Marksizm-Leninizmin
en dâhiyane yönü, analiz becerisi değildir. Marx ve Lenin’den önce de bir
sınıfın üretim araçlarına sahip olduğu, diğer bir sınıfın da emeğini sattığı
düşüncesi zaten mevcuttu.
Marksizm-Leninizm,
bu düşünceyi tarihsel bir bağlam içine oturttu, ona bir yön verdi, tarihsel
gelişimin yasalarını belirledi ve bu sınıflardan birinin diğeri karşısında
nasıl muzaffer olacağını söyledi.
Kendiliğindenlik
ve Devrim
Özel
olarak Leninizm, bu hedefe ulaşmak için gerekli strateji ve yöntemlerin
gelişimini ifade eder. Leninizmin dehası, Marksist “tarihsel kaçınılmazlık”
anlayışını açıklığa kavuşturmasıdır. Leninizm, işçilerin basit anlamda bir gün
uyanıp maddî koşulların büyülü biçimde itmesiyle ayaklanarak kapitalist sistemi
alt edemeyeceği anlayışını ortaya atmıştır.
Bundan
ziyade Marksist-Leninistler, işçi sınıfının en gelişkin unsurlarından teşkil
olan disiplinli bir öncü partinin sınıfın geri kalan kısmını ileri itmesi
gerektiğini düşünürler ve kapitalizmi alt etmek için gerekli liderliği temin
ederler.
Lenin’in
işaret ettiği üzere, “kendiliğindenlik” devrime yol açmaz. İşçiler belirli
durumlarda “kendiliğinden ayaklanmalar” başlatabilirler. Onlar zalimlerle
yüzleşirler ama bunu yaparak kendilerine kimin, neden zulmettiğine ilişkin açık
bir fikir edinemezler. İşçileri liderlikten yoksun bir biçimde sadece kendi
sahip oldukları aygıtlara terk etmek olarak özetlenebilecek bu basit düşmanlık,
sadece “sendikal bilinç” üretir. Sınıfı üst, devrimci bir bilince yalnızca
devrimci bir parti yükseltebilir.
İşçilerin
Dünyası Partisi ve ben, Wall Street’i İşgal Et hareketi’ni bu anlayış üzerinden
ele alırken, Jay Rothermel’in Marxist Update’i, The Militant, Worker's
Vanguard ise ilgili anlayışı şiddetle eleştiriyor.
Wall
Street’i İşgal Et, kendiliğindenlikle ilgili olarak önemli bir ders kitabı
niteliğindedir. Sokağa esas olarak gençlik, öncelikle eski işçi
aristokrasisinin ve küçük burjuvazinin evlatları döküldü. Bu kitle, “biz
%99’uz” diyor. Bunlar, şirketleri ve bankacıları önsınıf bilincinin en temel
biçimi dâhilinde eleştiriye tabi tutuyorlar.
Sahip
oldukları yegâne birleştirici mesajları ise “parayı elinde tutanlar bizlere
kelek atıyorlar”. Elbette bu mesaj yanlış değil, ama Marksistlerin ifade ettiği
biçimiyle, sadece buzdağının görünen kısmına işaret ediyor.
“Biz
%99’uz” şiarı ile kitle, New York emniyetiyle günün yarısına yayılan bir
mücadele yürütüyor. Kapitalist mülkiyetin bir kısmını işgal ediyor. Toplumu
sarsıyor. Emekçi halkın muhayyilesini ele geçiriyor ve onların temel,
önsınıfsal hislerini paylaşıyor.
Buna
Kendiliğindenlik Denir
Öncü
partinin işi, müdahale etmektir. Parti, mücadeleyi desteklemeli ve süreç içinde
devrimci bir yön dâhilinde politikasını saflaştırıp güçlendirmelidir. Devrimci
bir partinin görevi, her kıvılcımı “yangın”a çevirmektir. Burada yapılacak bir
hata, devrimci bir partinin işini yapamaması demektir.
Kitle
Hareketine Nasıl Etki Edilir?
Wall
Street’i İşgal Et, kendiliğinden bir ayaklanmadır, üzücü olan şu ki Marksist
solun önemli bir bölümü, tüm kendiliğinden ayaklanmalara yaklaşırken
sergilediği sekter alışkanlıkları bu noktada da yinelemiştir.
New
York’ta şu mesajı içeren yüzlerce bildiri, makale ve broşür okumak mümkün
örneğin:
“Karşı karşıya gelen %99
ve %1 değil, burjuvazi ve proletaryadır. Marx okuyun çocuklar! Biz komünistler
sizden daha akıllıyız!”
Wall
Street’i İşgal Et’i eleştiren ve küçümseyen bu türden lafların hareketin
bileşenleri üzerinde herhangi bir etkisi olamaz. Bu tür sözler, taksilerinin
pencerelerinden “gidin bir iş bulun!” diye bağıran Limbaugh (Cumhuriyetçi Parti
yanlısı bir radyocu) taraftarlarının sözleri misali, bir kulaktan girip
diğerinden çıkar.
Kitle,
Spartakistler Birliği, Enternasyonal Bolşevik Eğilim, Sosyalist İşçi Partisi ya
da her türden sol eğilimin basıp dağıttığı bu türden bildirilerde aynı
cümleleri okumaktadır.
Bu
kesimler, şabloncu bir üslupla, Wall Street’i İşgal Et’e Lenin’in Sosyalist
Devrimci Parti ya da Narodniklere yaklaştığı gibi yaklaşıyorlar. Bunlar, Wall
Street’i İşgal Et’in kendiliğinden bir ayaklanma olmadığını, gelişkin bir
oportünist politik eğilim olduğunu düşünüyorlar. “%99 ve %1”deki
matematikçilikte “burjuva ile proleter” arasındaki karşıtlığa ilişkin Marksist
yaklaşıma zıt bir nitelik buluyorlar.
Bu,
tamamıyla ölümcül bir hata oysa. Wall Street’i İşgal Et, ideolojik bir akım
değil. O, sadece kendiliğinden bir ayaklanma.
Marksistler,
“%99 ve %1” anlayışına düzeltme gayesi ile yaklaşmamalıdırlar. Aksine onların
yaklaşımı, “boşlukları doldurma” amaçlı olmalıdır.
%99
ve %1 istenen her şekilde tarif edilebilir. Marksistler de onu burjuva ya da
proleter olarak tarif etmekte hürdürler.
Sekter
solun yaptığı düzeltmelerin, patronu aleyhinde bir pankart taşıyan grevci
işçiye “Aptal mısın, mesele patron değil burjuvazi! Ücret, Emek ve Sermaye’yi
daha okumadın mı?” demekten bir farkı yoktur.
Kendiliğinden
gelişmiş bir fikriyata sahip işçi patronun kim olduğunu bilir ama sınıfsal
ilişkiyi bilmez. İşçiyi düşmanca bir üslup dâhilinde düzeltmek suretiyle ona
etki edebileceğini düşünmek mümkün müdür?
Ya
da grev hattına katılıp işçiyle birlikte “patronların kıçına tekme atalım!”
diye neden bağırmıyoruz ve siperde olduğumuz süreç dâhilinde ona patronsuz bir
dünya vizyonunu neden önermiyoruz?
Wall
Street’i İşgal Et’in Politik Evrimi
Wall
Street’i İşgal Et’in ilk günlerinde anti-komünizm tüm cüssesiyle mevcuttu.
Komünist grupların pankartlarını taşıyanlar düşmanca karşılandılar. Onlara
“neden buraya hâkim olmaya çalışıyorsunuz?” diye soruluyordu. “Bu partilerle
ilgili bir mesele değil ahbap!” deniliyor, komünistlere “Küba bu iş için size
kaç para ödedi?” türünden sorular yöneltiliyordu.
Sonrasında
ırkçılık ve aşırı duyarsızlık gösterdi yüzünü. Sıklıkla ulusal baskıyı inkâr
eden bildiriler dağıtıldı. Ron Paul’un (“solcu” bir Cumhuriyetçi kongre üyesi)
yardakçıları ile John Birch Derneği (anti-komünist, Hristiyan aşırı sağcı
dernek. Birch, 1945’te Çinli komünistlerce öldürüldüğünden, dernek üyeleri
tarafından soğuk savaşın ilk “şehid”i kabul ediyor.) üyeleri göstericilerle kol
kola yürürlerken Marksistlere düşmanca muamele edildi.
Ama
sonra bu durum tümüyle değişti.
Peki
Neden Değişti?
Çünkü
John Birch Derneği gitti. “Komünistlerin işe el atmasına izin vermeyin” deyip
duran zengin liberal kuruluşlar da ona eşlik ettiler. STK’ler çekildiler.
Demokrat Parti onları yalnız bırakmadı.
Ancak
binlerce genç orada kaldı. Bu gençlerin önemli bir kısmı için sistemde sorun
yoktu ama onlar “lidersizler” denilen kesimin “iyi iş çıkardınız, şimdi eve
gidin ve Obama’ya oy verin” gevezeliğine rağmen orada olmaya devam ettiler.
Kitleyi
yanlışa sevk etmeye çalışanlar ayaklanmayı parçalamak için çalışıyorlar.
Ama
devrimci Marksist-Leninist hareketin küçük de olsa bir kesimi hâlâ orada. Wall
Street’i İşgal Et, “anayasa günü”nde işe koyulduğu için böbürlenen bir hareket
olmaktan çıkıp 1 Mayıs’ta Genel Grev çağrısı yapan bir harekete dönüştü.
Şimdi
Birlik Meydanı’ndaki işgalciler arasında en yaygın soru şu: “Onca dizüstü
bilgisayarı nereye gitti?”
Tüm
liberal blogcular gitti. Tüm çiçek çocukları ve Demokrat Parti yalakaları
gözden kayboldu.
Wall
Street’i İşgal Et, beyaz çoğunluğun hâkimiyetinden çıkıp geniş ölçüde çok
milletli bir gruplaşmaya evrildi. STK’lerin fonladığı liberallerin “profesyonel
sol”unu başından defetti. Hareket, bu kesimin yardakçılarını ya korkuttu ya da
saflarına kattı.
Bugün
hareketin merkezinde asabi pankçılar, anarko-sendikalistler, işten çıkartılmış
orta yaşlı işçiler ve gerçek devrimci eylemciler duruyor.
Yıllarca
sekter sol, genel grevin tek cevap olduğunu söyleyip durdu, şimdi ise binlerce
genç yapıyor bu çağrıyı. Üstelik bu çağrıyı Uluslararası İşçi Günü’nde yapıyor.
Gençler, göçmen işçiler ve onların sendikaları ile birlikte ortaklaşa
yürüyüşler düzenleyip şu taleplerini iletiyorlar: “Çalışma! Alışveriş Yapma!
Sokağa Çık!”
Trayvon
Martin (26 Şubat 2012’de bir beyaz tarafından katledilen 17 yaşındaki zenci
genç) davasına sahip çıkıyorlar. Polisin suratına artık “sen de %99’sun” diye
bağırılmıyor. Bunun yerine “kötü bir polisten başka bir şey değilsin!” şarkısı
söyleniyor. Elvis Presley’nin klasikleşen “Av Köpeği” şarkısının ezgisi (New
York belediye başkanı) Michael Bloomberg’in özel ordusunun suratına
haykırılıyor.
Semada
kızıl bayraklar dalgalanıyor. Her yerde “sınıf savaşı” yazılı pankartlar ve
afişler… Yürüyüşlerde “Tıpkı Ho Chi Minh gibi İşgal Hareketi de Kazanacak!”
diye bağırılıyor.
Altmışların
savaş karşıtı hareketinin de Norman Thomas’ın (altmışlarda Amerika Sosyalist
Partisi lideri) siyasetinden Bernadine Dorhn’un (Devrimci bir hareket olan
Weather Underground [“Yeraltından Hava Durumu”] örgütünün kurucusu) siyasetine
doğru evrilmesi beş yıl sürmüştü. Wall Street’i İşgal Et ise bu gelişimi birkaç
ayda tamamladı ve şaşırtıcı olmayan bir biçimde Todd Gitlin’i (“Yeni Sol”cu
yazar) doğurdu.
Chris
Hedges’ın Rolü
Chris
Hedges, Wall Street’i İşgal Et’in politik olgunluğuna ve yaşadığı gelişime
karşı verilmiş bir cevap. Hedges, hiç Marksist olmadı. O, Doğu Bloku’nun
çöküşünü alkışlayan burjuva bir yazar bozuntusu. Bush dönemi boyunca, Hristiyan
diriliş hareketine katılan kafası karışık işçilerin, Mussolini’nin Kahverengi
Gömlekliler’ine eşdeğerde olduğunu iddia etti. Bu yaklaşımı kendisinin “Daily
Kos” (Demokrat Parti yanlısı bir blog sitesi) tarafından sıkça övgüye mazhar
olmasını sağladı.
Birdenbire
“anarşist” oluveren Hedges, Kara Blok’u şeytanîleştirdi. Son dönemdeki hedefi
ise Oakland’ı İşgal Et Hareketi.
Neden?
Çünkü
Oakland’ı İşgal Et Hareketi, ülkedeki en uzun ömürlü, militan Marksist
sendikalardan biri olan Uluslararası Kıyı Boyu Ambar Sendikası’nın (Amerika’nın
batı sahilindeki dok, otel, konserve fabrikası, kitapçı ve ambar işçilerinin
sendikası) lehine bir sözleşme imzalamasını sağladı.
Hedges’ın
rolü ise Wall Street’i İşgal Et’i bölüp parçalamak. O, saf anlamda
anti-kapitalist bir mücadeleye dâhil olanları hareketten uzaklaştırmaya
çalışıyor.
Kitabında
klasik tüm numaralara başvuruyor.
Kara
Blok, ne türden bir “şiddet”e başvuruyor? Camı çerçeveyi mi indiriyor? Çöp
tenekelerini mi deviriyor? Kadınlara cinsel tacizde bulunup, insanların
kaburgalarını kıran ve halkı dağıtan Bloomberg çetelerinin tutuklama
girişimlerine mi direnmek şiddet?
Bu
türden bir hakareti ne meşru kılabilir?
Wall
Street’i İşgal Et epey bir gelişme kaydetti. Kara Milliyetçilerin, Devrimci
Eylemcilerin ve diğerlerinin Wall Street’i İşgal Et’e katıldıkları, Birlik
Meydanı’nda başlayan ve “Hepimiz Trayvon Martin’iz” şiarı ile sokakları
fethederek ilerleyen yürüyüş çok güzeldi. “Polisler, Mahkemeler, Ku Klux Klan,
Hepiniz Patronların Planının Bir Parçasısınız!” şiarını duymak da harikaydı.
Hedges’ın
ödünü kopartan da tam olarak buydu.
“Nereye
Gittiğini Kimse Bilmiyor”
Wall
Street’i İşgal Et, kimsenin ummadığı bir nitelik kazanıyor.
Seattle
Savaşı, üç günden az sürmüştü. Irak Savaşı Karşıtı Hareket, hafta sonları
düzenlenen birkaç gösteriden ibaretti ama herkesin umut ettiği bir yangına hiç
dönüşmedi.
Son
on yıl içinde küçük kıvılcımlar çakmadı değil ama hepsi de kısa sürede sönüp
gitti. Bu kıvılcımların koşulladığı politika hiçbir ilerleme kaydetmedi ve
zamanla enerjisini yitirdi.
Wall
Street’i İşgal Et, bu şablonun dışına çıktı. 17 Eylül’de başlayan hareket henüz
bitmiş değil. Sokak savaşları hâlâ devam ediyor. Politik anlamda gelişme
kaydediyor. Değişiyor, yeniden biçimleniyor, yeni ve farklı yollar çiziyor.
Wall
Street’i İşgal Et, her ilerici ve solcu talebi tanım itibarıyla kuşatabilecek
bir hareket. İşçilerin Dünyası Partisi Genel Sekreteri Larry Holmes’un
hareketin doğduğu günlerde dile getirdiği ifadeyle o:
“Herkese ‘ayağa kalk!’ diyen, göğe asılmış bir neon tabela
gibi.”
Tabela,
gökte hâlâ asılı. Işığı daha parlak. Dr. Frankenstein misali, liberaller,
Moveon.org ve STK’ler “biz ne yaptık?” deyip korkudan tir tir titriyorlar.
Marksist
gazeteci ve 1919’daki Seattle Genel Grevi’nin lideri Anna Louise Strong da
benzer bir durumdan söz ediyor. Birkaç ay sonra kurulan Komünist Parti’ye
katılan, Dünya Sanayi İşçileri ile Sosyalist Parti yandaşı dok işçileri için
kaleme aldığı broşüründe Wall Street’i İşgal Et’e dönük olarak tüm işçilerin
dile getirmesi gereken hissiyatı özetliyor.
Aşağıdaki
ifadede “emek” yerine “%99”u koyduğumuzda, Wall Street işgalcisinin polise
karşı siper savaşında yanında olan yoldaşından duyması gereken cümleyi okumak
mümkün olacaktır:
“Emek hastaları
doyurabilir! Emek çocukları büyütebilir! Emek dünyayı asalaklar olmaksızın
kendi başına yönetebilir. […] Biz, artık uç vermiş bir yol açıyoruz. Kimsenin
nereye gittiğini bilmediği bir yol!”
Caleb T. Maupin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder