Afrika (Tunus, Mısır, Cezayir, Fas, Libya) ve
güneybatı Asya’daki (Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye) halk
ayaklanmaları, toplumsal devrim süreçleri ile bağlantılı ulus devletlerin
dönüşümünde başarılı olmuş gerçek birer halk hareketi olmakla gayet
öğreticidirler. Esas olarak bu hareketler “direnişi inşa eden zulümdür” sözünü
tekrarlamış, bu direnişin olgunlaşması, doğru zamanı bulması ve fırsat
yakalaması epey uzun sürmüştür. Bu devletlerin tümü de toplumsal devrim için
halkların demokratik arzularını zulümle bastırmak ve emperyalizmle sayısız kez
uzlaşmak suretiyle halklarını uzun süre yönetmeyi bilmişlerdir. 2011 isyanları,
yeni sömürgeci gericiliğin ve emperyalist hâkimiyetin bu tarihine karşı verilen
meşru cevaplardan daha fazlasını ifade etmektedir.
Her bir ayaklanma tek tek analiz edilmeyi ve
ayrıntılandırılmayı hak etse de yazı boyunca üzerinde duracağım Libya’daki
durum, dünya genelinde devrimci güçlerin kavraması gereken uygun bir örnektir.
Libya yangınından alınması gereken çok sayıda kritik ders vardır. En önemli
ders, kendi kaderini tayin hakkı, ulusal hâkimiyet ve demokratik haklar
konusunda halkların mücadeleleri ile elde edeceği başarıyla ilgili olarak
kendilerine güven duymalarıdır. Tarihin de acı biçimde gösterdiği üzere,
devrimci dönüşüm arzusu ile hareket eden politik güçler bu özgüveni başa
yazmamakta, dönüşüm kendi kaderlerini tayin etmekle sonuçlanmamaktadır. Bu
ilkeden uzak duran güçler oportünizme savrulmakta ve zafere giden en kısa yola
meyletmektedirler. Bu kısa yollar ise bir örgütlenmeyi koşullamamakta, politik
bir tabanın oluşumuna imkân vermemekte ve bilincin dönüşümüne mani olmaktadır.
Kısa yollar esas olarak karşı-devrimi teşvik etmekte ve nihayetinde yenilgi ile
sonuçlanmaktadır. Daha da kötüsü, bu yollar mücadelelerin sonuçlarını dikte
eden ve belirleyen görece daha güçlü oyuncuların dünya sahnesinde
örgütlenmeleri için gerekli kapıyı aralamaktadır.
Kaddafi hükümetini alaşağı etme arayışında Libya
muhalefeti özgüven ilkesini ihlâl etmiş ve kaderini tayin edecek bir hata ile
şeytanla anlaşma yapmıştır. Stratejik hedefe ulaşma noktasında dış güçlere
müdahale çağrısı yapan muhalefet hava üstünlüğünü elde etmiş, askerî
istihbarat, silâh ve eğitim konularında önemli imkânlara kavuşmuştur (tüm
bunlar BM’nin 1973 kararının açık bir biçimde ihlâl edilmesi suretiyle
gerçekleşmiştir). Libya muhalefeti, bugün kendisini ancak bir Pirus zaferine
götürebilecek olan bir kısa yola meyletmiştir. ABD ve NATO idaresi altında ve
BM meşruiyeti ile tesis edilen “uçuşa yasak bölge” ilgili mücadeledeki tüm
güçler dengesini değiştirmekle kalmamış, nihayetinde mücadelenin seyrinin
emperyalizmin stratejisi ve çıkarları doğrultusunda tayin edilmesini
koşullamıştır. Kuşkusuz bu yardımlar karşılıksız da değildir. Emperyalizm, yeni
Libya rejiminin petrol musluklarını açık tutacak, petrol üretiminin
özelleştirilmesini sağlayacak ve ulusötesi sermayenin ekonomik ve politik
ihtiyaçlarına bütün olarak hizmet edecek bir neoliberal devlet olacağından
gayet emindir. Her ne kadar muhalefetle, özellikle Kaddafi rejimi tarafından
kovulmuş, fırsatçı bir üslupla kendi emperyalist destekli derebeyliklerini
yönetmeyi uman ve ilgili rejimi bir safra gibi attığını düşünen muhalif kesimle
ilgili çelişkili kimi iddialar mevcutsa da, yaşanan budur. Muhalefet ve daha da
önemlisi Libya halkı için tüm bunların anlamı, en iyi hâliyle kukla bir
rejimden diğer bir kukla rejime geçişi sağlayacak “demokratik seçimler”in BM
tarafından izlenip onaylanması anlamına gelecektir.
Doğruyu söylemek gerekirse, Libya muhalefeti için tek
çıkar yol ve imkân, onun ABD ve NATO’nun askerî desteğini talep etmekti. Ancak
bu önemli ölçüde muhalefetin örgütlülük ve politik birlik noktasında yetersiz
olması ile ilgili bir meseleydi. Libya muhalefeti birleşik bir güç değildi. O
en iyi hâliyle Afrika ve Arap coğrafyasında 2011 ile birlikte uç veren
ayaklanmaların tayin ettiği özgül koşullar üzerinden biraraya gelmiş derme
çatma kimi güçlerin birleşmesi ile oluşmuş bir yapıydı. Muhalefetteki güçlerin
hepsi de emperyalist yardımı ve müdahaleyi talep etmiyordu. Emperyalist
müdahalenin ilk gündeme geldiği günlerde kimi kesimler açık biçimde böylesi bir
müdahalenin tehlikesini öngörerek, “askerlerin karaya çıkmaması” gerektiğini
söylediler. Ancak muhalefetin bu kesimine ait uyarılar iyice etkisizleşti ve
bir tarafa itildi. Zira CIA ve diğer emperyalist özel güçler karada da
faaliyetlerini bugün itibarıyla sürdürüyorlar (ve bu faaliyetler uzun süre de
devam edecekmiş gibi görünüyor.).
Muhalefet güçleri arasındaki eşitsiz ve çeşitlilik arz
eden politik yönelimlerin varlığına rağmen, bunlar arasında bir tanesi hâkim
yönelim ve liderlik olarak takdim edilip desteklendi. Bugün ülkeyi emperyalizme
teslimiyete ve bağımlılığa sürükleyen de işte bu kesim. Umut edilir ki yanlışa
sürüklenen bu liderlik, tarihteki diğer birçok oportünist gücün takip ettiği
yolu takip edecek kadar hain olmaz ve gerçek, dönüştürücü bir adalet talebi ile
anti-emperyalist direnişin imkânlarını ortadan kaldıran kanadını tasfiye eden
bir yola girer. Solun tasfiye edildiği Endonezya, İran, Etiyopya, Sudan, Irak,
Meksika, Nijerya, Zimbabve, Kenya ve Mısır gibi ülkelerdeki örnekler takip
edilmez. Böylesi bir gelişmenin önlenmesi için muhalefet içindeki devrimci
güçlerin kendilerini takviye etmeleri ve emperyalizme ve geçici konsey içindeki
işbirlikçilere karşı uzun soluklu bir mücadele için hazırlanmaları zorunludur.
Devrimci mücadelede özgüvenin öneminden kaçınılamaz ya
da bu meselenin etrafından dolaşılamaz. Emperyalist güçler arasındaki
çelişkilerin taktiksel açıdan istismar edilmesi yönündeki gayretler devrimci
stratejinin en önemli kısmını teşkil eder. Ancak ABD hükümetinin ulusötesi
sermayenin emirlerinin dayatılması ve bu dayatmanın biçimlendirilmesi
noktasında en önemli örgütleyici ve müttefik güç olduğu bir dönemde, her türlü
somut yoldan istismar edilebilecek çok az miktarda emperyalist husumet
mevcuttur. Emperyalizmin birçok yüzü ve göstergesi varsa da, Avrupa Birliği
türünden kimileri doğaları itibarıyla bölgesel nitelikte, Haiti’deki ABD,
Fransa ve Kanada örneğinde görüldüğü üzere, bazıları birleşik cephesel
inisiyatif düzeyinde, bazıları G8 karşıtı BRHÇ ittifakı şeklinde bir tür
çekişme biçiminde ise de ABD hegemonyasının karşısında duran herhangi bir güç
mevcut değildir. Umut edelim ki Libya muhalefeti ve Afrika ile Arap
ayaklanmalarındaki tüm güçler özgüven ihtiyacı ile ilgili tarihsel dersi
özümserler ve emperyalizmin devrimci süreci yıkıma uğratıp dönüştürücü
potansiyeli imha etmesine imkân verecek o basiretsiz oportünizm önünde diz
çökmezler.
Kali Akuno
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder