bildirdiğini
zannetmiştir. Feminizmin mutlak’ı kadındır ve o ekolojizmle kadının doğallığın
gerçek timsali olarak yüceltilmesi üzerinden ortaklaşır. İkisinde de genel
eğilim, Marksizmden onun bir kopuş ya da parçalama pratiği olarak görülmesi
yönündedir. İki eğilim de burjuvazi adına tetikçilik yapmak dışında bir iş
yapmamaktadır. İlki kadının ikincisi doğanın mülk edinilmesi için gerekli
taşları döşemektedir. Bu konudaki temel ayıraç olan Marksizm doğası gereği
devre dışı bırakılmak zorundadır. Marksizm, her daim sınıfsal, devrimci ve
iktidara yönelik olanı işaretler.
Bakunin, bir yerde dalga geçerek ama esasında
ideolojisinin özünü ortaya koyarcasına, Marx’a şu soruyu sorar: “Almanya’da
kırk milyon civarında insan yaşıyor. Bu kırk milyonun hepsi mi hükümetin üyesi
olacak?” Marx’ın cevabı şöyledir: “Kesinlikle, her şey komünün öz yönetimi ile
başlayacak.” Marx’ta düşmanın gücüne karşı kolektif bir güç teşkil etmek
esastır.
Ama kimi anarşistler için bu komünün de sınıf gibi
önemi ve anlamı yoktur. Zira “ekolojik kriz”, insanların binlerce yıl önce iki
taşı birbirine vurması, ses çıkarması ve mızrak yapması ile başlamıştır.
Dolayısıyla doğacılık öylesine had safhaya vardırılır ki insan denilen mahlûkat
fazlalık olarak görülmeye başlar. Bugün dünya tekellerinin insanlık nüfusunun
çok fazla olduğunu söylemesine eklenir bu yaklaşım.
İnsanı ve pratiğini bir fazlalık, aykırılık, sapma ve
düşman olarak görmek, doğası gereği, bugünde sömürü ve zulme karşı pratiği de
zararlı kabul edecektir. Bu fikrî düzlük ile Allahçılık ve sınıfçılık ve
bireycilik üzerinden ilişki geliştirmek mümkündür. Birileri Ak Parti gerçeğinde
Müslüman halktaki “sol”a yönelimi mas etmek, birileri devrimci imkânları ezmek,
birileri kalvinist İslam için yol açmak, birileri de meseleyi soyut bir devlet
eleştirisine indirgemek için anarşizmle ve ekolojizmle flört edebilir. Allah’ı
doğa anlamında kullanıp Kur’an ve İslamî pratiği yorumlayabilir. Doğa insan
kadar ve insan ölçüsünde var oldukça bu fikriyatın burjuva ideolojisine
eklemlenmesi kaçınılmazdır. Tekrar olacak ama: mesele bölme pratiğidir ve İslam
tarihine bakıldığında kavramsal olarak “Allah” bile bölünmüştür. En güzel adı
“O” olmak anlamında, ancak bölünmez olana atıfla bölmek mümkündür. Tartışma,
egemenlerin doğal ve/ya ilahi oldukları vehmine O’nunla itiraz edebilmekle
ilgilidir. O olmakla doğal ve/ya ilahi olduğuna bireysel düzlemde kapılmak
sakıncalıdır.
Pratik düzeyde Marksizm yenilmiştir ama teorik planda
yenilen bir şey yoktur. Çünkü o yenme-yenilme meselesinin dışındadır. Bugünde
sömürüye ve zulme karşı kolektif mücadele verenlerin ona değmesi kaçınılmazdır.
Zira Engels’in ifadesiyle, Marx, “sömürülenin ve mazlumun öncelikle kendisini
kurtarmak için toplumu kendisini sömürenden ve kendisine zulmedenden kurtarması
gerektiği fikrini geliştiren ilk isimdir.”
İlk darbede Çar’ın eteklerini öpmek için Rusya’ya
kaçmış bir kişinin teorik-ideolojik yönelimi, ya etek öpenlerin ya da öpecek
olanların koruması altındadır. Her daim o etekleri yırtıp atmış bir pratiğin
“burjuvazi” ile anılması, hakikatin örtbas edilmesi anlamında, küfürden başka
bir şey değildir. Genel uygulamaya göre, beyaz bir ipliğin görünmez olduğu
ândan başlayıp görünür olduğu âna kadar süren oruç, birileri için hakikat ve
politika körlüğü bakımından, hiç bitmeyecek gibidir. Arınılan, sömürü ve zulme
dair olan her şeydir. Sömürülenlere ve mazlumlara arınma telkin edenlerin
“arın” dedikleri, ister komünist ister İslam ister devrimci, bir biçimde
kavgamızdır. Anarşistin düz çorak bozkırında emek gibi adalet de
hiçleşmektedir.
“Burjuvazinin ‘insan’ına, ‘dünya’sına, ‘devrim’ine, ‘doğa’sına
ve ‘tarih’ine ve ‘toplum’una ihtiyacımız yok. Bunları ancak biz dövüşerek yıkar
ve kurarız” demektir Marksizm.
Eren Balkır
14 Temmuz 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder