David Cameron’ın Muammer Kaddafi’nin öldürülmesine
ilişkin ifadesi, İngiliz başbakanının küstahlığını ve ikiyüzlülüğünü ortaya
koyuyor. Cameron, Libya’daki ayaklanmada ülkesinin oynadığı rol ile gurur
duyduğunu söylüyor.
Ancak o, geçmişte yaşanan olaylar üzerinde kimi
etkileri olan Kaddafi rejimi ile el ele verirken oynadığı diğer rollerden hiç
mi hiç bahsetmiyor, hatta onları inkâr ediyor: Associated Press’e göre,
“Dış
İlişkiler Ofisi’nin raporuna bakılacak olursa, 30 Eylül 2010 tarihine dek geçen
bir yıl içinde Britanya Libya’ya 55 milyon dolar değerinde askerî ve
paramiliter ekipman sattı. Satın alınanlar arasında keskin nişancı tüfekleri,
kurşungeçirmez araçlar, kitle kontrol mühimmatı ve göz yaşartıcı gaz gibi
unsurlar bulunuyor.”
Hamis’teki ünlü tugay (doğrudan Kaddafi’nin oğlunun
emrindeki Libya’nın seçkin birliği) İngiliz General Dynamics’ten 85 milyon
sterlinlik komuta ve kontrol sistemi satın alma anlaşması imzaladı. Anlaşma,
bizzat o dönemin başbakanı Tony Blair eliyle gerçekleşti.
İngilizler, Kaddafi rejimini silâhlandırmakla kalmadı
ayrıca ona eğitim de verdi. Hamis birlikleri hem SAS tarafından eğitildiler hem
de İngiliz şirketlerince silâhlandırıldılar.
Cameron, ayrıca “Albay Kaddafi’nin katlettiği
insanların anılması” gerektiğinden de söz etti. Ancak o, Sami Sadi gibi
isimlerin İngiliz istihbaratı eliyle kaçırılıp Libya’ya teslim edilmesinden hiç
söz etmedi. Sadi, gördüğü işkence yüzünden bugünlerde İngiliz hükümetine dava
açmaya hazırlanıyor ve Libya’da açığa çıkan belgelerle bu dava sürecini aktif
olarak desteklemeye çalışıyor.
Amerikalılar da Libya rejimi ile içli dışlıydılar.
Onlar da hem ticarî hem de güvenlikle ilgili konularda kimi işlerin altına imza
attılar.
Elde edilen belgelerin de gösterdiği üzere, CIA,
2004’te bugünkü Trablus askerî konsey başkanı Abdülhekim Belhac’ı ve ailesini
kaçırıp Libya’ya teslim etti.
CIA, rejimle ilişkilerini çok önceden kurdu. 2008’de
eski başkan George W. Bush üst düzey diplomatı Condoleezza Rice’ı Libya’ya
gönderdi, aynı yıl Teksas merkezli Exxon Mobil, Libya Ulusal Petrol Şirketi ile
keşif anlaşması imzaladı. Amaç, Libya sahilinde hidrokarbon aramaktı. AP
haberine göre:
“Aynı
yıl ABD, Libya’ya askerî malzeme satılması kararını onayladı. Ülkeye özel silâh
şirketlerine patlayıcıdan yangın çıkartıcı maddelerden uçak parçalarına kadar
bir dizi silâhın satış yetkisini verdi.
Bush
yönetimi, Libya’ya 2006’da 3 milyon, 2007’de de 5,3 milyon dolarlık satış
yapılmasını kabul etti. 2008’de ülkeye 46 milyon dolarlık cephane satılmasına
izin verildi. Bunlar arasında yaklaşık 400 adet patlayıcı ve yakıcı madde yüklü
gemi, 25.000 adet uçak parçası, 56.000 askerî elektronik parça ve yaklaşık
1.000 adet optik hedefleyici ve diğer türde araç-gereç bulunuyordu.”
Obama yönetimi, Kaddafi rejimi ile ilişkisinin ne
düzeyde olduğunu gösteren rakamları henüz yayınlamış değil ama onun da eski
hükümetlerden pek farklı olduğu söylenemez.
Özetle, Britanya ve Amerika Libya rejimini
silâhlandırdı ve muhalif isimlere işkence etme konusunda rejimle fiilî olarak
işbirliği içinde oldu. Bunun yanı sıra politik açıdan rejimi destekledi,
diplomatik kanallar ve görüşme zeminleri açtı, rejimin batının ticarî
çıkarlarına açılmasını sağladı.
Kaddafi rejiminin rehabilitasyonu “terörle mücadele”
başlığı altında gerçekleştirildi. Diktatör, batının desteklediği kötücül
rejimlerden birisi olarak görüldü (bir diğeri de Özbekistan’dı). Bu desteğin
sebebi, (dış politikaya karşı olan ya da sadece kendi bakış açısını yansıtan
bir hükümet talep eden) batılı yaşam tarzına karşı küresel İslamî isyanın bir
parçası olarak El-Kaide denilen o her şeyi kapsayıcı düşmanla mücadelede
faydalı olarak görülmesiydi. Terörizm karşıtlığı ülkeyle her türden ticarî
temasın kurulmasını, istihbarat desteğini ve soruşturma kapsamında yürütülen
işbirliği sürecini bir biçimde koşulladı.
Yukarıda aktarılanları dikkate aldığımızda
görülecektir ki Ortadoğulu bir dizi despotun uzun süredir iktidarda kalması
büyük ölçüde batılıların desteği ile gerçekleşti. Bu gerçek ise aynı batılı
hükümetlerin kendi adlarına yaptıkları askerî müdahalelerle ilgili faziletleri
ile övündükleri noktada bahsini ettikleri fedakârlıkları boşa çıkartacak
nitelikte. Silâh, eğitim, diplomatik meşruiyet ve destek olmaksızın Libya,
Tunus, Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki rejimlerin, halk nezdindeki bu yoğun
hoşnutsuzluğa rağmen, bugüne dek ayakta kalmaları mümkün değildi.
Kibirli ama boş retoriğine karşın batı, tarihsel
açıdan kendi safında duran halk ayaklanmalarını destekleme noktasında herhangi
bir çıkara sahip değil. Batı, son âna kadar kendi çıkarlarını idame ettirecek
her türden sürecin “idare”si için yoğun biçimde çalışan Bin Ali ve Mübarek’e
dönük destek aracılığıyla bir mesaj veriyor, bir yandan Arap Yarımadası’ndaki
geriye kalan despotları, halife ailesini ve Abdullah Salih’i desteklemeyi
sürdürüyor. Batı, kendi “reform” adayı olan Beşar Esad kıyıma başladıktan aylar
sonra destekten vazgeçiyor. Esasında bunların Suriye devrimi ile ilgili soğuk
yaklaşımlarının nedeni, büyük ölçüde rejimin görece daha bağımsız bir İslamî
(“aşırı uç”) seçenek tarafından devrilebileceğine dönük duydukları korku. Bu
sebeple dünya, esasta önce Beşar’ın mı yoksa muhalefetin mi yorulacağını merak
edip duruyor. Biraz daha öteye geçersek, misal Pakistan’da ABD, bugün insansız
hava uçakları ile sivilleri katlediyor ve bu katliama Zerdari rejimi destek
sunuyor. “Yardımsever” batı bu hususta tek laf etmiyor.
Birçok insan, bölge halkının nefret ettiği bir
despotun öldürülmesini kutluyor ama öte yandan Ortadoğu, diktatörleri
destekleyenlerin ve desteklemeye devam edenlerin hikâyesini unutacakmış gibi
görünüyor. Bölgedeki geri kalan gayrimeşru rejimler için Saddam, Mübarek, Bin
Ali ve şimdilerde Kaddafi üzerinden alınan ders efendilerce hızla
savuşturuluyor. Tüm sıradan insanların, bu olaylardan batılı siyasetçilere asla
güvenilemeyeceğini ve statükonun ancak radikal bir eylemlilikle
değiştirilebileceğini öğrenmeleri gerekiyor.
Rıza Pankhurst
22
Ekim 2011
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder