Pages

03 Aralık 2011

Şeytanla Dans Etmek: Libya


Afrika (Tunus, Mısır, Cezayir, Fas, Libya) ve güneybatı Asya’daki (Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye) halk ayaklanmaları, toplumsal devrim süreçleri ile bağlantılı ulus devletlerin dönüşümünde başarılı olmuş gerçek birer halk hareketi olmakla gayet öğreticidirler. Esas olarak bu hareketler “direnişi inşa eden zulümdür” sözünü tekrarlamış, bu direnişin olgunlaşması, doğru zamanı bulması ve fırsat yakalaması epey uzun sürmüştür. Bu devletlerin tümü de toplumsal devrim için halkların demokratik arzularını zulümle bastırmak ve emperyalizmle sayısız kez uzlaşmak suretiyle halklarını uzun süre yönetmeyi bilmişlerdir. 2011 isyanları, yeni sömürgeci gericiliğin ve emperyalist hâkimiyetin bu tarihine karşı verilen meşru cevaplardan daha fazlasını ifade etmektedir.

Her bir ayaklanma tek tek analiz edilmeyi ve ayrıntılandırılmayı hak etse de yazı boyunca üzerinde duracağım Libya’daki durum, dünya genelinde devrimci güçlerin kavraması gereken uygun bir örnektir. Libya yangınından alınması gereken çok sayıda kritik ders vardır. En önemli ders, kendi kaderini tayin hakkı, ulusal hâkimiyet ve demokratik haklar konusunda halkların mücadeleleri ile elde edeceği başarıyla ilgili olarak kendilerine güven duymalarıdır. Tarihin de acı biçimde gösterdiği üzere, devrimci dönüşüm arzusu ile hareket eden politik güçler bu özgüveni başa yazmamakta, dönüşüm kendi kaderlerini tayin etmekle sonuçlanmamaktadır. Bu ilkeden uzak duran güçler oportünizme savrulmakta ve zafere giden en kısa yola meyletmektedirler. Bu kısa yollar ise bir örgütlenmeyi koşullamamakta, politik bir tabanın oluşumuna imkân vermemekte ve bilincin dönüşümüne mani olmaktadır. Kısa yollar esas olarak karşı-devrimi teşvik etmekte ve nihayetinde yenilgi ile sonuçlanmaktadır. Daha da kötüsü, bu yollar mücadelelerin sonuçlarını dikte eden ve belirleyen görece daha güçlü oyuncuların dünya sahnesinde örgütlenmeleri için gerekli kapıyı aralamaktadır.

Kaddafi hükümetini alaşağı etme arayışında Libya muhalefeti özgüven ilkesini ihlâl etmiş ve kaderini tayin edecek bir hata ile şeytanla anlaşma yapmıştır. Stratejik hedefe ulaşma noktasında dış güçlere müdahale çağrısı yapan muhalefet hava üstünlüğünü elde etmiş, askerî istihbarat, silâh ve eğitim konularında önemli imkânlara kavuşmuştur (tüm bunlar BM’nin 1973 kararının açık bir biçimde ihlâl edilmesi suretiyle gerçekleşmiştir). Libya muhalefeti, bugün kendisini ancak bir Pirus zaferine götürebilecek olan bir kısa yola meyletmiştir. ABD ve NATO idaresi altında ve BM meşruiyeti ile tesis edilen “uçuşa yasak bölge” ilgili mücadeledeki tüm güçler dengesini değiştirmekle kalmamış, nihayetinde mücadelenin seyrinin emperyalizmin stratejisi ve çıkarları doğrultusunda tayin edilmesini koşullamıştır. Kuşkusuz bu yardımlar karşılıksız da değildir. Emperyalizm, yeni Libya rejiminin petrol musluklarını açık tutacak, petrol üretiminin özelleştirilmesini sağlayacak ve ulusötesi sermayenin ekonomik ve politik ihtiyaçlarına bütün olarak hizmet edecek bir neoliberal devlet olacağından gayet emindir. Her ne kadar muhalefetle, özellikle Kaddafi rejimi tarafından kovulmuş, fırsatçı bir üslupla kendi emperyalist destekli derebeyliklerini yönetmeyi uman ve ilgili rejimi bir safra gibi attığını düşünen muhalif kesimle ilgili çelişkili kimi iddialar mevcutsa da, yaşanan budur. Muhalefet ve daha da önemlisi Libya halkı için tüm bunların anlamı, en iyi hâliyle kukla bir rejimden diğer bir kukla rejime geçişi sağlayacak “demokratik seçimler”in BM tarafından izlenip onaylanması anlamına gelecektir.

Doğruyu söylemek gerekirse, Libya muhalefeti için tek çıkar yol ve imkân, onun ABD ve NATO’nun askerî desteğini talep etmekti. Ancak bu önemli ölçüde muhalefetin örgütlülük ve politik birlik noktasında yetersiz olması ile ilgili bir meseleydi. Libya muhalefeti birleşik bir güç değildi. O en iyi hâliyle Afrika ve Arap coğrafyasında 2011 ile birlikte uç veren ayaklanmaların tayin ettiği özgül koşullar üzerinden biraraya gelmiş derme çatma kimi güçlerin birleşmesi ile oluşmuş bir yapıydı. Muhalefetteki güçlerin hepsi de emperyalist yardımı ve müdahaleyi talep etmiyordu. Emperyalist müdahalenin ilk gündeme geldiği günlerde kimi kesimler açık biçimde böylesi bir müdahalenin tehlikesini öngörerek, “askerlerin karaya çıkmaması” gerektiğini söylediler. Ancak muhalefetin bu kesimine ait uyarılar iyice etkisizleşti ve bir tarafa itildi. Zira CIA ve diğer emperyalist özel güçler karada da faaliyetlerini bugün itibarıyla sürdürüyorlar (ve bu faaliyetler uzun süre de devam edecekmiş gibi görünüyor.).

Muhalefet güçleri arasındaki eşitsiz ve çeşitlilik arz eden politik yönelimlerin varlığına rağmen, bunlar arasında bir tanesi hâkim yönelim ve liderlik olarak takdim edilip desteklendi. Bugün ülkeyi emperyalizme teslimiyete ve bağımlılığa sürükleyen de işte bu kesim. Umut edilir ki yanlışa sürüklenen bu liderlik, tarihteki diğer birçok oportünist gücün takip ettiği yolu takip edecek kadar hain olmaz ve gerçek, dönüştürücü bir adalet talebi ile anti-emperyalist direnişin imkânlarını ortadan kaldıran kanadını tasfiye eden bir yola girer. Solun tasfiye edildiği Endonezya, İran, Etiyopya, Sudan, Irak, Meksika, Nijerya, Zimbabve, Kenya ve Mısır gibi ülkelerdeki örnekler takip edilmez. Böylesi bir gelişmenin önlenmesi için muhalefet içindeki devrimci güçlerin kendilerini takviye etmeleri ve emperyalizme ve geçici konsey içindeki işbirlikçilere karşı uzun soluklu bir mücadele için hazırlanmaları zorunludur.

Devrimci mücadelede özgüvenin öneminden kaçınılamaz ya da bu meselenin etrafından dolaşılamaz. Emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin taktiksel açıdan istismar edilmesi yönündeki gayretler devrimci stratejinin en önemli kısmını teşkil eder. Ancak ABD hükümetinin ulusötesi sermayenin emirlerinin dayatılması ve bu dayatmanın biçimlendirilmesi noktasında en önemli örgütleyici ve müttefik güç olduğu bir dönemde, her türlü somut yoldan istismar edilebilecek çok az miktarda emperyalist husumet mevcuttur. Emperyalizmin birçok yüzü ve göstergesi varsa da, Avrupa Birliği türünden kimileri doğaları itibarıyla bölgesel nitelikte, Haiti’deki ABD, Fransa ve Kanada örneğinde görüldüğü üzere, bazıları birleşik cephesel inisiyatif düzeyinde, bazıları G8 karşıtı BRHÇ ittifakı şeklinde bir tür çekişme biçiminde ise de ABD hegemonyasının karşısında duran herhangi bir güç mevcut değildir. Umut edelim ki Libya muhalefeti ve Afrika ile Arap ayaklanmalarındaki tüm güçler özgüven ihtiyacı ile ilgili tarihsel dersi özümserler ve emperyalizmin devrimci süreci yıkıma uğratıp dönüştürücü potansiyeli imha etmesine imkân verecek o basiretsiz oportünizm önünde diz çökmezler.

Kali Akuno

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder