Burada olmaktan onur duyuyorum ama sizin dilinizi
konuşamadığım için de utanıyorum. Gene de başlayalım söze: hayatının son
döneminde psikoanalizin babası Sigmund Freud şu ünlü soruyu sorar: “Bir kadın
ne ister?” Freud, kadın cinselliğine ilişkin muamma ile yüzleştiği noktada bu
konuyla ilgili kafa karışıklığını da kabul eder. Bugün de benzer bir kafa
karışıklığı ortaya çıkmaktadır: “Avrupa ne ister?”
Siz Yunan halkının Avrupa’ya yönelttiğiniz soru işte
budur. Zira siz ne istediğinizi biliyorsunuz, siz (yanında oturan SYRIZA lideri
Aleksis Çipras’ı göstererek) bu adamın başbakanınız olmasını istiyorsunuz.
Avrupa ise ne istediğini bilmiyor. Bence Avrupa
devletlerinin ve medyanın bugün Yunanistan’da olup bitenlerle kurduğu ilişki
biçimi, onların ne tür bir Avrupa istediklerine ait en önemli göstergedir.
Avrupa neoliberal mi olacak yoksa tecritçi devletlerden mi oluşacak ya da başka
bir şey mi olacak?
Eleştiriler, SYRIZA’nın avro için bir tehdit olduğu
yönünde, oysa aksine, SYRIZA Avrupa için yegâne şans. Tehdit olmanın çok
ötesinde bir şey. Siz, Avrupa’nın yeni bir yol bulabilmesi için sahip olduğu
ataleti kırması yönünde ona bir şans veriyorsunuz.
Kendi kültür tanımına ilişkin yazdığı notlarında büyük
muhafazakâr şair T. S. Eliot, yegâne tercihin zındıklık ve kâfirlik arasında
olduğu momentlere dikkat çeker. Yani inancı ve dini canlı tutmanın yegâne
yolunun ana güzergâhtan mezhepsel bir ayrışmayı gerçekleştirmek olduğunu
söyler.
Bugün Avrupa’da olan da budur; ancak şu ân itibarıyla
SYRIZA tarafından temsil olunan yeni zındıklık, Avrupa mirasında kurtarılmaya
değer olanı, demokrasi, halka güvenmeyi ve eşitlikçi dayanışmayı kurtaracak
olandır. SYRIZA üstün gelirse kazanacak olan Avrupa’dır ve bu Avrupa, Asyalı
değerlere sahip bir Avrupa olacaktır, elbette bu Asyalı değerlerin Asya’yla
değil, demokrasiyi askıya alacak olan günümüz kapitalizminin mevcut eğilimi ile
bir ilişkisi olacaktır.
SYRIZA’nın yönetmek için yeterince deneyime sahip
olmadığı söyleniyor. Evet, ben de katılıyorum bu fikre, parti, dalavere ve
hırsızlık yoluyla bir ülkeyi iflasa sürükleme konusunda yeterince deneyime
sahip değil. Sizde bu deneyim yok. Bu ise bizim yüzümüze Avrupa’daki müesses
nizamın politikasına ait saçmalığı vuruyor. Onlar, vergileri ödeme konusunda
vaazlar veriyorlar, Yunanistan’daki kayırmacılığa karşı çıkıyorlar ve tüm
umutlarını ülkeyi söz konusu kayırmacılığa teslim eden iki partinin
oluşturacağı bir koalisyona bağlıyorlar.
Christine Lagarde (IMF Başkanı) kısa süre önce Nijerli
fakir halka Yunanlılardan daha çok sempati beslediğini söylemişti ve hatta
Yunanlılara vergilerini ödeyerek kendilerine yardım etmelerini öğütlemişti ama
birkaç gün önce öğrendiğim kadarıyla o, bu işi yapmaya ihtiyaç bile
duymuyormuş. Tüm liberal yardımseverler gibi Lagarde da bizi yardım etmeye
zorlayan ve bizde sempati uyandıran birer kurban olarak güçsüz fakirleri
seviyor.
Ama siz Yunanlıların sorunu, evet acı çekmeniz ama
aynı zamanda pasif bir kurban olmamanız, direnmeniz, dövüşmeniz, sempati ya da
yardım dilememeniz ve aktif bir dayanışma talep etmeniz. Siz, kendi kavganız
için bir seferberlik ve destek talep ediyorsunuz.
SYRIZA, solcu bir dizi kurguyu desteklemekle
suçlanıyor, oysa Brüksel’in dayattığı tasarruf planının kendisi tam anlamıyla
bir kurgu çalışması. Herkes biliyor ki bu plan bir kurmacadır ve Yunan devleti
bu yolla borçlarını yeniden ödeyemez. Bugün herkes, kolektif bir hayalin tuhaf
bir ifadesi dâhilinde Avrupa menşeli planların dayandığı mali projeksiyonun
açık saçmalığını inkâr ediyor.
Öyleyse Brüksel bu tedbirleri size neden dayattı? Söz
konusu tedbirlerin gerçek amacı elbette ki Yunanistan’ı değil, Avrupa
bankalarını kurtarmaktı.
Bu tedbirler, politik tercihler üzerinde temellenen
birer karar değil, tarafsız iktisadî mantığın dayattığı birer gereklilik olarak
takdim ediliyorlar. Aynı şekilde, eğer ekonomimizi istikrarlı kılmak istersek
bizim basit anlamda acı ilâcı da yutmamız gerekir. Ya da meşhur totolojik
laflar türünden, ürettiğinizden daha fazlasını harcayamazsınız. Evet ama
Amerikan bankaları ve Birleşik Devletler onlarca yıldır üretilenden daha
fazlasının harcanabildiğinin birer kanıtı olarak karşımızda duruyorlar.
Tasarruf tedbirlerine ait hatayı göstermek amacıyla
Paul Krugman sıklıkla bu tedbirleri ortaçağa özgü kan alma pratiği ile
kıyaslar. Kanaatimce daha da radikalleştirilmesi gereken bir mecazdır bu.
Avrupalı finans doktorları, bu tıbbın nasıl işlediğini bilmemekle birlikte,
sizi deney tavşanı olarak kullanıyor ve kendi ülkelerinin değil sizin kanınızı
akıtıyor. Alman ve Fransız bankaları tek damla kan dökmüyor. Aksine onlara bol
miktarda kan nakli yapılıyor.
O hâlde SYRIZA, gerçekte bir grup tehlikeli müfridin
işidir denilebilir mi? Hayır, SYRIZA bugün pragmatik bir sağduyu üretmek için
var. Onun amacı, başkalarının ürettiği kiri pası temizlemek. Partinin tehlikeli
bir hayalperest olduğunu söyleyenler, işte o tasarruf tedbirlerini dayatanlar.
Gerçek hayalperestler, birkaç yüzeysel değişiklikle yola devam edebileceklerini
düşünenler esasında. Siz hayalperest değil, giderek kâbusa dönüşen bir düşten
uyananlarsınız.
Siz, hiçbir şeyi yok etmiyorsunuz; siz, sistemin
kendisini tedricen yok etme yoluna karşı tepki koyuyorsunuz. Tom ve Jerry
türünden çizgi filmlerdeki o klasik sahneyi hepimiz biliriz: kedi uçurumun
kenarına gelir, ayaklarının altında toprağın olmadığı gerçeğini görmezden
gelerek yürümeye devam eder, ancak sonra aşağı bakıp hiçbir şeyin olmadığını
fark ettiğinde düşmeye başlar. Sizin de tek yaptığınız şey bu. İktidardakilere
“hey aşağıya bakın!” diyorsunuz ve onlar da aşağı düşüyorlar.
Yunanistan’ın politik haritası açık ve bir emsal
niteliğinde; umarım siz de farkındasınızdır, merkezinde iki hizipli tek bir
parti duruyor: sol hizbi PASOK, sağ hizbi Yeni Demokrasi olan tek bir parti.
Bildiğiniz gibi bu durum, birbirinden farksız iki tercih olarak Coca Cola ile
Pepsi’ye benziyor. Bu partinin gerçek ismi, Demokrasiye Karşı Yeni Elen Hareketi
esasında.
Tabiî bu büyük parti demokrasi yanlısı olduğunu iddia
edecektir ama benim iddiama göre bu iki parti kafeinsiz bir demokrasiden
yanadır. Bildiğiniz üzere, kafeinsiz kahve, alkolsüz bira, şekersiz dondurma
gibi bir şey. Onlar demokrasi istiyorlar ama bu demokrasi tercihte
bulunulabilen bir demokrasi değil, akil uzmanların yap dediğini yapan insanlar
talep eden bir demokrasi. Demokratik bir diyalog mu talep ediyorlar? Evet ama
bu sizin de bildiğiniz Platon diyalogları gibi bir şey: bu diyaloglarda her
zaman bir adam konuşur ve diğeri de sadece on dakikada bir “Zeus sayesinde
böyle oldu!” der.
Ama bu sürecin bir istisnası var. SYRIZA olarak siz
gerçek bir mucize yarattınız, radikal sol bir hareket olarak marjinal direnişin
rahat konumunu terk ettiniz ve cesaretle iktidarı almaya hazır olduğunuzun
işaretini verdiniz. İşte tam da bu nedenle cezalandırılmanız gerek.
Kısa süre önce Forbes dergisinde Bill Freyja
imzası ile “Yunanistan’a hak ettiği şeyi, komünizmi verin” başlıklı bir
makalenin çıkmasının nedeni de bu. Bu yazıdan kısa bir alıntı yapalım şimdi:
“Unutmayalım ki dünyanın temel ihtiyacı, günümüzde
komünizmin aktif olarak örneklenmesidir. Yunanistan için en iyi talep başka ne
olabilir ki? Ülkeyi Avrupa Birliği’nden atın, karşılıksız avro akışını kesin ve
ellerine o eski drahmilerini geri verin. Sonra bir nesil bekleyip izleyin.”
Başka bir deyişle, Yunanistan krize dönük radikal ve solcu bir çözümle ilgili
cazibenin ilk ve son kez cezalandırılacağı bir emsal teşkil etmeli.
SYRIZA’nın önüne koyduğu görevin neredeyse imkânsız
olduğunu biliyorum. SYRIZA aşırı sol bir delilik değil, o, piyasa ideolojisinin
deliliğine karşı çıkan pragmatik aklın sesi. SYRIZA ilkelere dayalı politika,
demokrasi vaadine ilişkin köksüz pragmatizm ve gerektiği noktada hızlı ve
gaddarca adımlar atmaya hazır oluş arasındaki güç bir bileşime ihtiyaç duyacak.
Eğer SYRIZA’ya şans verilirse ki başarma şansı çok az, Avrupa genelinde bir
dayanışmaya da muhtaç olacak.
Ben bu nedenle burada, Yunanistan’da sizin ucuz
milliyetçilikten, Almanya’nın sizi yeniden işgal etmek istediği, yok edeceği
vb. gibi laflardan kaçınmanız gerektiğini düşünüyorum. Sizin birinci göreviniz,
bu ülkede olan biteni değiştirmek. SYRIZA, başka adamların beceremediği işleri
yapmak zorunda. Bu iş daha iyi, modern ve etkin bir devlet inşa etmek, devlet
aygıtını kayırmacılıktan temizlemektir. Bu, zor bir iştir, heyecanlı bir tarafı
yoktur, gayet yavaş, güç ve can sıkıcı bir iştir bu.
Size yöneltilen sahte radikal eleştiriler, gerçek bir
toplumsal değişim için henüz durumun uygun olmadığını söylüyor. İktidarı alınca
sistemin daha etkin olması noktasında ona katkı yapmak dışında bir şey
yapamayacağınızı iddia ediyor. Eğer doğru anladıysam, YKP’nin, esas olarak
ölmeyi unuttuğu için hâlâ hayatta olan halk partisinin, size yönelik söylediği
şey, tam da bu sanırım.
Politik seçkinlerinizin yönetme beceriksizliği
sergiledikleri doğru ama durumun değişim için tam anlamıyla uygun olacağı bir
momentin hiç yaşanmayacak olması da aynı ölçüde doğru. Eğer doğru ânı
beklerseniz, o doğru ân hiçbir zaman gelmeyecektir. Müdahale ettiğiniz ân her
daim hamdır. O vakit tercih yapmak zorunda kalırsınız: ya diğer sol partilerin
yaptığı gibi huzur içinde bekleyip toplumunuzun nasıl parçalandığını
seyredeceksiniz ya da kahramanca bir eda ile müdahale edip durumun ne denli zor
olduğunu tam olarak idrak edeceksiniz. Bence bu noktada SYRIZA, tercihini doğru
yönde yapmıştır.
Kanaatime göre sizi eleştirenler sizden nefret
ediyorlar, çünkü gizliden gizliye biliyorlar ki siz özgür olma ve özgür
insanlar olarak eyleme geçme cesaretine sahipsiniz. Sizi gözleyip duranların en
azından bir ânlığına görüş alanına girdiğinizde, onlar sizin özgürlükten başka
bir şey önermediğinizi anlayacaklar. Siz, ayrıca onların hep düşlediği bir şeyi
yapmaya cüret ediyorsunuz. Bir ânlığına onları özgür kabul ediyor, sizinle tek
bütün olarak sizinle birlikte olduğunuzu düşünüyorsunuz. Onlar bir bütün olarak
sizlerle. Ama bu, sadece belirli bir moment dâhilinde geçerli. Korku geri
gelecek ve onlar sizden gene nefret edecekler, çünkü onlar, kendi
özgürlüklerinden korkacaklar.
O vakit 17 Haziran günü siz Yunan halkının yüzleşeceği
tercih ne olacak? Demokratik toplumlarda özgür oy kullanma pratiğini var kılan
mevcut paradoksu aklınızdan çıkarmamanız gerek: siz, doğru tercihi yapma
şartıyla seçme özgürlüğüne sahipsiniz. Avrupa anayasası aleyhine oy kullanan
İrlanda örneğinde olduğu gibi yanlış tercih bir hata olarak kabul edilir ve
bildiğiniz üzere, onlar insanları doğru seçimi yapma konusunda aydınlatmak
amacıyla seçimi yenilemek bile isterler. Avrupa’daki müesses nizamın
paniklemesinin nedeni budur. Muhtemelen siz, yanlış tercih yapmak gibi bir
tehlike söz konusu olduğundan, özgürlüğü hak etmiyorsunuz.
Ernst Lubitsch’in çektiği klasik komedi filmi “Ninotchka”da
harika bir espriye yer verilir: filmin kahramanı bir kafeye gider ve garsondan
kremasız kahve ister. Garson cevaben “affedersiniz ama kremamız kalmadı, sadece
süt var, ben size sütsüz kahve getireyim mi?” diye sorar. Her iki durumda da
sade kahve alırsınız ama bence buradaki espride kastedilen şey doğrudur.
Kremasız kahve ile sütsüz kahve aynı şey değildir. Bugün de aynı açmaz
geçerlidir; durum gerçekten güçtür. Bir miktar tasarruf tedbiri uygulamak
zorunda kalacaksınız ama esas soru şudur: bu tasarruf denilen kahveyi kremasız
mı sütsüz mü içeceksiniz? Avrupa’daki müesses nizamın sizi aldattığı nokta
burasıdır. Bu nizam, siz bu kahveyi kremasız içecekmişsiniz gibi davranıyor.
Yani çekilecek cefa, sadece Avrupa bankalarına kâr getirmekle kalmayacak, bu
bankalar, size sütsüz kahve teklif edecek ama bu fedakârlıktan ve cefadan bir
tek siz istifade etmeyeceksiniz.
Güney Peloponez’de, Mani civarında cenazelerde
ağlamaları için tutulan kadınlar vardır, bilirsiniz. Bu kadınlar, ölenin
akrabaları için gerekli manzarayı teşkil ederler. Bugün böylesi bir eylemin
ilkel bir tarafı kalmamıştır. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar olarak biz de
bugün tam olarak aynı şeyi yapıyoruz. Kanaatimce Amerika’nın dünya kültürüne
yaptığı en büyük katkı olan gülme efektini bir düşünelim. Bildiğiniz gibi,
gülmek TV’deki sesin bir parçasıdır. Eve yorgun argın gelirsiniz, TV’deki Cheers
ya da Friends gibi aptal dizilerin karşısına geçersiniz ve TV sizin
yerinize güler. Maalesef bu, gayet işe yarayan bir şeydir.
İşte Avrupa’daki müesses nizamın sadece siz Yunan
halkı değil, hepimizle ilgili olarak görmek istedikleri hâl budur: sadece
ekrana bakın ve başkalarının nasıl düş kurduklarını, nasıl ağladıklarını ve
nasıl güldüklerini izlemekle yetinin. Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında Alman
ve Avusturyalı ordu karargâhlarının kendi aralarında nasıl telgraf çektiklerine
ilişkin, doğruluğu şüpheli ama mükemmel bir anekdot vardır: Almanlar
Avusturyalılara, “burada, cephenin bize ait olan kısmında durum ciddi ama feci
değil” yazılı bir mesaj gönderirler. Avusturyalılar da şu cevabı verirler:
“Burada durum feci ama ciddi değil.”
İşte SYRIZA ile diğer partiler arasındaki fark da
budur: diğerleri için durum fecidir ama ciddi değildir ve her şey olağan
biçimiyle devam edebilirken, SYRIZA için durum ciddidir ama feci değildir, zira
korkunun yerini cesaret ve umut almıştır. Dolayısıyla, önündeki süreci en iyi
anlatan ifade Beatles’ın eski bir şarkısında bulunabilir: “Uzun ve dolambaçlı
bir yol”. Eğer yaşınız müsaitse hatırlayacaksınız, onlarca yıl önce Soğuk Savaş’ın
sıcak bir savaşa dönüşme riski taşıdığı günlerde, John Lennon “Hepimiz diyoruz
ki barışa bir şans verin” diye bir şarkı yazmıştı. Bugün tüm Avrupa’da yeni bir
şarkının söylendiğini duymak istiyorum ben: “Hepimiz diyoruz ki Yunanistan’a
bir şans verin.”
Konuşmamı, belki de klasik trajedilerin en büyüğü olan
Antigone’den bir alıntı yaparak bitirmeme izin verin: sizin olmayan savaşlar
yapmayın. Benim Antigone oyunu ile kanaatime göre elimizde bir Antigone ve bir
de Kreon vardır. Bunlar, hâkim sınıfın iki hizbidir. Hizbin biri PASOK diğeri
Yeni Demokrasi’dir. Benim Antigone versiyonumda kraliyet ailelerinin iki
mensubu birbirleriyle dövüşüp devleti mahvetmek üzereyken ben o koroyu, bu
akıllı yorumlarda bulunmaya ilişkin aptalca rolden çıkıp iktidarı alan, halkın
iktidarı için bir halk komitesi teşkil eden, Kreon ve Antigone’yi tutuklayan ve
bir halk iktidarı kuran o halkın sesini duymak istiyorum.
Kişisel bir tespitle konuşmamı bitireyim. Ben, çok
uzak bir yerlerde gerçekleşen devrim gibi devrimden hoşlanan geleneksel,
entelektüel soldan nefret ediyorum. Ben gençken böyle düşünmek iyiydi; Vietnam,
Küba hatta bugün Venezuela’da devrimi düşlemek güzeldi. Ama siz buradasınız ve
bende hayranlık uyandıran da işte bu. Siz, böylesi umutsuz koşullarla
uğraşmaktan korkmuyorsunuz ve üstelik olasılıkların sizin aleyhinize olduğunu
da biliyorsunuz. Bu hâlinize hayranım. Sizin de bildiğiniz gibi, bir de
ilkelere dayanmakla ilgili bir oportünizm var, yani ilkeler oportünizmi. Durumun
yitik olduğunu ve ilkelere ihanet edemeyeceğinizden verili hâlde hiçbir şey
yapamayacağınızı söylediğinizde, bu ilkeli bir konum almakmış gibi görünebilir
ama gerçekte oportünizmin daniskasıdır. SYRIZA, olağan hâliyle, suçluların
insan haklarını ihlâl etmelerinden çok cüretleriyle bir şeyler yapmak için tüm
cesaretleriyle alanlarda toplaşan binleri daha fazla önemseyen özgül bir
olaydır. Dolayısıyla, şimdi konuşmamı bitiriyorum ve sözü büyük bir onurla
sizin gelecekteki başbakanınıza veriyorum.
Slavoj Žižek