Sol, sosyalist, devrimci ya da komünist hareketin
genel bir tıkanma ve likidasyon döneminden geçtiğini söylemek mümkün. Tıkanma,
çekirdek kadroların direnci; likidasyon, çekirdeğin etrafını kuşatan halkaların
bu direnç sonucu dağılması olarak okunabilir.
Hindistanlı komünist Manabendra Roy, Lenin için “o
kendisinin olmayan şeylerden koca bir bina kurdu” diyor. Yani Roy’a göre,
Lenin’in devrimi, Lenin’in mülk edinmediği, mülkiyet hevesiyle ipotek
koymadığı, görece “serbest” toplumsal-tarihsel bileşenlerin koşulladığı bir
sonuç. Bu tespit, muhtelif çağrışımlara gebe.
Lenin, liberal Zemtsvo’lar ve 1905 Devrimi’nin
burjuva demokratik halk meclisleri olan sovyetler konusunda da benzer bir
yaklaşım sergiliyor. “Saf ve arî kalalım” diyenlere, “bu hareketlerin içine
girin” emrini veriyor. Oysa her ikisinde de Çar’ın istihbarat örgütü
Okhrana’nın parmağı var.
Lenin, 1905’te köylü hareketinin önder konumuna gelmiş
Papaz Gapon’la birkaç saatlik görüşme yapıyor. Toplantı sonrası karısına,
“köylülüğün devrimci bir potansiyel taşıdığını hiç düşünmemiştim” diyor.
Krupskaya ise işçi-köylü ittifakı formülünün bu görüşmenin ürünü olduğunu
ekliyor. Oysa Gapon, köylü hareketini maniple etmesi için görevlendirilmiş bir
Okhrana ajanı.
Mao’nun “Uzun Yürüyüş”ü de ham Leninist formüllere
benzer bir biçimde istismar edilen derslerden. Mao, on bin kilometrelik yürüyüşünde
Çin’deki Japon güçleri ile milliyetçi güçler arasındaki çatlaklardan sızarak
ilerliyor. Yürüyüş boyunca dağlarda eşkıyalarla ittifaklar kuruyor. Elini de
çizmesini de kirletiyor.
“Devrimi kitleler yapar” ve “devrimi profesyonel
kadrolar yapar” söylemleri, bu türden politik hamleleri ve adımları görmeyecek
bir yerde duruyor. İlkinde güçlü görünen bir bedene, ikincisinde kendisini
güçlü gösteren bir ruha olan mutlak inanç hüküm sürüyor. İlki, iki açık ve net
bedenin, ikincisi saf ve donuk iki ruhun kapışma ânına ilişkin tahayyülünü her somut
âna dayatmayı maharet sayıyor. İlki kitleleri, ikincisi kadroları bu kapışmaya
göre eğitip hazırlıyor ve bu kapışmanın kendisinin zafer dediği şeyle
sonuçlanacağına dair güvenini ve öngörüsünü satmayı siyaset zannediyor. Zanla siyaset
olmuyor.
Mutlak inanç, belli olguları mistifiye etmeye mecbur.
Kitleciler için kitlesel cüsse, profesyonelciler içinse devrimci durum, hiçbir
zaman olmayacak bir dua gibi.
Diyelim, bir ülkede yönetenler eskisi gibi
yönetemiyor, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor ve politik/ekonomik düzeylerde
ciddi bir kriz mevcut ise buna “devrimci durum” dememek için türlü taklalar
atılıyor. Çünkü bir duruma devrimci diyebilmek için profesyonelci, kendisi gibi
devrimcilerin varlığını şart koşuyor. Oysa bu da ancak kendisinin ulaştığı ya
da ulaşabileceği bir hedef.
Rus, Çin, Küba ve Arnavutluk çizgilerinin devamcıları,
tek vasfı ve tek geçim kaynağı bu devamcılık olanlar, eski ezberlerini bu
şekilde güncelleştirme imkânı buluyorlar. Eskiden “en devrimci” onlardı, şimdi
de ancak kendileri gibi olanlar, meçhul bir gelecekte devrimci
olabileceklerdir. Eskiden devrimciliğin en üst modeli geçmişte aranırdı, şimdi
geleceğin sisli dünyasına atılmış hâlde.
Kitlecilerin de profesyonelcilerin de kendi tarih ve
toplum algıları var. Her ikisinde de biyolojik bir gen aktarımı misali, belli
kodlar kuşaktan kuşağa geçmiş ve sonuçta kendisi var olmuştur. Devrim ve kitle
hareketleri, iki kanaldan saf bir biçimde akıp kendisini var etmişlerdir. Bu
biyolojist tutum eleştirilmelidir.
İlgili özne, kendi öznel kuruluşunu yıkım sürecine
dayatır. Böylelikle kendisini koşullayan yıkıcı dinamikleri kendi öznel
varlığında etkisizleştirir. Zaten profesyonelcilik, ilgili yıkıcı dinamiklerin
ölümüne ait bir işarettir. Tersten, kitlecilerin belli toplumsal-tarihsel
dinamikleri belirli bir durumda formatlaması, sabitlemesi ve mülk edinmesi de
kurucu dinamiklerin ölümünü işaretler.
Demek ki bakılması gereken yer, kitlecilerin ve
profesyonelcilerin işaret parmakları ya da o parmakların işaret ettiği yer
değil. Komünist hareketin kendisini, onların varlık alanlarının dışına taşıması
zorunlu.
İslamî hareket ve Kürd hareketi vurduğunda solun
neresi zafiyet gösteriyorsa, orası Müslüman ve Kürd olanın nesnel pratiği ile
pekiştirilmelidir. Kitleciler ve profesyonelciler, Müslüman ve Kürd olan iki
ayrı araziye gene hiçbir değişime maruz kalmaksızın, eski hâlleriyle girip
çıkmayı, oradan kitle ya da kadro çalmayı öngörebilmektedir ancak. Bu noktada
ezilenler ya da özgürlük bağlamında, “UKKTH” ya da “devrimci İslam” gibi
yalanlar dile dolanacaktır. Her iki kesim de komünist manada “kendisinin
olmayan”, mülkiyet ve rekabet ilişkisi kurmadan hemhâl olup belli bir hedefe
doğru örgütleme pratiğini geçersizleştirmek zorundadır.
Her iki kesim de Kürd’ün ve Müslüman’ın teorik,
ideolojik ve politik düzeylerde, nesnel ve öznel planda koşulladığı yıkıcı ve
kurucu pratikleri, ya görmezden gelecek ya da görse bile onları
etkisizleştirmek isteyecektir.
Mülkiyet ve rekabetle düşünmek, küçük burjuva bir
edimdir. Burada saf, arî ve temiz olma istemi başattır. Kitleci siyasetler,
kendi özünü belli bir mesafeye çekmek suretiyle saf kalmak isterler.
Profesyonelciler ise öznel kuruluşlarını kitlenin dışında gerçekleştirirler.
Kaypakkaya, Lenin’e atıfla, şu tespiti yapar:
“Yine
Lenin devrime katılanların birçoğunun küçük-burjuva önyargılarını, gerici
hayallerini de birlikte getireceklerini, bunsuz devrim olmayacağını ve bunların
devrimden sonra da hemen ortadan kalkmayacağını söylüyor. 1905 devrimine, Japon
parası alanların, bir kısım maceraperestlerin vb.nin de katıldığını, ne var ki
hepsinin farklı nedenlerle, fakat aynı ortak hedefe saldırdıklarını belirtiyor.
Proletaryanın öncüsünün rolü, bütün bu muhtelif unsurları birleştirmek, ortak
hedefe karşı saldırılarını yöneltmektir diyor.”
[İbrahim Kaypakkaya], farklı saiklerle hareket eden
unsurların ortak hedefe örgütlenmesi noktasında eğitim ayağında yapılması
gerekene ilişkin olarak da şunu söylüyor:
“Biz, sınıf mücadelesinden kopuk
entelektüel gevezeliği reddediyoruz.”
Bugünse Kaypakkaya’yı vitrin mankeni yapanlar,
profesyonelci yaklaşımlarını doğrulamak, doğru Ahmet’i oynamayı komünistlik
olarak satmak adına, Tahrir’deki kitleye TKP kafası ile “çapulcu sürüsü” diyor,
“devrim benden sorulur” diyebilmek için örgüt güzellemeleri kaleme alıyor,
komplo teorilerini güncelliyor.
Örgütün yüceltilmesi adına devlete, kitlenin göğe
çıkartılması adına burjuvaziye öykünülüyor. Ülke ve bölge değerlendirilmeleri,
ya devlet ya da burjuvazi merkezli olarak şekilleniyor. Bugün sömürüye ve zulme
karşı mücadele eden unsurların nesnel kolektif pratiği içinden, orada olarak
yapılan bir değerlendirmeye rastlanmıyor.
Tıkanan ve likide olan, mülk edinilen ve rekabet
piyasasına sokulan unsurlar. Bu unsurlar, başka mülk edinme biçimlerine vakıf
olduklarında ve başka rekabet ortamlarında var olmayı öğrendiklerinde
sol-sosyalist ve komünist hareket, tel tel dökülüyor. Bu gelişmeye “saflaşıp
paklanıyoruz” diye sevinenler de var, saflıklarını ispatlamak adına kitlelere
koşarak cevap verenler de.
Sol, esas olarak mülkiyet ve rekabet dünyasına eleman
yetiştiriyor. Devlet ve burjuvazi ile içli dışlı oluşunu devrimcileştiremiyor,
devrim olmayınca, kendisini devlet ve burjuvaziye eklemlemek suretiyle var
etmeye mecbur kalıyor.
“Devrimi sadece biz yaparız” diyenler, “biz” denilen
şeyi, “devrimi kitleler yapar” diyenler ise “kitle” denilen şeyi devrimden
kaçırıyorlar. Devrim olmak, bizin ve kitlenin içinde devrim yapmak, geleceğin
somut politik devrimi için bugünün ayrışan parçalarını örgütlemek, birleşen
unsurlarını bölmek, kendini buna örgütlemek, her kuruluşta kendini yeniden
yıkmak, her yıkımda kendini yeniden kurmak, toplumsal-tarihsel dinamikleri
kolektivize etmek olmadan devrim, “biz”in ve “kitle”nin oluşumundan
kaçırılıyor.
Bilgi ve silâh, esas olarak mesafe almakla ilgili.
Kitleciler ve profesyonelciler, farklı üsluplar deneseler de, mesafe alma
noktasında ortaklar. Mesafe, zamanla ne için ve neden ve nasıl dövüşüldüğünü
unutturuyor. Onca bilgi ve onca silâh, aradaki mesafeye zamanla gömülüyor.
Kadrolar ve kitleler, mezarlıkları genişletiyor. Kadro ve kitle arasındaki
mesafe açılıyor. Boşluk, devlet ve burjuvazinin güçlerince dolduruluyor. Bu
güçler, “devrim olmasın” diye tüm gayretleriyle çalışıyorlar. Sınıflar
mücadelesinden azade bir “kitle” ve “kadro” miti, entelektüel gevezelikler
üretiyor. Bu gevezelik, varlığını mutlaklaştırmak adına mülkiyet ve rekabeti
tek yol belliyor. “Tek yol devrim” bir sokak grafitisi olarak kalıyor.
Eren Balkır
16 Nisan 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder